29 Mart 2019
carpe noctem
Haklısın demiştim gözlerinin içine bakıp, sana duyurmadan.
Daha fazlasıymış.
Bu hem güneş sıcaklığı, hem hafif titreten bir rüzgâr, hem görmediğim bir renk, hem bilmediğim sözcüklerle öylece kalakalma şaşkınlığıymış.
Nerede, nasıl bir bağcıkla bağladığımızı düşünüyorum o kıyıyı bu kıyıya. Bilememekten tedirgin olmuyorum; bu iyi.
Öylece esmek iyi,
hoşuma gidiyor diye dalgalanmak iyi,
deniz olmak iyi,
mavi hep iyi,
sebebi sonuca bağlamaya gerek olmaması iyi,
burada durmak iyi,
burada uçmak iyi,
burası iyi.
Kokusunu sevdiğim akşamlar, tadını sevdiğim geceler, damarımda yürüyen güneşler, şarkılarını kana kana içmeyi özlediğim gök yüzleri. Göğün yüzleri.
Ve şimdi tenime bitişik.
Ve şimdi hiçbir şey daha önemli değil;
iyilikten, sağlıktan, bahardan, kırlardan, tatlardan.
25 Mart 2019
akordeonlu
Avuçlarımızı dolduran papatyalardan birini kitap ayracı yapıp, bir sayfadan ötekine uyuyakalışlarımızı sıkıştırmak istiyorum ama papatyalar uzakta, bahar fazla nazlı.
Ne yorucu kış, nasıl da bitmiyor.
Bir yanım, üzerime yapışıp kalan ürpertiyi ısındırma çabasında, ötekisi bir an önce soyunup yüklerini atma telâşında.
Sevdiğim renklerle oynamak, akrep yelkovan kovalamadan yavaşlamak, pencereleri açmak, elime yüzüme akordeon melodileri bulaştırmak istiyorum.
Mayhoş meyve kokuları, gece çiçekleri, doygun uykusuzluklar, kendimize ait uyanışlar...
Kendimden bu uzak düşüş, ağdalı bir çaresizlik yaratıyor salıyla çarşamba, çarşambayla perşembe arasında.
Bu altmışlık tik tak'lar arasında sıkışmış, öldüre öldüre öldüğümüz zamanlar -katlimiz- paslandırıyor içimi.
Eski bir çocuk parkının gıcırdayarak iç yırtan salıncağındayız da inemiyormuşuz gibi.
Buraya saplanınca da, kumlu sahillere hiç ayak basamayacakmışız hissi yerleşikliklik kazanıyor.
Zamanı durdurmaya, yeni şarkılar bulmaya, ısınmaya, zihnimde çakırkeyif bir berraklığa, dudağımda sevdiğim bir tada, yalın ayaklığa, güneşi kendimden doğurmaya ihtiyacım var.
Ferah odalara, boş sokaklara, paylaşmak zorunda kalmayacağımız rüzgârlara, takvimsizliğe, saatsizliğe, -meli -malı'ları kovmaya...
Çarşafları değiştirelim ve kayısıdan şeftaliye yuvarlanan bir gökyüzünün altında sadece durup yaprakların tül perdelerdeki gölge dansını izleyelim.
Başka hiçbir şeye gücümü yettiresim yok.
21 Mart 2019
ağaçlar, ışıklar, kokular
Uzak bir yerde yaşamak, gün doğumunun renkleriyle yüzümüzü yıkamak, toprağa basa basa yürümek, tatil olsun diye değil, tenimiz alıştığı için yüzmek, bakkala çakkala, Osman Abi'ye pedal çevirmek ve sevdiğim insanların çatkapı "ben geldim" zilleri.
İşte o zaman geldiğinde sarhoş olabiliriz.
Günün her saatine yayılan kahvaltı sofraları kurabiliriz ve
altında uyuyakaldığımız güneş, kimbilir belki de rüyalarımıza evimizin tuzlu ve çimenli kokusunu bırakır.
12 Mart 2019
salıncaklı
Yüzüstü yatıyordum, gözlerimin değdiği en yüksek noktada gökyüzü içine süt akıtılmış bir mavilikti.
Bulutlar ebruli dağılıyordu.
İçinde olduğum beden sanki bir kışı kuşanmamış, kabuğumu sertleştirmemiş gibi geldi o an.
Belki görmediğim bir rüyaya yaklaşmak istediğimden, belki de kapıdaki baharın çatlaklarımdan sızmasına hevesimden, belki de doludizgin yabanıllığımızı bastıran sıkıcı kentliliğimizden kaçmanın yolu gibi geldiğinden..
İzin verdim.
Semt çatılarının üzerinde dans eden güneşi izledim sadece.
Dişlerimizi geçirerek suyunu akıttığımız meyve kokuları ve çıplak ayakla bastığımız taşların tatlı serinliği.
Çok yakışırdı o ana.
İmbatlar sonra. En güzelleri ilk gençliğimize sinen imbatlar..
Sonsuza kadar bakmayı isteyeceğim gökyüzü renkleri var.
O renklerin kendi kokuları, güneşte tene yansımaları, iki teni birbirine karıştırmaları var.
Göz kapaklarıma inen ağırlıktan aldığım bir haz var. Kirpiklerimin arasından karanlığa sızan limon bahçeleri.
Dilimde yürüyüp içimi kamaştıran tatlı ekşi öğleden sonraları.
Kanımın deli aktığı mevsimler, avuçlarıma yerleşen güneşler,
ışığın yayılıp nefesimi okşadığı aralıklar.
Pencerelerden taşırdığım kalp atışları, onları kanatlarıyla tutup yemyeşil yaprak yataklarına usulca bırakan bulutlar var.
Dağılgan ve şekerli.
Mayhoş ve ıslak.
Sıcak ve rüzgârlı.
Şiddetli ve canlı.
Kuralsız ve taşkın.
Aleni ve gizemli.
İçimde ve denizde.
Burada kalalım
-mı biraz?
6 Mart 2019
kimse'm
"Hayatta senden yana yüzüm hep güldü."
Böyle demiş çiçekçi kadın, sevdiği; belli ki canı olmuş diğer kadına.
Ilık rüzgârları beklerken, bahar bahar koktu bu cümle içimde. Uzun uzun baktırdı kendine. Sandıkları açtırdı. Gözümde yaş olsa, akıtırdı. Onun yerine dudağıma eylüllü bir tebessüm kıvırdı koydu.
Cumartesi sabahı yatağımız yerine Taksim dolmuşunu seçtiğimiz delilik gibi zamanları hatırladım. Ezbere bildiğim ara ve arka sokakları ne ara öğrendiğimi düşünürken, yalpalayan neşeli adımlarımızı ve sağa sola fırlattığımız dolu dolu gamsız kahkahalarımıza çarptım. Bir kase kâğıdı badem ezmesiyle akide şekerini ağzımıza tepe tepe, yüzlerce kez arşınladığımız caddenin şimdiki tatsızlığına bakıp, kendime pay biçtim sonra.
Evler, sokaklar, sahiller, ranzalar, tretuvarlar, dökülenler, kokular, uçuşlar, düşüşler, kayıp gidenler, bırakıp gittiklerimiz, korkusuzluklar, cahillikler, bilmişlikler, her şeye varım'lar, gece yarısı midyeleri, cami dibi balık ekmekçiler, beyaz sofralar, yazlıklar, yerlerde sürünmeler, yaralamalar, ilk defa'lar, antidepresanlar, akılsızlıklar, seçimler, okul bahçeleri, bir tek sen anlarsın'lar, kül tablaları, gazozlar, göz yaşları, yalansızlıklar, itiraflar, parasızlıklar, senin olsun'lar, canın sağ olsun'lar, çıplaklıklar, pastalar, mumlar, topuklar, hafif meşreplikler, buzdolapları, anahtarlar, otobüsler, yurtlar, otel odaları, uğruna ölünecekler, toyluklar, kocamanlıklar, yaşlanmalar, kırışıklıklar, rimeller, bozulan ojeler, sıcak eller, adresler, kapatılan hatların akılda kalan numaraları, ansızın çalan kapılar, bak ben geldim'ler, utanmazlıklar, serserilikler, denemeler, ilk aşklar, hayaller, güneş yanıkları, çarşaflar, kumrular, tulumlar, acı biberler, illa ki tuzlar, iskeleler, tuvalet köşeleri, yalnız değilsin'ler, günahlar, suçlar, sırlar, inadına yanındayım'lar.
Durdum. Anlamı kalmayan her şeyin ardından kurmaya başladığım cümlelere baktım.
Sanki bunca şeyin üzerine tükürülmemiş gibi.
Sanki her geçtiğim sokaktan hiç geçmemişiz gibi.
Durdum. Tokat gibi bir gecenin ardından Sarıyer'de bir bankta denize üflediğimiz yazgımızın ne hale geldiğine baktım.
Baktım, yandım.
Sen küllerimi toplamadın.
Yazıklandım.
Şimdi, bu hikâyenin çatallanıp da ikiye bölündüğü yerde, çıktığımız deniz düştü aklıma.
Alsancak İskelesi'nin yan duvarlarına deli deli çarpan dalgalar, o dalgaların altında kalan kayalar, kayaların üzerini sarmış yosunlar...
Sesler patlıyor, renkler, tuzlu mevsimler..
Senden yana yüzümün hep güldüğünü söylemek istedim.
Senin yüzünden kan revan içinde kalmış yerlerime baktım, kaldım.
Sonra,
kalbim atmadı bir daha.
14 Şubat 2019
"elleriM zamanlarla dolu"
Sana hiçbir amaca hizmet etmeyen sorular sormayı ve her soruma cevap bulmaya çalışmanı seviyorum.
Ayağım kaydığı anda sağımda, solumda, önümde, arkamda belirmeni seviyorum.
Beni güçlendirmek için bana karşı dürüst olmanı seviyorum.
Yapmamı sevdiğin şeyleri her yapışımda aynı heyecanı duymanı ve bunu gizlememeni seviyorum.
Bile isteye ya da farkında olmadan yaptığım yanlışlarda, suçu aramaya benden başlamamanı seviyorum.
Hayallerimi kucaklayıp, onların gerçekleşmesi için benden bile daha çok çaba sarf etmeni seviyorum.
Uzaklıkları hiç hesaplamadan yola çıkışlarını seviyorum.
Candanlığını, insanlara alışıklığını, vefanı seviyorum.
Elinin işlemesini ve üretkenliğini seviyorum.
Hiçbir şeyin imkânsız olmadığına beni inandırışını seviyorum.
Estetik kaygını seviyorum.
Üzerindeki mahalle tozunu seviyorum.
Çocukça meraklarını, çocuksu telaşlarını, çocuk sabırsızlanışlarını seviyorum.
Benim kendime gösteremediğim sabrı, senin bana göstermeni seviyorum.
Toprak kokusuna kıymet vermeni seviyorum.
Hiç yargılamamanı seviyorum.
Açık fikirliliğini, yeni deneyimlere mesafesizliğini seviyorum.
Sevdiğin şeyleri çok sevmeni, abartılı sevmeni seviyorum.
Gururunu bir silah gibi kullanmamanı seviyorum.
Koşulsuz koşabilmeni seviyorum.
Kuralsızlığını seviyorum.
Her an her duruma uyum sağlayabilme esnekliğini seviyorum.
Dost olmayı bilmeni seviyorum.
Haklı olduğunda bile affedici olmanı seviyorum.
Günlerle, zamanlarla, tarihlerle barışıklığını seviyorum.
Yorgunluğunla yormamanı seviyorum.
Umarsızlığını, her oyuna şikayet etmeden katılışını seviyorum.
Hayal gücünün seni özgürleştirmesini seviyorum.
Her yerde her şey olmanı seviyorum.
Olabilmeni, oldurabilmeni seviyorum.
Bana cesaret verişini seviyorum.
Elinden gelenin hep en fazlası olmasını seviyorum.
Mevsim mevsim,
büyüdükçe,
hata yaptıkça,
acıttıkça,
biriktikçe,
yıprandıkça,
iyileştikçe,
düşündükçe,
git gide,
hep bir fazlasıyla,
kıpırdamaksızın ve
hareketin içinde...
belki de en güzeli böyle.
6 Şubat 2019
sis'
Günler penceremde bir renk geçişi. Belki onun bile ayırdına varamıyorum son zamanlarda.
Hiçbir şeye karşı gösteremediğim direnç, günlerin aynılığı üzerine yayılıyor.
Bir yaprak gibi dalımda savrulup, dalımda sararıp, kızarıp, dalımdan sökülüyorum.
Gözlerim neyi beklerken dalıp gidiyor, bulamıyorum. Hiçten bir bekleyiş.
Sonsuz başarısızlıklar toplamı gibi uyuyup uyandığımız peşi sıra 24 saatler.
Kendimi ağır, kendimi aksak, kendimi sızılı, kendimi küskün, kendimi boğulur gibi, boğar gibi hissediyorum.
Sanki sesimi, sözümü, nefesimi, izimi biraz yok etsem, uzakta ve tüm ifadelerden soyunmuş kalsam, tüm anlamların dışına itsem her yaptığımı, yapmadığımı ve yapamadığımı; kartopu gibi yuvarlanarak büyüyecek "iyileşme".
Kendimin sıkıntısındayım.
Bu sıkıntıdan dışarı çıkamazsam telaşındayım. Bu sıkıntının dışında bir yer bulamamanın telaşındayım. Varlığımı yokluğuma sıkıştırıp, kangren olursa telaşındayım.
İyi değil.
Güneşli değil.
Durmadan ağrıyan boşluklar arasında, her şeyi kucaklayan bahardan, mayıstan bir yuvam olmasa, ya üşümekten ya da kendi kırılganlığıma üzüntümden un ufak olurdum.
Ama var.
21 Ocak 2019
"..izinsiz, hep bir sonraya.."
Sakin.
Aynaya bak.
Dün gece masada unuttuğun kek gibi kararlı ol.*
Gün, dün değil.
Gün, yarın değil.
Yatırıp, dinlendirip, terbiye edebileceğin bir şey değil kalbin.
Mecbur değilsin.
Güçlü olmaya, soğukta bir ağustos akşamı beklemeye, günlerin tırnaklarını yiye yiye kenarlarına kan oturmuş gecelerde nöbet tutmaya.
Kalabilirsin bir kış güneşinde,
tanıdık ve güvenli sularda.
Açılmak zorunda değilsin. Kanıtlamak.
Belki de inandığın şey değilsin.
Sevdiğin mavileri var günlerin.
Sevdiğin şey olarak kalabilirsin.
Bazen içinde boğulduğun. Bazen dibe çekip boğduğun.
Yeni biri olmak zorunda değilsin.
Dakika saymak, çentik atmak.
Bırak biraz da zaman sana uysun.
Belki de en güzeli böyle.
Bilemezsin.
Sakinleşmelisin.
Hayallerini ve gözlerini sevenler kalsın.
Yarına değil yanına.
Yanında.
Yarın bir ihtimal.
Bugün bir ihtimal değil.
Bildiğin gibi.
Hep unuttuğun gibi.
16 Ocak 2019
ve ben,
Korkuyorum.
Yeterince hayatta değilim.
Belki bir anıda,
belki bir kuyuda.
Korkuyorum.
Günün birinde ziyan etmekten, ziyan olmaktan
kalbimi, kalpsizliğimle...
Düşmeden kalkamayacağımı bile bile,
dizlerime nazar değmesin diye diye..
Nefesimi tutuyorum.
Bu ölüme git gide alışıyorum.
Gidemediğim, kalamadığım, olamadığım ne varsa
kâbuslarımı geniş zamana yayıyor.
Çok korkuyorum.
Korkma
-lısın
diyor kadın.
Kendinden,
kendi içinde büyüttüğün zehirle ölüp gitmekten.
Mahvetmekten.
Mahvolmaktan.
11 Ocak 2019
no hay olvido*
Çok zaman oldu, çok zaman geçti.
Ne çok büyüme, ne çok yol.
Ne çok kar, ne çok bahar.
Tam zamanında ve bir o kadar da zamansız açan bir sürü çiçek...
İçinde yaşatmaya karar verdiğin ne varsa, bir şekilde hayatta kalmanın yolunu buluyor.
Bu ölümsüzlüğün gücü çok ilginç; bizim yaraladıklarımızı o sarıyor, karaladıklarımızı temize çekiyor.
Rüyalarımıza giriyor, kâbuslarla uyandırıyor, bir karla burnunda tütüyor, birkaç sözcükle buruk bir gülümseme yerleştiriyor nabzına.
Her şey oluyor, her şey bitiyor, bitse de kalıyor, bitmese de kalıyor...
Tuhaf bir mevsim.
Her şeye ağlayasım, hiç gözyaşım..
Uzun uzun durasım, hiç zamanım...
Önünü ardını düşünmeden bir lodosa kapılasım, sonsuz yerleşikliğim...
Neresi bu hayatın.
Sürekli ama sürekli aynı duraklardayım.
İtmekle çekmek arasında.
Kendimden yorgun, içimden taşkın, kendi suyumla seller altında.
Bir yer, bir zaman var biliyorum.
Biliyorum, çünkü olmalı.
Olmazsa düşeceğim.
Ve sözümü tutamamış olacağım.
Ve bazı çiçekler bazı sözlerle açıyor sadece.
Dile gelse de gelmese de..
Bir yer, bir zaman olmalı.
Yaşadığımıza değil, hatırladığımıza benzer...
2 Ocak 2019
keep nothing but memories*
Biraz durup bulutların şekil değiştirmesini izlemeliyiz bence.
Sakince hangi durakta olduğumuzu anlayıp, belki rüzgârlı yöne giden ilk otobüse binmeliyiz.
Ya da içimize kaçmalı. Ya da ağaç gövdeleri gibi kabuklarımızın arasından sızmalı, sızdırmalıyız sularımızı.
Çok koşuyoruz. Durmadan hareket ediyoruz. Bu çalkantı esnasında bir şeyler akıp gidiyor, kaçıyor gibi.
Bu kaybın telaşı, kalbimi kırıyor çoğu zaman.
Çok özlediğim sakinlikler, o sakinlikleri saran çay buharları, hesapsız yumuşaklıklar, kendiliğinden ısınan avuç içleri var.
Saate bakmadığımız anları şöyle bir kenara ayırdığımızda nasıl da gülümseyen iç okşamalar beliriyor şurada, burada, içimizde ve her zerremizde.
Saate bakmamalıyız.
Günleri saymamalıyız.
Kalabalıklar arasında kan ter içinde koştururken yanağımıza değen sıcaklıkların üşümesine izin vermemeliyiz.
Bu yıla başlarken kendime büyümekle ve bir yıl boyunca oldurmaya çalışacaklarımla ilgili bir şeyler yazamadım.
Buruk bir yorgunlukla en çok, heves ve heyecan diledim.
Bir yerlerde unuttuğum bir şeyler olduğunu seziyorum. Daha az gökyüzüne baktığımı ve mümkün olduğundan az dans ettiğimi, daha az öpüştüğümü..
Olabildiğince ağır ve boynumdan parmak uçlarıma doğru dolanıp beni ele geçiren bir gündelik yükler toplamıyla yaşar gibi yaptığımı..
Gündelik olan ne varsa biraz boş verip, içimizi doldurabildiğimiz, özümüzü beslemeye mecal bulabildiğimiz, zamanı beklemeyip, kendimiz yaratabildiğimiz, sevmenin hakkını verebildiğimiz bir yıl olsun.
28 Aralık 2018
apansız arsız..*
Sen çok haklısın.
Bunu bir maçın galibiyetini kutlamak için söylemiyorum.
Bunu kendi kendime, kendime karşı yaşadığım hayal kırıklığıyla, geciktiğim mevsimlerle, yeterince dikkatli bakamadığım pencerelerin kalbime batırdığı buğulu dikenlerle fısıldıyorum.
Bir cümlen var, ve ben kendimi hangi cevabın içine koysam yetmeyecek sonundaki noktayı üçe çıkarmaya.
Kabul ediyorum; yeterince ve beklendiğince incelikli ve denizlerden davranmadım.
Belki de bütün bu fırtınalı aylar ve mevsimler sonrasında, sahici bir bitişe bu kez gerçekten vardık.
Bir yılın son anlarına geldiğimizi çoğunlukla anlamazken, bu son günler; şahit olduklarımız, hissettiklerimiz, hissedemediklerimiz, yorgunluklarımız, korkularımız, yalnızlıklarımız, içinde boğulduğumuz, zor kurtulduğumuz her şey kapının önüne yığılmış da temizlik şart olmuş gibi.
Yorucu, çok yorucu bir mevsimdi.
Sonbaharı bir baş dönmesi gibi geçirmiş, ve avuçlarım leblebi sıcaklığından mahrum kalmış gibi hissediyorum.
Soğuk ve kırılgan bir şeyler var.
Bütün uykular kâbuslarla yaralanmış, zaman alışılmadık bir kadrana takılıp son sürat ama acısını da anbean hissettirecek kadar ağırdan gitmiş gibi.
Bu yıl, büyük bir yıldı.
İki ilerledim mi, bir geriledim mi derken yine bir girdap.
Şimdi, tam da bu bitiş esnasında bir şey oluyor.
Duyu organlarıma teslim biçimde, hissettiğim her şeyin aslında kocaman başka şeylerin fay hatları olduğu kestiriyorum.
Bir koku.
Yeni ama tanınmaya meyilli.
Soğukta net olarak duyulan ve zaman zaman burnuna geldiğinde sonsuza kadar gülümsetebileceğini bildiğin.
Çiçek hissiyatı gibi, belki bir fazlası.
Her duyum çok açık.
Vahşi ya da değil; bir hayvan keskinliğinde. Tırnak içinde sosyalleşmiş hayvan olmaktan daha başka, daha içgüdüsel.
Zaman şimdi, içimden geldiği gibi olmaya meylediyor.
İçinden geldiği gibi.
Galiba bir sene ancak bu kadar kendi kendinin miadını doldurabilirdi.
Evet, sen çok haklısın.
Ve şimdi, tam da bu yüzden kendimi yeniden yazmam gerekiyor.
Çünkü hâlâ şarkılar güzel, hâlâ radyolar çalıyor, hâlâ bir kokunun izinde bile isteye savrulabilecek kadar genç, hâlâ bir şehrin özlemini duyabilecek kadar içli, aynı kıyının mavisinde olmanın, büyümenin getirdikleriyle biz bizeyiz.
Bu sene...,
yaşlanmayalım.
26 Aralık 2018
"kaç metredir benim yokluğum?"
Yakıcı ve yıkıcı sözcükler arasındaki bu kıyamette neyi feda ettiğimi veya neye geçit verdiğimi kestiremiyorum.
Olduğun yerde kalarak asla kıpırtısız kalamıyorsun. Bu dal kıran rüzgârlar için hâlâ yeterince ağır değilim.
Yağmuru sevmek yetmiyor çamurunu yıkamaya bir şeylerin.
Gökyüzü bile kucaklamıyor bazen.
Göğüs kafesime çıktığım kaçak katların usulsüzlüğünü bir gören olacak korkusuyla yaşamanın eğretiliği...
Yerini yadırgamanın kalıcılığı..
Temize çekme sözü verdiğim hiçbir cümle yeterince düzgün okunmuyor.
Bitap düşüyorum. Çalınan kapının arkasında bulunmamak istiyorum. Bazı bahçelerde unutulmak, toprağa karışıp bir anlık tebessüme sebep tek bir filiz vermek.
Olup olacağımın, olup olduğum olmasını.
Kendi dalgalarımla dövdüğüm kıyılarım köşelerim sızlıyor yeterince.
Kabuklarımı kaldıran belirtili belirtisiz nesnelerin peşine düşmeseler..
Dudaklarımın ve parmaklarımın ve göz kapaklarımın ve bacaklarımın arasından sızan ne varsa yokluğuma eklensin.
Ellerimi sakladığım geceler var, o gecelerde yıldızsız gökler, toprak kokusu, nadas gerinişi, dumanlı bir uykusuzluk var.
Sevdiğim bir filmden aklımdan çıkmayan bir kare gibi; parmak eklemlerimde yürüyen duvar pürüzleri.
Duvar pürüzleri gibi geçtiğimiz yollar ve kaldığımız rüyalar.
Biraz inanmalı belki de üfleyince geçeceğine.
Belki biraz kendi kendine üflemeli kanına, yaşına, yarana.
Belki bir takvim daha eskitip, baştan başlamalı kışa, bahara, yaza...
29 Kasım 2018
çivit
Cevaplarımın zamana karşı şekillendiğine şahit oluyorum ve böylece yaşanmış, soruları cevaplanmış bir an, başka başka cevap olasılıklarına gebe olarak kalıyor. Öyle de kalmıyor; belki başka türlü yürünebilecek yollar varken düşük yapıyor.
"Bir renk söyle" anları değil bunlar, araya gece ve gündüzün girerek telvelendirebildiği, uzantılı bir şey.
Sonra neye dönüştükleri içimize kalıyor. Kendimize saklıyoruz. Saklıyorum.
Bilmeni de isterdim aslında ama çok şey bilmek için çok yakınlaşman gerek.
Çok yakınlaşman için benim çok yazda olmam gerek. Yazda, anda, açıkta, açıklıkta, sere serpe kendimde.
Hazır mısın.
Ben değilim.
Hatırladılarımın renkleri, kokuları ve müzikleri var.
Düşündüm de bunun bir müziği yok. Belki de bu frenliyordur akışı.
Müzik, bir hayatın felaketi.
Başına gelip de sağ çıkman neredeyse imkânsız.
Çıktıysan da kan revan.
Eksik bir şey varsa, bu olmalı..
İçimdeki bütün kadınlara bakınca..;
Julia'ya, Eleni'ye...
Yangın, sel, çığ...
Damarımdan akan kana ritmini verecek, onu kaynatacak veya durduracak bir şey...
Sen bil. Sen söyleme.
Sen duy. Sen konuşma.
Ben.., düşeceğim yere kadar,
yanacağım,
sular altında kalacağım,
sular altında bırakacağım yere kadar...
20 Kasım 2018
uçurumlardan'
Bile isteye yürüyorum.
Tehlikenin beynimde yarattığı uyuşukluk tüm gövdeme yayılıyor.
Varacağım yeri, bastığım kara parçasının bir "an" uğruna ayaklarımın altında un ufak olacağını ve çok kan kaybı yaşanacağını bile bile..
Uyanıyor ve dişlerini geçiriyor gece. Her şey nasıl toplanıp toplanıp darmadağın olmaya meyilli meskenimde.
Acıtmayı mı doğası biliyor, vahşiliği mi, bencilliği mi, gizlenmeyi mi. Evcilleşmenin bunaltısı mı içimde köklenen.
Belki de rahat eden yanımın ihtiyacı bir uysallık seremonisi değildir.
Belki de öyledir.
Yabanıl bir ormanın ısırganlarıyla tutup çekiyorum kendime. Ne yoksa.
Hatırladığım çıplak serinlikler, metal kilit sesleri, piyano kenarları, döşemeler, yüksek tavanlar, rutubetler, bilinç yitimleri, ten uyanışları, sızıntılar, arzunun temize çekme gücü, duyular arası keskin temaslar. Yağmur, rüzgâr.
Odaların giyindiği ışıklar, loşluklar. Loşluklarımız. Karanlık yanlarımız. Ve orada büyüttüğümüz dikenler.
Bazen, ne yaparsan yap,
kaybedeceğini bile bile.
Bile isteye,
yaka yaka,
yanmaya...
16 Kasım 2018
devinim
Bazı uykuların, uyanışların, rüyaların ve kâbusların geri dönüşü yok.
Çok uzun yıllar boyunca kaçmaya çalıştığım, başaramadığımda kaçışı bir rutine dönüştürdüğüm şeylerin sonucu belki. Bilmiyorum. Bir çok şey gibi.
Tek bildiğim uykunun, uykulrın er ya da geç yaralandığı.
Dinlediklerimin ve gördüklerimin bir yankısı yok gibi dursa da, çığlıklardan geçilmiyor bazen gövdem ve zihnim.
Hayatın asıl mücadele alanı insanı kendi içi. Bu savaş yerinde ne kadar zor açıyor bu kış siklamenler. Biraz sütliman frekanslar eşliğinde, çay buharının kokusunu içine çekmeli belki telaş.
Varlığımı somutlayan her şey zerre zerre sızlıyor ve ne tuhaftır ki kendi saçlarımı okşamak istiyorum, kendime ağlamak, kendime çorbalar ısıtmak, kendimi kendime bırakmak.
Yaptığım ve yapmadığım ne varsa, nasıl sa hesaba kitaba oturmuyor şu an.
Tuhaf ve alışılmadık bir dağınıklık, soğukluk ve vahşi bir sorgusuzluk aksında sürüyor günler. Rüyalar, sonbahar, uykusuzluklar, bitmeyen saatler, tükenen mevsim ve eve özlem.
Biraz aynı kelimeleri kullanmaktan, biraz göğüs kafesine sıkışanlardan, fani dünya meselelerine biraz fazla saplanıp kalmaktan, mevsimin hakkını verecek derin ve sıcak uykulara varamamaktan sıkkın ve yorgunum.
Geçen kasımdan bu yana çok şey değişti.
Değişimin nasıl da insanı büyüttüğünü ve yaşlandırdığını bizzat gördüm.
Yirmili yaşların ikinci yarısında bu duyguyla tanışmanın ve başa çıkmanın ne kadar şaşkınlık yaratıcı olduğunu da.
İnsanların niye koşa koşa nikah masasına oturduklarına kendimce cevap buldum.
Bununla karşılaşıp da sakince kendine pansuman yapmayı sürdürmek biraz zor.
İyi ki ipe sapa gelmez huylarımız, inceldiği yerden kopmaya da koparmaya da gizli bir meylimiz, uysal kılıklı serseri mayınlarınlarımız var.
Dedim sonra.
Öpünce geçecekler,
öpülünce geçenler.
19 Ekim 2018
dünyadan gerçek
Havalar döndü. Kimse şikâyet etmeden içine yerleşti yağmurlu pencerelerin.
Melahat kucağımda kumaş olmasından öyle hoşlanıyor ki, hiç ikiletmeden gelip kurulur oldu dizlerime.
İçimizin ev çektiği cumalar geldi. Sonsuz bir pazar gününün ütülenmiş akşam üstlerine benzedi rahat yanımız.
Dünyanın ve 8-6 günlerimizin paldır küldürlüğüne başka türlü merhem olamazdık yoksa.
Kalabalıkları bir yaka iğnesi gibi taşımayı öğretiyor sanki bu geçiş. Çıkarıp kenara koyabilme lüksümüz varmış gibi. Kabuğuna çekilebilen canlıların kıskanılası başına buyruklukları gibi. Dokunulmaz yalnızlıkları...
İçimin boşlukları arasına dolan baharatlı sarhoşluk, kendini taşırmak istiyor durup dururken.
Terli vapur camları arasında, acıtan ayazı ateşe vererek.
Öznesinin kendisinden bahsedildiğine şaşırdığı cümleler kurmaya, onları yüklemlerine varmadan üfleyip devirmeye meylim var.
Ellerini sevdiğim insanların ittirip kırmasını istediğim şeyler de var. Zaaflarımı nefesimle birlikte biraz tutabiliyorum neyse ki.
Biraz neyse ki.
Yumuşak bir gecenin açıklarına yüzmek, yüzerken soyunmak, soyunurken maddedin bir diğer haline geçmek gibi rüyaları var gecelerin. Şayet uykusu da varsa.
Bu havaların efsunundan bahsediyorum,
bu havaların efsununda kendimi kurtaramıyorum.
Neyse ki.
16 Ekim 2018
'82
sen bir güzel kadınsın
dokununca el yakan
okyanus sevgiler müptelâsı
nasır çalışkanda olur
şehadet parmağım cibre kalemlerle tüketti ilkokulu
sen bir güzel kadınsın
kalk gidelim kokulu
fakir de gökyüzünün bir feodal yıldızı
kalk gidelim ortaçağa akşamüstü
ancak artık dönülmez bulutlara bindiğimiz ihtiyarî
durağa
sen çok güzel bir kadınsın
halayık sevgiler tiryâkisi
Ferhan Şensoy
kolaj: Rocio Montoya
4 Ekim 2018
bir şarkı renginde
Cevapsız sorular, yarıda kalmış noktalamalar, imlâsı bozuk sessizlikler...
Bir adımla şekilden şekle giren yollar.
Yankı yankı açılan, yarım bakışlarla yarıda kalan.
Ben..; akan suyun tarafındayım. Rüzgâra minnettar, kıyısına sadık, iklimince renkli...
Huyu gökyüzüne teslim, pratikte sulu sepken.
Neredeyim..
Zor...
Bildiğim mevsimlerin tanımadığım peronlarında el salladığım ve karşıladığım her şeyleyim.
Bir gülüşün kıyısına vuran mavideyim.
Sevdiğimi bildiğin her şeyde, gizlenmeden, saklanmadan.
Üzerime çöken bir ağırlığı var sandık sandık taşıdıklarımızın. Bu, değiştiriyor sızılarımın kıvrımlarını ve kaslarımdaki titreşimini günlerin.
Biletsiz varmışım gibi bu yere, kimseye söylemeden de kabuğumun içinde, çapımca büyütmüşüm kıpırtılarını zamanın.
Neye, nereye merdiven dayadığımı bilmiyorum.
Sadece bir his, bir fısıltı,
meylim; uzun bir kıyının ilk adımı...
21 Eylül 2018
salyangozlardan hemen önce'
Yeni bir şarkıyla karşılaşmanın, yeni ve duyar duymaz içine yerleşmek istediğin bir şarkıyla karşılaşmanın durdurduğu zamanlardan biri şimdi sonbahar.
İçimin yaprakları kızarıyor, rüzgârda şiddetle sallanıyor, dalları zorluyor, kimisi susayıp su bulamıyor, kırılgan bir çıtırtıyla kendini bırakıyor.
İçimde doludizgin bir mevsim sürüyor, dünya durmuş.
Yeni sözcüklere acıktığım, yeni yağmurlara yeni yollar açtığım bir yer eylül.
Son çeyreğinden de olsa kavuşmak anlamına geliyor her şeyiyle. Yeni yıldan daha yeni bir başlangıç gibi.
Mevsimler tablosunun başladığı yer, yazın uzaklaştırdığı her şeyle yeniden buluşma gibi.
İçe dönmek. Pencereni, toprağın başka bir kokusuna açmak. Telaş içinde bir ağırlık. Bayır aşağı koşup, nehir kenarlarında günler, gündüzler, geceler boyunca yatıp kalmak. Yıldız yıldız. Yıldız olup dökülmüş gibi, öylece kalakalmak.
Bazı renklerle biçimleniyor anılarım. Geçen sonbahar hayatım boyunca hiç görmediğim tonlarını bulmuştum sarının ve yeşilin ve turuncunun ve kızılın. Kalbim, üstü kestane ve portakal kabuklarıyla dolu bir soba gibi ısınmıştı. Güçlenmişti.
Doğanın zerre zerre ve en engin haliyle kendini yüzüme vurması, her seferinde şaşırtması, her seferinde yeni bir şey öğretmesi ne büyük kudret. Nasıl da içimizde dünya ve nasıl da aşkla biliyor körelen, paslanan nefeslerimizi...
Çok güçlüyüm izin verdikçe adımlarıma, gökyüzü beni istediği gibi savurdukça, tarihimi mevsimlere böldükçe ve dinledikçe sesini gecenin, bitkilerin, ölü yaprakların ve diri suların...
Şimdi yeni bir şarkının kıyısında gibi.. Yeni ama tanıdık. Anneannemin daha önce hiç görmediğim kazağını bulup da kokladığımda, ölmeyen kokusunu aldığımdaki gibi. Kokular ölmüyor. Her şey değişiyor, eskiyor, kayboluyor ve ölüyor. Kokular sonsuz, kokular yerleşik.
Birbirimizi beklediğimiz bir yer var hayatla. Oraya doğru usulca bir adım, yumuşak bir haykırış bu yağmur önceleri. İyi gelecek gibi. Islanmak, bulutlara kurmak salıncakları. İçine akmak ve içime akmasına izin vermek.
Kendiliğinden gelişen bir "o an" gibi.
Sormadan, zorlanmadan, kurtarıp her şeyden her şeyi, kurtularak.
Gelir gibi, geçer gibi, evde gibi, evinle hareket eder gibi, biçimini, olduğun şeyi, vardığın yeri, akanı, aktığını içine alan ve ağırlıksız taşıyan bir kabuğun var gibi..
Yakında günler kısalacak ve geceler uzayacak. Mevsim mevsim değişecek sokaklar, esnaf tezgâhları, bulut yanakları, hayvanlar, balkonlar...
Bir şarkı gibi..,
bir şarkı olsa,
olsa olsa "Kiss My Name"...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)