22 Eylül 2020

between the bars*

 
 
Sarmaşık kaplı duvarın dibindeki yeşil masada bir başlangıcın renklerini konuşurken, tam o anda mevsim değişti.

Tenimde yürüyen ve bütün zerrelerimi tersine tarayan rüzgâr bu anı sevdi.

Üşümeyi değil ama sarmalanmayı özlemişim, belki bu yaz buruk bir sevinç gibi, tadı damağımda kalan kısa bir flört gibi öyle ani, öyle bir çırpıda, öyle her yanımıza bulaşamadan geçtiği içindir..

Birkaç gün önce gece lambalarının ve ağaç gövdelerinin  altında yirmi yıllık bir büyüyü bozarken de fark ettim; sevdiğimiz mevsimler hep kısa ömürlü bir yandan, kaybetme korkusu yakamızdan düştüğü anda kendi ömrümüz ışıltısı yitik, sizler, bizler, ikimizler donuk renkli.

Bazı anıları onca gösterişli yapan şey de bu olsa gerek. Sahip olma isteğinin keskin köşeleri, esnemez değerleri.

Gözümüzdeki perde mi kalkıyor, bir davanın peşinden tutkuyla koşarken yaşlanıp yavaşlayıp  daha mı konformist oluyoruz her şeyi gevşetecek kadar ya da o hiç görmediğimiz kendimiz bir çanta dibinden gözümüzü alan ayna parçasında suretiyle mi karşılaşıyor.. Bilemiyorum.

Değmek, değer olmak, değer vermek, değerli tutmak, ayırmak, kendine saklamak, sırlaştırmak, kendinden bile sakınmak ve sonra atfettiğin tüm o değerin aslında sadece kendi inşan olduğunu fark edip kalbine, ruhuna, bedenine sığdırdıklarına ve onlardan taşırdıklarına hayret etmek. Saklamak da dahi anlamında bu olasılıkta.

İnsan bu yaratıcılığını çıplak gözle fark ettiği anda bir yerde bir şey ölüyor. Galiba birbirine çarpmak, yüksekte beraber çarpışmak, beraber alçalmak, birlikte kanamak, kendine çarpıp yalpalamaktan, duvarlar boyunca kanamaktan daha has.

Hayatı tutkulu yapan şey ya da şehvetini açığa çıkaran, hüküm sürmek istediğin toprağın vericiliği. 

Şimdi daha iyi anlıyorum bazı şeyleri. 

Yankımızı, titreşimlerini sessizliğin,  gerilimini mesafelerin. Gıcırtılarını zincirlerin. 

Kurduğum şehirlerden hangilerinin bir yangında kül olup, hangilerinin tarihimizi yazacağını..

Bilmiyorum, ama anlıyorum.

Bazı yorumlarıma ve bir ihtimal olabilir olasılıklarıma artık pek katılmıyorum.

Aynı yerde sabit durmanın açığa çıkardığı onca şeye hiç durmadan şaşırıyorum.

Keşfetmeye başlıyorum aramızdaki duygusal mekaniği; doğayla, insanla, aşkla, anılarla..

Gidenin yolları, kalanın rızasıyla. Ama en çok kuranın sebatı ve inancıyla..

Kendim görmediğim bazı rüyaların içindeki biçimlenişimle..

Bazı büyüleyici şeyler bazen sadece içimizdeki kuytularda, bazen de tutamayıp saçtıklarımızda. Birimizin büyüsü ötekine çarparsa, saplanırsa ya da kapılıp onunla gürül gürül akarsa;

işte o zaman başka bir rüya.

Şimdilik eylül dudaklarımda, bilmediğim bir şarkının en iyi bildiğim notasında..

 

 

9 Eylül 2020

"adınız geliyor aklıma..."


Geçen sonbaharda minik ve neşeli adımlarla dans ediyorduk. 
Ceneviz'in on yıldır diz yakan masa örtülerinin üzerinde yine, bıkmadan, ardı ardına çaylar... 
Geçen sonbahar kalbimin haladını attığım nehrin kıyısında ateşler içinde kıvranıyorduk.
Trenler gelmese de, güneş ısıtmasa da başka bir büyüyüşün izini sürüyorduk.

Hızlı geçti zaman, ağırlıklarını hatırlamamak güzel. 
Şimdi bir pencereden giren havanın, kendini ötekine taşıyacak mecali nihayet bulduğu aralıktayız.
Hareket halinde olan şey sadece rüzgâr gibi. Oysa bu büyük, hastalıklı ve ağdalı bekleyişin yarattığı devinimi sonra çok konuşacağımızı hissediyorum.
Duran her şeyin zamanını beklediğini görüyorsun değil mi?

Bir meridyenin yayından kimbilir ne zaman fırlamış şiirlerin tıbbi atıklara rağmen sokaklardan toplandığı, pencerelerden taştığı bu erken eylüller bir şey söylüyor. 
Doğrulaması belki dünümüzün. 
Sahi hangi ağacın gövdesinden yükseldik biz? Taşıdığımız kökler hatırlıyor mu doğduğu coğrafyanın suyunu, tuzunu, bereketini..

Ve yüzlerimiz ve zamanlarımız ve öğleden sonraları okulluların, sabaha karşı mavilikleri sinemadan çıkmış insanların...

Unutmaktan korktuğum yol tarifleri nereye çıkıyor şimdi, defter aralarına sıkıştırdığımız gecelerimize hangi gökdelenler batıyor? 
Farkına varmadığımız şairler hangi sızımıza doluyorlar?

Bir anlatabilsem diyorum bazen.. Yavruağzı, toy heyecanlarımı.. Ardımdan sürüklenen; zihnimin sandıklarında iğne oyası katlanışlarımı, üst üste kalışlarımı. Kıvrıldığım yerden çaresiz kopuşlarımı.
Kağıttan gemilerimi avuçlarımda batırışlarımı..

Ne kalır eylüllerden geriye.. Cayır cayır yandığımız bozkırların bir zamanlar sırtımda karlar eritişi mi, iki gevreğin susamlarıyla muşambalarda fallanan iç çekişler mi, kocaman bir swing out'la dertten tasadan bir ömür uzaklara gönderiliş mi...

Şimdi uyku ve kalem tutmayan her şeyin kıyısında, kucaklamak için bekliyorum eksiğini, fazlasını, iki adım belki de üç gerisini.

Biraz şarkıya ihtiyacım var bu mevsim için. Ceplerimi dolduracak dizelere ve belki birkaç haikuya. Öpe öpe kuruttuğum çiçeklere, oyuncaklarına neşe patlamalarının, unuttuğumuz sokak lambalarının mırıltılarına, kenarı kıvrık, sarı notlarına öpüşlerin ve buharına demli gençliğin.
Bir denizin kimbilir nerede, nasıl dalgalanıyor oluşuna..
Bir yara bandı, belki birkaç leblebiye..

Hoş geldin sevgilim, salyangozlar da uyanmak üzeredir.
Kal yanımda, eylül hep kalbimin bitişiğinde, sevdiğim aktörler yakışıklı bir vedanın silinmez busesindedir.
Gözlerim sonbaharda, sonbahar geldiğim yollarda..
Hadi öpüşelim..; sevdiğim iskeleler batmadan, çiçekçiler şehri terk etmeden.. eskisi gibi bozacılara sığınan utancımızı yıllarımızdan, yollarımızdan esirgemeden...