22 Aralık 2014

en uzun gece'm


"Kaybedince daha çok seveceksin..."

20 Aralık 2014

ya tutarsa.


Hayal ettim. Çekine çekine de olsa yaptım. Yapmasam nefesimi bırakamayacaktım.
Ölmekten korkmamaktan bu hevessizlik dedim kendi kendime.
Zamanında birisi hayat akarken sen duruyorsun, sen hareket halindeyken o duruyor gibi bir şey söylemişti. Bu hissini o zaman bilimsel bulmuştum ama tam burada, bu tarihte, bir gece yarısı ansızın aklıma üşüşen bütün ihtimallerin altında ezilmişken bu geldi aklıma. Ve hayır, bilimle değil doğrudan kalbimle ve çarpıntılarla ilgiliydi. Benim bunu duymam yirmi beş yıl sürmüşken, o nereden duydu, bilmiyorum. Bu aralar birilerinin, beni tanımadığını düşündüğüm birilerinin hakkımda hissettiklerine ve yaptıkları tespitlere şaşırıyorum. O kadar. Önce onlar keşfediyorlar sanki ve ben kendime geç kalıyorum.
Bu da hevessizlikten belki.

Şimdi yine hareketin tam ortasında gibiyim ama elimi kolumu bıraksam, oraya buraya çarpacak, yerinden fırlayıp ortalığa saçılan kalbimi toparlayamayacak gibi geliyor.
Bir yandan da geçen gün okuduğum bir şeyler aklımı dürtüyor: "Öyle cesurdun ki.." diyorum kendime. Evet öyle cesurdun ki, batıp çıkacaktın. Unuttun mu? Üstelik en büyük korkuna, ondan korktuğunu söyledin sen, daha ne olacak? 
Dahası yok. 
Her şey yenilenebilir, her şey eskiyebilir, her şey muallak bir halde kalabilir. Bütün bunlar olabilir. Her zamankinden daha fazla. Normalde olmuyor öyle. Her an başıma bir şey gelecekmiş gibi. Yani oluyor aslında ama bu kadar gürültüsüyle gelmiyor.
Gürültüden rahatsız olduğum zamanlar var. Ama bu kez rahatsız olmalı mıyım onu kestiremiyorum.

Kabul etmem gereken şeyler var. Ve kabul ettiğimde anlıyorum ki bu çok da kötü hissettirmiyor. Ya da eskisi kadar dokunmuyor. Kayışa döndü hislerim.
O kadar fazla şey yolunda gitmedi ki, şimdi müthiş dengede bir mucizenin gelip kucağıma yerleşmesi ihtimalini ihtimal olarak bırakmayı tercih ediyorum inancımda. Çünkü bozulur. Bu hep böyle. Dışarısı değil de kendi düşüncem kirletince bir şeyleri onun altından temiz çıkmam imkânsız.

Sadece, kalbimin bu aralar korku, heyecan, çarpıntı, mutlu mu mutsuz mu olacağını kestiremeyen, bekleyişten kasılan bir halde olduğunu biliyorum.
Ansızın bir şey aklıma geldi ve o andan beri yeniden hayata inansam mı, yoksa yine çekeceği harekete karşı gardımı mı alsam çelişkisindeyim.
Olacakla öleceğe çare yok demiş büyük insanlar ya, o olacakla öleceği de yatak döşeklik hale biz getirmiyor muyuz? Bilemedim.

Bildiğim tek bir şey var: Bir yer var, orayı, orada ölmeyi isteyecek kadar çok sevdim. Bir an vazgeçmeden.
Bir adam var, onu uzun mevsimler boyunca, öyle sadece midemdeki kelebeklerle değil, tarhana çorbasıyla da sevdim.
İstediğim bir şey var, kendi kendime, sevdiğim bir yerde, kalbimin "tamam bu" dediği bir şeyler yaparak uyanmayı diledim. 

Çok dik bir yokuştan yuvarlanalı bir seneyi geçti. Bu bir senede öyle kan revan içinde kaldım ki, ne demir ne bir şey, hiçbir şey geriye getirmez kan sahipliğimi. 
Ama insan inadına bir şey arıyor, çok acayip. Ölmekten korkmazken bile arıyor. 
Ve hayal kurmak feci bir şey. Vazgeçirmiyor insanı o arayıştan.
Bazen diyorum, kalbinin defalarca kez bıçaklandığına şahit oldun, yerlerden topladın şu ömrü, parçalarından yama yaptın, hâlâ "yarın" diye bir şeyden söz ediyorsun.

Çünkü durduğum yerde hareketi izliyor gibiyim. Hareket ederken de bir şey beni izliyor gibi.

Yani yok oluşa dair bir tarih kestiremeyince böyle şeyler düşünüyor insan ve 
kendine bir yer yapmak istiyor.

Demir atmak.
Artık.

14 Aralık 2014

sarı ışık sızan evlerde'n


Tanıştığımız yerde güzel ağaçlar hatırlıyorum. Genzimizden akıttığımız sonsuz ve coşkun bir su. Çubuk krakerimizi nereden aldığımızı hatırlamıyorum, ama dünyada hastaneye bakıp da güzel olan nadir yerlerden biriydi. Bir bayırı koşarak çıkardık her kırk dakikada bir. Senin hiç arkadaş olamadığını söylediğin o kızla salkım söğüt yıkamıştık bir keresinde. Söğüt Dede. Evet böyle bir ismi vardı. Karıncaların ağaçta yürümesi korkunç bir şeydi o zaman ve biz sahip olduğumuz her şey çok temiz olsun istiyorduk. 
Sahip olduğumuz her şey çok temiz olsun.
Değişmeyen bir sürü şey görüyorum şimdi yer edinemeyip de kenarına ilişmeye çalıştığım şu dünya parçası üzerinde. 
Yıkayamadığım kirleri var bazı şeylerin. Yıkayıp da akıtamadığım. Ama hep temiz olsun istediğim.
Uzun uzun susardım.
Uzun uzun susuyorum.
Baktığım bir çift göz beni o ağaçların arasına götürüyor mu emin değilim, ama hâlâ benim kaçtığım rüyalarla senin bilimkurgu senaryolarının kesiştiği bir yer var, ve muhtemel ki on bir yaşında.
Yanındayken büyümemi engelleyen bir şey var. Oysa temizleyemediğim bir sürü şey arasında öyle yaşlanıyorum ki..
Mutsuz olduğumu söylemem incitiyor bir şeyleri, bunu görebiliyorum. Ağaçları olmasa da gölgelerini seziyorum bakışında. "Deme öyle..." deyişinde hışırtısı var yaprakların. Bir güz öğleden sonrası gibi masaya dökülenlerin sesleri. Dürüstçe susma, dürüstçe konuşma çabamın arkasından illa ki bir mutsuzluk bırakmam aramızdaki mesafede kalp kırıyor. Yapacak bir şeyim olsa, böylesini tercih etmezdim. Büyümeyi etmeyeceğim gibi. Yaşlanmayı, çürümeyi. Suskunken sesimi tamamen yitirmeyi. Bir şeyleri gönlümce, dolu dolu, "şunu istiyorum" diyememem de hissediyorsun ya, büyük bir kayıptan. Hiçbir şeyin fark etmediği bu yere sen taşıma kendini. Bir şeyleri arzu etmek sağlıklı bir şey. Ve ben pek sağlıklı sayılmam. Yine de yanındayken hissettirmemeye gayret ettiğim bir on beş yıl var. İç geçirdiğin onlarca anın ardında ne aramam gerektiğini bilmiyorum. Sadece yaşayan bir şeyler olduğunu kestiriyorum, belki de buna inanmak istiyorum. Benim ölülerim ve senin yaşattıkların. Kaçtığın konularla baskınlar düzenlemek istemiyorum kalbine. Bunu yapmayı sevmem. Bazı perdeler kendiliğinden açılır, bazısı bir ömür öyle kalır. Tozlanması gerekiyorsa tozlanır. Belki de böyle olmamalıdır. Ben yolunu bilmiyorumdur. Bilmek istemiyorumdur ya da. Veya nasıl ki sen cevabımın olmadığı soruları sormuyorsan ben de zaten yitik olan kelimelerimin sakatlığıyla engelli bir koşuya çıkmayı gereksiz buluyorumdur. 
Sevdiğim şeyler var. Söylemesem de.
Bazı şeyleri açık açık söylemeyi sevmiyorum.
Ama sevdiğim bir ülkenin adını söyledim.
Bir deseni nasıl boyamam gerektiğini sordum.
Ve iyi hissettiğim yerlerde bulunmak, hissetmediklerime nazaran daha kolay "evet" dedirtiyor.
Neye evet. Yeni bir güne evet.
Beni iyi hissettirmek için yaptıklarının kıyısından, iyi niyetine evet.
On bir yaşıma evet.
Susmaya evet.
Konuşacak bir şeylerim vardı.
Gelirken yolda kaybettim.
Çünkü vapurlar şişman iç sıkıntıları için fazla güzeldi.
Ağaçlı bir şeyler hatırlıyorum. 
Onları sen de unutma.
Ve kolun, hem çocukluk bahçelerindeki, hem Gezi'deki, hem de hayatın nefesindeki bütün ağaçların kök salması için elverişli görünüyor.

12 Aralık 2014

"dönmeyeceğimiz bir yer..."


Olmak istediğim yerlerde gökyüzünden renkler akıyor. Olmalı. Kar ve renk.
Öyle bir yerden gelmiş olmalıyım diyorum bazen. Gelmediysem de gitmeliyim.
Bir şekilde ilişmeliyim o fotoğrafa. 
Coğrafi ağırlıklar oturuyor göğsümün üzerine bu aralar.
Başıma rüzgârlı ağrılar.
Sağlıklı hissetmiyorum. Gözlerim zaten görmezken, gördüğü kadarını da taşıyamıyor sanki kapaklarım. Her şey çok karanlık. Burada. Yağmurdandır. Değil. 
Yağmurla hiçbir alıp veremediğim yok. Günler karanlık. Sokaklar beton. Güneş aramıyorum, başka bir şey.
Benim istediğim zaten hep başka bir şey.
Yalnızlığın dokunduğu, kalabalığın ürküttüğü yerdeyim.
Ve biliyorum cebimdeki bilet yetmeyecek.
Daha kuzeye dair bir şey olmalıydı o.
Burada işim yok.
Gücüm hiç yok.
Sebebim, sanmıyorum.
Başka bir hayat hayali mümkün kılınabileceği için mi bu denli düzenli bir nefes veriyor her yeni gün bana? Başka bir açıklaması olamaz yoksa.
Bir süre, belki işler düzelene kadar, sahip olduklarımla mücadele edip de bir şeyleri vasatın üzerine çıkarana kadar Marion'a bakarak uyumaya, daha çok uyanmaya karar verdim.

Bir kış için en uygun renklerin uçuk pembe, çağla yeşili, bulutlu mavi olduğunu düşünüyorum. Ama ellerim çok yaşlı bu mevsim. Bu diriliğe dokunup da kirletirim korkusu var. Utandırıyor bu his beni.
Evvelsi gün sinemanın karanlığında bile saklamak istedim.
Belki de başka bir avucun nicedir kaldırıp da bakmayışındandır.
O avucun.
Sıcak.
Üşüdüğündendir belki.
Ya da hiçbirinden değildir.

Mutsuzluktur basbayağı. Sımsıkı tutup da bırakmayan.
 

3 Aralık 2014

bir çift


Basit olması gereken şeyler basit olsun istiyorum. Çok değil bence.
Bir şey, iyi bir şey yapmaya çalışırken sistemsel çelmeler can sıkıyor. Oluvermeyince minik sürprizler. Senden başka şeylere bağımlı olduğunda gerçekleşme ihtimalleri.
Zaten mutsuzuz. Zaten canımız sıkkın. Dünya zaten ağrılı bir yer.
Birbirimizin yüzüne minik güneşler bırakmamız niye bunca mesele? Zaten çok yağmur var.
Yıl olmuş kaç, hâlâ eşzamanlı olduramıyoruz bir şeyleri. 
Güzellikler, yapmaktan pişman olunacak şeylere dönüşüyor. 
Ne hakkın var buna postacı?
Kapıyı çalmaman bizi çok kırıyor.
Ve sen bundan hiç haberdar olmuyorsun.
En kötüsü.
Ama bak hava karardı ve kalın perdeleri kapatmadım.
Tülün ardında ışıkları yanıyor salonun.
Bunu anlıyor musun?


Ben de öyle düşünmüştüm.