20 Aralık 2014

ya tutarsa.


Hayal ettim. Çekine çekine de olsa yaptım. Yapmasam nefesimi bırakamayacaktım.
Ölmekten korkmamaktan bu hevessizlik dedim kendi kendime.
Zamanında birisi hayat akarken sen duruyorsun, sen hareket halindeyken o duruyor gibi bir şey söylemişti. Bu hissini o zaman bilimsel bulmuştum ama tam burada, bu tarihte, bir gece yarısı ansızın aklıma üşüşen bütün ihtimallerin altında ezilmişken bu geldi aklıma. Ve hayır, bilimle değil doğrudan kalbimle ve çarpıntılarla ilgiliydi. Benim bunu duymam yirmi beş yıl sürmüşken, o nereden duydu, bilmiyorum. Bu aralar birilerinin, beni tanımadığını düşündüğüm birilerinin hakkımda hissettiklerine ve yaptıkları tespitlere şaşırıyorum. O kadar. Önce onlar keşfediyorlar sanki ve ben kendime geç kalıyorum.
Bu da hevessizlikten belki.

Şimdi yine hareketin tam ortasında gibiyim ama elimi kolumu bıraksam, oraya buraya çarpacak, yerinden fırlayıp ortalığa saçılan kalbimi toparlayamayacak gibi geliyor.
Bir yandan da geçen gün okuduğum bir şeyler aklımı dürtüyor: "Öyle cesurdun ki.." diyorum kendime. Evet öyle cesurdun ki, batıp çıkacaktın. Unuttun mu? Üstelik en büyük korkuna, ondan korktuğunu söyledin sen, daha ne olacak? 
Dahası yok. 
Her şey yenilenebilir, her şey eskiyebilir, her şey muallak bir halde kalabilir. Bütün bunlar olabilir. Her zamankinden daha fazla. Normalde olmuyor öyle. Her an başıma bir şey gelecekmiş gibi. Yani oluyor aslında ama bu kadar gürültüsüyle gelmiyor.
Gürültüden rahatsız olduğum zamanlar var. Ama bu kez rahatsız olmalı mıyım onu kestiremiyorum.

Kabul etmem gereken şeyler var. Ve kabul ettiğimde anlıyorum ki bu çok da kötü hissettirmiyor. Ya da eskisi kadar dokunmuyor. Kayışa döndü hislerim.
O kadar fazla şey yolunda gitmedi ki, şimdi müthiş dengede bir mucizenin gelip kucağıma yerleşmesi ihtimalini ihtimal olarak bırakmayı tercih ediyorum inancımda. Çünkü bozulur. Bu hep böyle. Dışarısı değil de kendi düşüncem kirletince bir şeyleri onun altından temiz çıkmam imkânsız.

Sadece, kalbimin bu aralar korku, heyecan, çarpıntı, mutlu mu mutsuz mu olacağını kestiremeyen, bekleyişten kasılan bir halde olduğunu biliyorum.
Ansızın bir şey aklıma geldi ve o andan beri yeniden hayata inansam mı, yoksa yine çekeceği harekete karşı gardımı mı alsam çelişkisindeyim.
Olacakla öleceğe çare yok demiş büyük insanlar ya, o olacakla öleceği de yatak döşeklik hale biz getirmiyor muyuz? Bilemedim.

Bildiğim tek bir şey var: Bir yer var, orayı, orada ölmeyi isteyecek kadar çok sevdim. Bir an vazgeçmeden.
Bir adam var, onu uzun mevsimler boyunca, öyle sadece midemdeki kelebeklerle değil, tarhana çorbasıyla da sevdim.
İstediğim bir şey var, kendi kendime, sevdiğim bir yerde, kalbimin "tamam bu" dediği bir şeyler yaparak uyanmayı diledim. 

Çok dik bir yokuştan yuvarlanalı bir seneyi geçti. Bu bir senede öyle kan revan içinde kaldım ki, ne demir ne bir şey, hiçbir şey geriye getirmez kan sahipliğimi. 
Ama insan inadına bir şey arıyor, çok acayip. Ölmekten korkmazken bile arıyor. 
Ve hayal kurmak feci bir şey. Vazgeçirmiyor insanı o arayıştan.
Bazen diyorum, kalbinin defalarca kez bıçaklandığına şahit oldun, yerlerden topladın şu ömrü, parçalarından yama yaptın, hâlâ "yarın" diye bir şeyden söz ediyorsun.

Çünkü durduğum yerde hareketi izliyor gibiyim. Hareket ederken de bir şey beni izliyor gibi.

Yani yok oluşa dair bir tarih kestiremeyince böyle şeyler düşünüyor insan ve 
kendine bir yer yapmak istiyor.

Demir atmak.
Artık.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder