27 Eylül 2009

vuruverir...*

" Ne ansızın yağmur ne gökkuşağı
Ne dipdiri sabah, gözyaşı "
...

24 Eylül 2009

benim adım...*


Düşsüz yağmur sokakları...
Sokaklara prangalı aşk...
Düşüm aşk... Aşkım düş...
Bir masal şimdi denize çıkan sokakların kokusu... Masalımdan kanatlanan adından dökülen ışıltı, yıldız alacasından çalıntı...
Seni sarmalayan bu papatya uykularda, saçların gülüşünü kıskanır. Kıvrımlanır gece dudağının kenarında...
Gamzenden taşar düş...
Düş... Sokak sokak... Adını döktüğüm çiçek tohumları filizleniyor bu bahar girizgâhında güzün...
Toprak kokuyor yüzün...
Yüzün mektup mektup sararmıyor bu yaprakların ardı sıra...
Sokak; deniz kokulu...
Dalga seslerini iliştirdiğim eteklerimi değdiriyorum rüzgâr öpüşüyle, turunç düşlerine...
Düşlerin; çocuk...
Gözlerimden akıttığım gece, avuçlarında kum, gülüşünde kanat çırpan yitik yaz...
Yeşilin değdiği tenime, turuncular akıtıyorum..
Gece ıssız, sokak; toprak kokusu...
Yağmur sonrası bekleyişlerimde deli mavi heyecanlar bu gece...
Üzerime geçirdiğim soluğundan taşıyor şehir ışıkları, kimsesizlik renkleri, tortusu yalnızlığın...
Kanatlarıma dokunan parmak uçlarında; mevsimler kadın, kentler kokusu, gerdanında salınan güzün...
Yorgun zamanların aynaya bakan kanatlarıyım bu eylül sonu nefeslerinde...
Sözlerin kırık bu hazan, baharı sayan heyecanlarımda nazlanması yarınsız havalanışlarımın...
Katmerlenen düş; portakal kokusu...
Dizlerimden bırakıyorum salıncak, kalp çarpıntılarımı...
Duasız geçirdiğim günler, ertesi gün tesellisi sevdamın...
Bulutlara karışıyorum, denizlerden tuz aşırıp saçlarına takıyorum sonsuzluğu...
Kanat çırpıyorum, gün düşlerine gecesiz yanmaların...
Boyuyorum portakal ağaçlarını, renk aşırıyorum şiir kokan dudaklarından...
Müziğinden taşıyorum, ıslanıyorum gözlerinde, savuruyorum iklimleri avucuna, bu tenimi yalayan rüzgârla öpüyorum tutuşlarını çocukluğun...
Kanatlanıyorum sana en yakın dünden...
Mesafedeki tek gerçeklikten doğuyorum gece üçe varırken... Gerçeklik gerdanında salınan tebessümü gökkuşağının...
Güneşin portakal kokmaya başladığı saaatlerde, basıyorum kuma ve gecenin yıldızlarını saçıyorum kadın masallardan...
Benim adım,..
..Kelebek...

23 Eylül 2009

gülüşün; soluğum...


Bu yaz akşamına özenen güz ışıltısı, eylül kız...
Yeşerik düşlerimi bırakıyorum avuçlarımın arasından, yağmurla kadın olan deniz çalkantılarına... Menevişli geceler, toprak kokusu, su dokunuşu...
'Hoşçakal'sız vedalara alışık benim gitmelerim. Terk etmediğim aşklarımı kaldırıyorum çeyizlik sandıklara. Eski sarı, eski şarkı, aynı gün... Gün, geceden arta kalan dilek ağacı, rengi...
Rengimde gülüşün, gülüşünde gökkuşağı... Mevsimsiz aşklar yaşıyorum nice zamandır...
Karını güneşle bileyip, yağmurunu ayazlara katıyorum... Ah ellerin, mevsim döngüleri gibi haşmetle avuçluyor sevdamı... Sevdasız şarkılara katıyorum oluk oluk, kana kana bahçelerini buselerinin... Bir delifişek şimdi zaman turunç turunç akıyor çehrenden sabır...
Gün doğacak ve yenilenecek umut, katmer katmer yıldızdan doğacak maviliği denizlerin...
Bir yanım sen bu akşam, ötekinde ellerin...
Ah eylül akşamlarının nar çiçeğine sarılı kokusu...
Büyüsüz mucizeler gibiyiz, gözyaşıma dokunsan yağmur yağacak, gökkuşağına hasret...

15 Eylül 2009

eylülün aşk hali*


İçimde filizlenen kelebek kanatlanışı, uykularının en yeşerik anından tebessüm... Üzerime bir şal gibi attığım bu güz yağmurlarındaki bekleyiş, avuçlarından akan sıcaklığa hasret...
Altına sığamayıp kenara attığımız şemsiyenin, rüzgâr tokadı yemiş telleri gibi yalnızlık. Yalnızlığım, kırık dökük...
Akşam güneşi perişan, deniz fenerlerinden ırak...
Gönlümü çelmeyen sokakların çocuk gülüşünden bilyeler topluyorum... Havanın ışıklarını söndürdüğü saatler, taze biçilmiş çimen kokusu başlangıçlarım...
Gözlerime uzun süredir değmeyen denizi aşırıyorum, işaret parmağımın ucundan göz kapaklarıma.., durak; uyku saklayan kirpiklerim...
Çoğu kez sesini dinliyorum kalabalığın ve pek çok kez bulamıyorum masalını kaybeden çocuğu, aya uçmuştur belki görünmeyen yazda...
Garın önünden geçmiyorum nicedir, o eylül akşamını takıyor saçıma, bir de uçuşan etekleriyle ilk aşkı...
Sinema salonlarından taşan kalabalık görünmüyor, gündüz rengi kahve kokusuna.. Gitmez oldum sevdiğim, saklayıp sana göstermek için can attığım sinema biletli salonlara...
Yarınımın broşunu düşürdüğüm salonla, boynundan küpemi bıraktığım salonu öpüştürüyorum düş sokaklarında... Fiyat soruyorlar bir iki parça yitik öpüşüme; sahibinden aşka kiralık...
Bir de ölümler var, hazan..; rengi ebruli ölümün...
Kuş ölümleri acıtıyor bakışımın değmediği toprağını tenimin... Sulamaz oldum gece bitkilerini, sabah olmayan mevsimlerde...
İklim iklim döndürüyorum şimdi rüzgâr güllerini heyecanımın...
Camı öpen kaşık sesinde arıyorum sıcak çay şefkatini... Şiirsiz uyuyamadığım gecelerde, heykel çizgilerini sayıyorum... Kelimesiz romanlar gibi derin varlığın, sessizliğin, bahar senfonisi...
Nane, buram buram.., damağımda limon, dudağımda adın var... Müziksiz konserler gibi sayıklıyorum adını... İki hecelik destan...
Usulca bırakıyorum yıldızını gecenin, o unutulmaz yazdan...
Yazlar yıldız alacası, söz ver yine o eylül akşamından...
Seni ...

12 Eylül 2009

gül(üş)üm gül...*


Zordur durmak bazen uçurum kenarı, kağıt kesiği... Gülmek tek kayda değer soru, gerisi gülünesi bir sorgu... Çabalıyorum güzelim, tutunmaya yağmur davetlerine, toprağın şehvetli yediveren çağrısına, perdelerimi dans ettiren imbata... Bir öğle vakti başını koyup, kokunu sindirdiğin yastık izine... Kalemler tükeniyor yazmalarında sevdanın.. Yolunu gözlüyorum gökkuşağı yansımalarının, ay taşı küpelerime... Doğacak yeniden bir kasım sabahı... O zaman sarı tebessümler takınıp alevlendireceğim, kızıl şarabını.. Bazı mevsimlerin uykusu ne uzun, şu kelimesiz kalem sesleri... Durakların bekleyişlerine, bir peçeteye yazıp avuçlarına sıkıştırdıkları telefon numaralarıyla cevap veren otobüslerin şuh uğrayışları, eski bir şarkının en huzurlu notasından sığıntı... Aşk şimdi, gri ışıltılarından dökülen; gülümseme, arifesinde isminin... Avuçlarında dalgalanan sularımdan taşıyorum. Yağmura karışıyorum, gözlerimden sana akıyorum... Seni bekliyorum güzelim, seni bekliyorum... Kadehimden ve dudağımdan 'kırmızın' döküle döküle...

9 Eylül 2009

Zeval...*


Duasız dudaklarımı araladığım gece öpüşlerinden sıyırıyorum, avuçları taş kesiği düşlerini...
Güzsüz mevsim tablolarını ezber ettiğim yıllardan kaçarken, yağmur ikindisi bu sonbahar...
Senin gözlerin; arifesi, aşk kokulu toprağın, uykumla birleşmesinin...
Kurtarmıyor bu gece beni poyraz. Bu güz, geç haykırır sanmıştım. Denizlere boşalan yağmurda ismim yitik fener... Sancısız anılarının enginliğinde, taktığım çelme kalp ağrına...
Mısrasız akşamüstü sohbetlerinden, demli geceye vasiyet bıraktığım kararmış gümüş tokada, tazyikli su izi..
Susuz yaz. Yaz. Yaz.. Güz...
Laciverdini yitirdiğim gecede şölen.. Ah şu badem ağaçları...
Rengin içimi dağlıyor bu aralar.. Dudağım pudra, uykular kefen...
Çâr-çeşm ile bekliyorum min-el ezel kehribar akıtması, mercan düşlerini...
Afak aşırıyor gamzenden kızılcık şerbetini...
Dayanmak zor bu yağmurlara,şiirsiz...
Eylül başı igyam saatlerinde dolduruyorum gökyüzünü ciğerlerime... Mücerred sağanak yetmiyor akıtmaya memnu kalem zevrlerini...
Kuyusuz kahraman gülüşlerinden denizler taşırıyorum, kıyısızlığıma yol katmak için... Toprakta meserret, suda meftun...
La'linden damlayan seherde bahr fusûl...
Üfle şem' e, gece yansın... Berklere ilişsin alev, güz penceremde lerzan soluğuna bulaşsın... Gisûm çözülüyor inci taşan gerdanında...
Zor bu yağmur ikindileri...
Ah bir de badem ağaçları...

2 Eylül 2009

güz yaşı...*



Kelimesizim bu eylül başı, yağmur arifelerinde... Solgun gül demetlerinden damlamayan kızılı, gökte arar durur yıldız yıldız, kanayan avuçlarım...
Ciğerime dolan denizde yıkayamıyorum, saklanmış gazete kupürleri gibi; geçmiş zaman olur ki...
Açelyalar ilişmeyen saç tellerim, çarşafında, dudaklarım kayıp yastık izi...
Yaldızlı jelatinlerle paketlediğim yalnızlığım duruyor tozlu rafta, sana hediye edilmek üzere...
Her yeni gün, gece akıtıyorum kirpiklerime, yıldızlar avucunda boy veriyordur belki...
Ve gecesinde saçlarımın örgüsünü bozup, küpelerimi komidine bırakıp geliyorum yitikliğin koynuna...
Masa başı mesaileri dolduramıyorum sesi olmadan ispinozların ve fitillenmeyen kandillerin gölgesi saklanmışken... Akvaryumunda güzümün... Sararmış fotoğrafları eşliyorum ağustostan öksüz, kuru yapraklarla... Guguklu saat döngüsünde ineceğim liman, kız çocuğu...
Genzime sarılıp, soluğumu yoklayan düğüm gibi uzak sevdan...İçimde yükselen sarmaşık, nabız ritmimin şüpheli adımı, bir temmuz öğle saati kanımda eriyen...
Sayamadığım mevsimler boyu bekliyorum, dağların gelinlik giymesini, denizlerin güneşle sevişmesini, kiraz ağaçlarının tomurcuklanmasını...
Çiçeklenmeyen baharlarda doğuruyorum seher renklerini parmak uçlarında... Tan sabırsızlanıyor, dudağından öpmeye düşün...
Alazlanıyor ismim dudaklarında...
Şerbet akıtıyorum gecenin surlarından, enginliğine uykularının...
Ab-ı bâde-reng döküyorum, nevşah bakışlarına...
Dinmiyor... Mesken tuttuğum bahçelerde incir ağaçları, şahikasız gecelere gebe...
Zorlayamadığım kilitlerden ten masallar duyuluyor. Metal dönüyor boş..
Bir tersine serzenişte kaybediyorum yolunu hükümsüz yarının...
Tutuşmuyor içinde kırgınlığı, cesedi eflâtun bakan sazlıkların...
İvmesiz kaydıraklardan bırakıyorum dolunayı; hanen yangın yeri, yüreğin sel..; denize seslen...