29 Nisan 2020

defterler


Dün gece gökyüzünün rengi olağandışıydı. Bugüne dek yeterince bakmadığımızı, görüp de farkına varmadığımızı, acil durumlar için yeterince içine karışamadığımızı düşündüm.

Dünlerde, var olan her şeyle ve herkesle temasımızı nasıl da kaybetmekten korkmadan kurduğumuzu.

Tüm bakışlarımız, dokunuşlarımız, nefeslerimiz, duyduğumuz nabız sesleri, beraber bira içtiğimiz bardaklar, uzun sarılışlar ve her şey bir anı defterine toplanmış gibi şimdi.

"Yaşlanınca da insan böyle hissediyor demek ki..." deyince B, kalbim ağrıdı.

İz bırakan her şey, sahiden izini bırakıp ölmüş gibi. Sararıp solan bir fotoğraf olmasından korktum aniden; Nazım'ın bahçesinde geçen yaz akşamlarının, kan ter içinde dans ettiğimiz cumartesi gecelerinin, kirlenmenin meselelerimiz arasında olmadığı her anımızın, iç organlarımızı sarsacak kadar hızla yükselen salıncakların, sokaklarda bir kilit taşı kadar uzun kaldığımız zamanların. 

Düşünmeseydim keyfim yerindeydi, ev iyi ve sadık bir sevgiliydi ama kalbimi kırdı, aniden her şeyin gerçeklikten hatıraya düşmesi.

Sonra kendime sarıldım, kaburgalarıma değen parmaklarım üzerinden bir kez daha geçti sözcüklerin;

saklamaya değer hiçbir şey yok anılarımızdan başka.

Anlarımız, anılarımızın sadece birkaç saniye öncesi.


13 Nisan 2020

duvara karşı


Üzerinden yeşil sarmaşıkların bellerine kadar sarktığı, ismini bilmediğim yeşilliklerin sımsıkı sarıldığı örme tuğla duvara karşı geçiriyorum her günü. Aramızdaki pembe tül hoşuma gidiyor, sanki her gün patır patır çiçeklerin tomurcuklarından fırladığı, iştahı açık gürbüz ve yanakları al al bir 
mayısa uyanmışız gibi. Duvarın üzerinde asla sıkılmadan yürüyen, koşuşturan, randevusuna yetişen kediler de hoşuma gidiyor. Hafif bir esintiyle salınan ağaçlar da eklenince, gerçeklikten kopuk bir pencere açıyorum kendime. Hele bir de utangaç güneş çok da nazlanamayıp kendini ele verdiğinde, adeta başka bir yere ışınlanıyorum.

Tuhaf bir dinginliğin koynuna girip yerleşmiş gibiydim. Usulca ve baharına kavuşmuş duvara karşı bekliyordum. Çizik ata ata, gün saya saya bir beklemek değil ama, yeni başlayan günün mucizelerine biraz bel bağlayarak. Sanki herkes, her şey biraz sussa, sessizce beklese bir bahar sabahına başka türlü uyanabilirmişiz gibi.

Neden geçmiş zaman ve pişmanlık ekleriyle düşündüğümü bilmiyorum. Belki zamanın beklediğimden hızlı geçmesiyle ilgilidir bu. 
Bir mevsimi içime çekemeyişimizle, ciğerlerimizin nane mollalığıyla ilgilidir. 

Evde ve kabuğun altında olmanın sıcaklığı bunu biraz olsun dindiriyor ama. Bir süredir tozunu almadığım kuytularıma dalıyorum. Alışkanlıklarıma dışarıdan bakıyorum, inceliyorum paslanan kaslarımı ve farkında olmadan güçlendirdiğim reflekslerimi. Şaşırıyorum ve bocalıyorum ve tuhaftır ki üstesinden gelmekten fazlasını da yapabiliyorum.

Okuğum, dinlediğim birkaç bir şeyin beni savurduğu kör karanlıklardan da çıkış için, nedensizce ama illa ki bir yerime saklamışımdır çakmağımı aramam gerektiğini hissediyorum. Tuhaf bir blok süreç bu. Kendimi bunca durgun ve barışık ve dönüşüme açık ve akışta kalmaya gayretli hissetmeme rağmen beynimi terletmekte ve uykumu bölmekte ısrarcı bir şey var. Buna bir sebep bulamıyorum, acaba bilmediğim veya reddettiğim bir korkum var da, bu kadar baş başa kalınca daha fazla gizleyemiyor mu kendisini? Bilmiyorum, bir kez olsun, bu kez olsun uykum benden yana olmalıydı sanki. Bu beni biraz incitiyor.

Yine de evin sıcaklığı yanağımı okşuyor, kalbimi ısıtıyor. Üzüldüğüm çok şey olsa da, özlemediğim bir sürü insandan uzak olmanın iyileştiriciliğine odaklanmış durumdayım. Kendi sahamda, kendi baharımı yaratarak bir süre daha kendi devingenliğimi seyre dalabilir, şaşırabilirim günlere, aynada gördüğüm benlere. Gizlemediğim cümlelere, çıplak seslere.

Bir tek kara kıza sarılamamak, bunun çözümsüzlüğü biraz yıkıcı.

Ama biliyorum, iyileşecek dünya ve yaz gelecek.

Bu oldurduğumuz insanları kıyılara indireceğiz, yepyeni şeyler konuşacağız, daha güzel hayaller kuracağız. 

Yeniden tanışacağız birbirimizle, bildiklerimizle ve bu heyecanlı olacak.