14 Aralık 2023

"Nerelere gidemezdim?"*

 

Kaldığı yerden gibi değil de kalmadığı yeri eşelemek gibi...

İnsanı daha iyi versiyonuna taşıyan şey kesinlikle mütevazi kılıklı ve hatta inkâr edilebilir bir görünmezlikteki arzu ve onun devleşen gölgesi.

Boşvermişlik ve kanıksanmışlık paslandırıcı bir 9-6.

Eskiden bazı günahların ardındaki sebepleri anlamazdım, artık anlıyorum. Anladığım şeye üzülüyorum.

Adaletten uzak bir yerden hak dağıtmak gibi bir niyetim yok ama insanın karakterindeki marazları öğrenmesi ve ideal olandan uzak düştüğü gerçeğiyle yüzleşmesi biraz sabıkalılarla empati kurmasını sağlıyordur belki.

Günler doğuyor ve günler batıyor ve içine hapsolduğumuz bu et bazen ruha yenik düşüyor. Kanunların ve kaidelerin ve temelsiz alkışların arasında tutundurmaya çalıştığımız bu kimlikler başka bir evrende bazı su birikintilerine düşüp ayaklar altında paramparça oluyor, veya çok eski bir rüyadaki daracık bir sokağın çıktığı parkın ortasındaki trabzanın soğuk metaline tutunup kalıyor.

Yine ağaçların aklımı karıştırdığı bir yere vardım ve korkarım ki bunun da kendini iğnelediği mevsim günlükleri ve başlangıcı olmayan sonuçları var...


Çok iyi bildiğin bir şeye fena halde hazırsızlık yakalanmak. Duygusu bu.

Kehribar. Rengi bu.

"Nerede uzun süre kalırsam, orada sorunlar başlar

Savruluyorum..." Şarkısı da bu.

 

 

21 Kasım 2023

daha önce karşılaşmış mıydık?

Birkaç gün önce İstanbul'un hiç bilmediğimi sandığım ama aslında bilip de unutmayı seçtiğim bir yerinde, bir dairede, bir kadınla fırtınada, yas tutan Ortadoğulu kadınlar gibi gövdesi bir oraya bir buraya sallanan ağaçları izleyerek ve martıların gövde gösterisine şahit olarak üç saat geçirdim. Ne 12 sene önce Eskişehir'in o akşam saatine benziyordu ne de 6 sene öncenin Şişhanesine. Şişhanesine. Buraya kesme işareti koymamak sinirimi bozuyor. Neyse. 12 sene önceyle tek benzerliği kasımda oluşumuz, 6 sene önceyle tek benzerliği de içinde bahar geçen bir mevsimde oluşumuzdu. 

Zaman geçmiş, hem de böyle demetli, düzineli sayılarla. "Nasıl geçti bunca yıl?" 

O kadar bilmiyorum ki. Cevabım umut vaat etmeyen şaşkın bir: "Nasıl geldik buralara?" 

Hiç geçmez sandığımız şeyler geçip, bir de senden eksiltip, üzerine yenileri ekleyip -ki bundan emin değilim çok- sürükleyince o tarihten bu tarihe, oldu bitti galiba.

Hiçbir şeye gücümün yetmeyeceğini düşündüğüm bu yerde bi durup da 34 yaşıma, 28'ime ama en çok da 22'ime bakınca.. Sahiden bir baş dönmesi gibi geçiyor hayat. 

Ve silinen izler inatçı gençlik yanılgısından baya silkeliyor insanı. 

Kendimize kazıdığımız şeylerin acıları, tutkuları, tebessümleri, öfkeleri ve nihayet ateşkesleri.., onlar bile siliniyor-muş bazen. Bu biraz üzücü. Kanıtsız kalmışlık hissi. 

Hiç bilmediğim bir evde, benim için bir sürü şeyin anlamının silikleşmiş gölgesiyle otururken bir sürü şey düşündüm. 

Belki de her şey, üzerine yeni masallar yazmak içindir. Belki de bir dua gibi ezberlediğimiz hatıralar kendini tozlaştırmayı seçtiğinde direnmenin çok da bir anlamı yoktur.

Belki bazı ezberler ve dualar özgürleşmemizin önünde bir bağdır.

Ki dualar ve ezberler genelde öyledir.

Müspet ilimler yolunda yakışanı yapmak da vazifemiz değil de nedir.



4 Ağustos 2023

Aramızdaki En Kısa Mesafe*

 

Veda edebilmek çok güçlü bir karar. Yaptım oldu gibi değil, gönül bağlarını gevşetip salmak, ardına dönüp bakacağın tüm görüntüleri silmek. Bir eforla silmek değil ama, dönecek bir yol varsa yolu hatırlamanı sağlayacak ekmek kırıntılarını kuşların yemesi gibi.

Bir hikâyeden valizini toplayıp usulca çıkmak, sessizce. Kimsenin hemen bir anda fark edemeyeceği bir hafiflikte, bütün ağırlığını valizine yükleyerek belki yolda onu da yok ederek.

Bir zaman alıyor her şey. Eşyanın esaretinden çıkmak arzusu da hemen oluşmuyor. Anlam yüklenilen şeylerin kaybının fikri, yüzme bilmediğin denizde açıkta kalmışsın gibi korkutucu geliyor; tutunacak bir şey olmaması, yitip gitmek. Belki de kanıtları yok edersek unutuluruz korkusudur bu.

Bu mevsim birden fazla ses verdi kalbim. Büyük bir doygunlukla ve büyüsünü taşıyarak veda ettiğim bir manzara, tozlu ve kırgın bir hikâyenin yapraklarının dağılıp yok olduğunu gördüğüm, tebessüm yaratan bir rüzgâr, ayağımı yere sımsıkı basmamı sağlamış, güç vermiş ve güçsüzleşmiş, yaşlanmış bir kapı. 

Her şey, hepsi yaşandı. Oradaydım. En iyi ve bütün kötü versiyonlarımla. Bir veda için çok iyi bir giriş ve gelişme gerekiyor. Sonuç elzem. Ama veda, demlenince çıkan bir renk. Ve tuhaftır ki, sahiden başarıldığında hafiflemekten mi, bir anlatıya nokta koymanın yazar hazzından mı, yaşandığına değdiğinden mi bilmiyorum, iyi gelen bir şey insana. Kendisiyle, seçimleriyle, yaşadıklarıyla arasını yapan bir şey.

Sımsıkı topladığım saçlarım çözülüyor gibi şimdi. 

Yeni sayfalardan korkuyor biraz parmaklarım, kalem tutmak için biraz titrekler.

Yeni başlangıçlar da nadas istiyor belki ya da doğurulmak sancıya sancıya.

Bir haftadan uzun, iki haftadan kısa bir süredir sürekli ağlamak, ağlaya ağlaya içimden çıkarmak istiyorum bir şeyleri. Üzüntüden değil. Üzüntü hariç değil ama kökeni bu değil. Sanırım o yolda valizi açıp birer ikişer attığımız şeylerden birisi bu. Ağırlıklar kendini benden azad etmek istiyor, ben de hafiflemek..ve bunu yapmanın bir yolu da gözyaşıdır belki. Bir ağlasam veda mektuplarıma imzam da çıkar aslında ama bu konu çok bebek adımlarıyla ilerliyor, kavradım onu.. Büyümen gerekiyor, mevsimleri saymayı bırakman gerekiyor, vurulman ama bir süre ölmemen gerekiyor, nasırlaşman sonra.. Ve aniden bir "çıt". Ve vardığın yer, o veda anı aslında kurduğun bağla en yakınlaştığın, ona karşı en çıplak kaldığın yer.

Ve işte şimdi;

"Hiçbir şey göründüğü, hatta yaşandığı gibi değil; her şey hatırlandığı gibi..."



20 Haziran 2023

isimsiz yıldız

 

 

Çok sevdiğim bir şarkı çıktı şimdi hiç durmayan rastgele listelerin arasından.

Sabah, bu mevsime yaş aldıkça nasıl daha da yerleştiğimi düşünüyordum. Nasıl git gide güneşe yakınlaştığımı, pencereleri zorlayan yasemin ve çeşit çeşit yeşerikliğin kokusunun başımı döndürdüğünü, sulara varma düşünün bile içimde çalkantılı bir heyecan yarattığını..

İsmime, cismime bu kadar kendiliğinden, içimdeki uçuşuk bir his eşliğinde yakışmak hoşuma gitti.

Hayat çok zor, uyandığımız günler, kayıplarımız ve taşlaşan tüm her şeyin ağırlığı çok zor. Bazen hayata karşı küskünlüğüme öyle uzaktan bakınca yazık oldu diyorum, sesime sözüme inen ağır perdelerin tozlarının arasında renklerin soluşu kalbimi kırıyor. 

Bütün bunların arasında geldi yaz. Çok zor geldi. Bağır çağıra, gösterişli ve baskın o halinden çok uzak bir tavırla geldi. O bile korktu sanki gelmeye.. Yine de insanın içinde tuhaf, tükenmez bir coşku var, buluyor buluşturuyor kendini, sunuyor sana.

Ne tuhaf hâlâ yaz akşamlarında sokaklara dökülen, pencere aralıklarından dökülen çatal şıkırtıları eski bir albümü karıştırıyor gibi şenlikli geliyor. Sokaklarda gezinenlerin hiçbirinin kolunda ve gününde bir saat ağırlığı bir, bir yere yetişme telaşı yokmuş hissi ne iyi geliyor.. 

Bir bahçeye ulaşmak derdim eskiden, şimdi bu hayata karışabilme, gökyüzüne ulaşabilme, denize dokunabilme, güneşin tenini upuzun öpüşüne teslim olabilme, mevsimin içinde yatağını yapabilme diyorum yeterlilik hissine.

Çok özlediğim şeyler var, ve çok özlediğim şeyler sanki böyle bir ışık huzmesiyle uyanıp yalınayak başladığımız günlerde bize yakınlaşabilir gibi. Sanki belli bir mesafe kat etmişiz gibi. Sanki gerçekten bütün o taşlaşan yüklerimizi bi' durup dinlendirmeye alabilirmişiz gibi.

Sanki yeniden çocuksu bir hisle dudağımızın kıyısına bir çiçek kondurabilir, sanki avuçlarımızın değdiği kedi sırtlarından kendimizi sıcacık bir teslim oluşa bırakabiliriz ve radyoda her an en sevdiğimiz şarkıya rastlamak yeniden bir hediye gibi önümüze düşebilir gibi.

Olamaz mı...



14 Mayıs 2023

Bugün.

 

"Bir gün bunlar bitecek.  O zaman hayata daha önce mümkün olduğunu bilmediğimiz bir şekilde şükredeceğiz." 

 

 

17 Nisan 2023

bahar yokuşu

 
Önce sözcüklerimizi bıraktık, yüzümüze yerleşen güneşleri,

avuçlarımızı dolduran heyecanlarımızı, kalbimizi ıslatan yağmurları,

kırış buruş olmuş kağıtların kat yerlerinde dağılmış mürekkeplerin dilini,

karın yağmasını pencereler önünde tomurcuğa durur gibi bekleyen çocuk sevincimizi,

baharın kahverengi gözlerimizi yapraklandırışını,

inandığımız şiirleri,

şairlerin hem kalem hem sigara tutan parmaklarını,

terbiye edilmemiş orman dişlerimizi,

göğsümüzü yırtacak güçlü nefesimizi.

Bıraktık.

Gitmelere alıştık, öylece salıverdik ezberlediğimiz şarkıların bir şifre gibi ezberlediğimiz sözlerini yersiz yönsüz zamanlara.

Elinden, kalbinin ucundan, yanağının yuvarladığından, uykularının kirpiklerinden, 

bir mevsimin gelişini zapt edemediğimiz bir coşkuyla karşılayan ayarsız sevincinden, 

tenden tene çakan şimşeklerle bir daha bir daha dünyaya gelişimizden,

bıraktık öylece kendimizi.

Hop! Nereye? demedik. 

Neden demedik, nasıl demedik, başka neyimiz vardı da bol bol savurduk dudağımızın kıyısında açan gelincikleri..

Her şey bir masal gibi şimdi.

Hiçbir şey masal değildi.

Suyun iç çekişini duydum. Göğsümde yankılandı.

Vakit bitti. 

Vakti saldık kendimizden azad edip.

Ah artık kimselerin yok, yok, yok...

Vakti yok.

 

"..durup ince şeyleri anlamaya..."



27 Ekim 2022

yurt

 

Bir kapısı olması insanın, güven veren bir his.

Ardında aradığın şeyi bulabileceğin, kilitsiz bir kapı.

İçine girip kıvrılabileceğin, elin boş gelsen de kalbin dolu çıkacağın bir yer edinmek.

Dünyadan uzak, içine kıvrılan...

İçindeki canavarların da başlarını okşayarak onları şefkâtle dizginleyen birilerinin, bazı cümlelerin, sadece fotoğrafların, anların, anıların olması çoğul hissettiren bir şey insana kendisini.

Bütün okları kendine çevirdiğin, gergin yayların arasında hedefte durmaya alıştığın bir yerde çok mucizevi bu.

Kabuklu biri olarak bir başkasına da kabuk yaratabilmenin içimde okşadığı yer çok derin.

Bir filmin aynı sahnesinde durup, sadece durup, sadece susup, sadece akıttığı bir şeyleri öylece izleyebilmek, akanın birikeceği bir göl olabilmek, sessiz bir anlayışla bunu kendinin gibi kucaklayabilmek çok çarpışma.

Sokağın ucunda gördüğüm gökyüzünün anbean değişen rengini koşup birine yetiştirmek,

içeri girdiğinde çiçekli bir salonda desenli bir muhabbete koyulmayı arzuladığım gülümsemeli zamanlar kurmak,

bir bardağın neminde parmağımı gezdirip, yağmurlar altında ve seneler öncesinde bir anıda yeniden yer bulmak,

unuttuğumu sandığım hiçbir şeyin yerinin aslında pek de değişmemiş olduğunu kısacık bir aralıkta fark etmek,

biraz anlamsız, çokça katmanlı geliyor. 

Anlam kendine tek bir anda yer buluyor. 

Bir karşılaşma ürpertisinde, bir sarılışın beklenmedik kuvvetinde, bir yokluğun aniden doluşunda.

Hepsinde müthiş şaşırıyor, anlam ve özlemin birbirinde eridiğini sanıyorum.

Bazı filmler var, kimse seninle aynı sahnede durmaz sanıyorsun,

bazı şarkılar var, unutulur, senin bile defterlerinde sözleri sararır, silinir sanıyorsun,

anılar bir tek sende kalıyor sanıyorsun,

 

ama kabuklar ölmüyor.