27 Ekim 2022

yurt

 

Bir kapısı olması insanın, güven veren bir his.

Ardında aradığın şeyi bulabileceğin, kilitsiz bir kapı.

İçine girip kıvrılabileceğin, elin boş gelsen de kalbin dolu çıkacağın bir yer edinmek.

Dünyadan uzak, içine kıvrılan...

İçindeki canavarların da başlarını okşayarak onları şefkâtle dizginleyen birilerinin, bazı cümlelerin, sadece fotoğrafların, anların, anıların olması çoğul hissettiren bir şey insana kendisini.

Bütün okları kendine çevirdiğin, gergin yayların arasında hedefte durmaya alıştığın bir yerde çok mucizevi bu.

Kabuklu biri olarak bir başkasına da kabuk yaratabilmenin içimde okşadığı yer çok derin.

Bir filmin aynı sahnesinde durup, sadece durup, sadece susup, sadece akıttığı bir şeyleri öylece izleyebilmek, akanın birikeceği bir göl olabilmek, sessiz bir anlayışla bunu kendinin gibi kucaklayabilmek çok çarpışma.

Sokağın ucunda gördüğüm gökyüzünün anbean değişen rengini koşup birine yetiştirmek,

içeri girdiğinde çiçekli bir salonda desenli bir muhabbete koyulmayı arzuladığım gülümsemeli zamanlar kurmak,

bir bardağın neminde parmağımı gezdirip, yağmurlar altında ve seneler öncesinde bir anıda yeniden yer bulmak,

unuttuğumu sandığım hiçbir şeyin yerinin aslında pek de değişmemiş olduğunu kısacık bir aralıkta fark etmek,

biraz anlamsız, çokça katmanlı geliyor. 

Anlam kendine tek bir anda yer buluyor. 

Bir karşılaşma ürpertisinde, bir sarılışın beklenmedik kuvvetinde, bir yokluğun aniden doluşunda.

Hepsinde müthiş şaşırıyor, anlam ve özlemin birbirinde eridiğini sanıyorum.

Bazı filmler var, kimse seninle aynı sahnede durmaz sanıyorsun,

bazı şarkılar var, unutulur, senin bile defterlerinde sözleri sararır, silinir sanıyorsun,

anılar bir tek sende kalıyor sanıyorsun,

 

ama kabuklar ölmüyor.



20 Eylül 2022

"İstanbul'da bir evde, çiçekli hapishane"

 

Uzun zaman, milyonlarca zaman geçti gibi her şeyin üzerinden,

ama bir boşlukta asılı kalan zaman eskir mi bilmiyorum.

 

Bir kaybın ardından nereden başlanır yaşamaya,

hangi saçılmışlığı hangi rafa yerleştirerek ilk önce...

Bir de bunun tekrarının kaçınılmazlığıyla nasıl boy ölçüşülür?

Her seferinde yeniden dokuz yaşıma döneceğimi bile bile nasıl büyümeyi başaracağım..,

öğrenilmiyor hayat.

 

Boşlukta asılı kalan şeyler arasında kurumayan kıyafetler de var.

Onlara yetişmeyen bir rüzgârı nasıl anlatırsın birine, onu da bilmediğimi fark ettim geçen gün.

İçime teptiğim bir sürü cümle parçacığını yan yana getirip anlamlı bir özne nesne yüklem dizilimini başaramadım.

Yine, her zamanki gibi.

Ne demek istedim ve ne dedim. 

Suçlamasınlar.

Kendim de bilmiyorum.

Çok küçücük bir yere dünyaları toplamış gibiyim, ve aniden "hadi" diyor bir an, "hadi çıkar da yüzdür bakalım kağıttan bir gemini". Yeni bir gemi yapmak daha kolay bazen. Ve onu da biriktirmemeyi başarırsan, o zaman belki bi' tık daha hafif.

 

Olduğum, olmaktan korktuğum, sürüklendiğim, üzerimden atamadığım, suçlulukla sevdiğim ve asla sevemediğim, kavgamın bitmediği, içime sinmeyen birisi gibi bazen aynadaki. En can sıkıcı kısmı bunu tamir edememe halimin öze en yakın oluşunu hissedişim.

Belki bi başkası, büyük cümleler kurar ve hizaya sokar içimin kaleydeskopunda çoğalan bu yansımalarını.

Bana kalsa ben hep bi' sihirden yanayım.

Ama sihrin bile reçetesinde gözyaşı var. 

Göz demişken...

 

Sonbahar geldi.


13 Haziran 2022

"Bir şehirde bir kadın..."


 

Taşlar yuvarlandı,

kalbimin tozlarla kaplı bir odası ansızın enkazda kalınca tozların altındaki renkleri hatırladım.

Hatırlamak hiçbir şeyi değiştrmedi.

Unutmaktan korkuşumla boy ölçüştü.

Elim, kolum, aklım, kalbim her şey rayından çıktı

ve şimdi

bu dağınıklığın gerçekliğine bakıp

yeniden emeklemeyi, ayağa kalkmayı, yürümeyi, koşmayı hatırlamak gerekiyor.

Ve her bir adımda bir daha bir daha dağılacağımızı bile bile

unutarak, hatırlayarak, hiç unutmayarak,

bütün bildiklerimizi unutmuş gibi yaparak,

olmayanları bile en ince ayrıntısına kadar hatırlayarak,

 

kalanlarla, kalmak.

 

5 Mayıs 2022

şahit yıldızlar*

 

Ev bildiğim ne varsa;

bir kucak, bir kalp, bir toprak

sıcak, doygun, çağlayanlar gibi

kendini aynı gün, aynı daldan yeşerten

ne varsa en hakikatli biçimde sevdiğim,

kendimi 

olmam, doğmam, doğurmam gereken yerde hissettiğim,

çiçeklendiğim,

ve bulaştırdığım avucumdaki çiçekleri

mucizesi ömrümün,

kaynağı gönlümün,

bahardır,

yeşildir.

toprağın bereketi,

kalbimin alameti,

şu ömrün hikmeti

mayıstır,

beştir. 



30 Mart 2022

bir hatıra olana kadar'

 
 
Tozlanan kitapların arasından kuru bir dal gibi düşüp ortalığı ateşe veren cümleler var. 

Her yangın yerinin ardındaki; olduğu yerde kamufle bir şekilde sürünen, öylesine, zararsız bir şey gibi.

Tozlu, her şey çok tozlu. Ne karlar, ne yağmurlar akıtıyor görüntünün üzerindeki tozu. Yine de güneşimiz hâlâ harcanmamış durumda, büyüsünü konuşturma ihtimalini yabana atamıyorum.

Geçmiş zaman ekine düşmüş serzenişlerimi okudum bugün, tadım kaçtı. Geçmemiş aslında. Bu hareketsizlik beni öldürecek. Zamandan elini kolunu çeken güneşe hâlâ bel bağlamam da biraz hüzünlü.

Canımın çektiği ne varsa beynimde çalkalana çalkalana cazibesini yitiriyor. Fazla hayal kurmak da bir yerden sonra kabak tadı veriyor.

Kendime bekleyecek bir bahar yarattım, korkuyorum orada da çiçek açtıramazsam diye. Bir şeylerin değişmezliği kalbimi kırıyor, bir şeyleri değiştiremez oluşum bütün varlığımı bıçaklıyor.

Aynı adımla aynı yolları hiç yol almadan yürüyormuşum gibi, bir yerde kırılacaksa da bir şey fazla eskitiliyor ayaklarımızın altında.

Okumak istediğim kitaplar birikiyor, yangınların sebepleri unutuluyor, bir ölüm için kaç kürek toprak gerekiyor..

Dilimin dönmediği sözcüklerle konuşmam gereken bir dünyaya itelenmiş gibi hissediyorum, yine çığlığımın kendini okşayıp dindirmeye uğraştığı bir boşlukta asılı kalmış gibiyim. 

Dans etmeyi unuttuk,

şiirimizi seçmeyi,

ellerimizi boyaya bulamayı,

kan ter içinde ada tepelerine tırmanmayı,

kendi oyuğumuzu açıp orada uyumayı,

bağırmayı,

bağrımızı rüzgâra açmayı..,

yine de işte, güneş kartım hâlâ cebimde.

 

Unutulan şey yok olmuyor, iyi ki ve kahretsin ki.

 


Direksiyona hakim olduğumu kim söyledi. 


22 Şubat 2022

ama bu su...

 

Hiçbir şey kalmadı kalabalıktan geriye.

İçimde biriktirdiğim seslerin birer üçer beşer metro raylarına döküldüğünü duyuyorum sokağa çıkınca.

Çıkmayınca kendilerini duvarlarıma çarpa çarpa öldürmeye çalışıyorlar,

ve ölmüyorlar.

Ne sokakta, ne evde, ne göğüs kafesimin içinde.

Hırpani bir kıştı.

Hiçbir zaman eksiltmek istemediğim mevsimlerden birini yitirmek istedim,

belki ikisini, üçünü,

belki birkaç zamandır bu döngüyü.

Nerede kaldığımın bir haritası yok.

Tanıdık gelen bir şeyler varlığımın herhangi bir yerine tesadüfen dokunduğunda tuhaf hissediyorum.

İlk kez giydiğim ve hoşuma giden bir kıyafet gibi.

Yabancı ve yeni, ama hissi çok sevecekmişim gibi.

Sevmişim de unutmuşum, sonra aniden hatırlamışım gibi.

Oysa hatrıma güvenim yok hiç.

Sadece üfleyen rüzgârlar, gölde süzülen nilüferin değdiği serinlik, yaz günbatımlarının şekerci dükkanına benzeyen renklerinin izi, bir yerlerime saklayıp da çoğunlukla bulamadığım şarkı parçacıkları olurdu "hadi" dendiğinde avuçlarımda.

Şimdi..

Bu oyuncaksızlık beni mahvediyor.

Bu salıncaksızlık.

Bu, sıkışık seslerin bahçesizliği.

Varışsızlık ve yola çıkışsızlık.

Durmayan sulardan edindiğim dualarımın sözlerini kaybediyorum.

Kayıpların içinde eriyorum.

Üstelik arta arta, ağırlaşa ağırlaşa eriyorum. 

Ansızın donan bir mum kütlesi gibi.

İncecik bir sıvıyla eriyip, kaskatı kesilen bir mum gibi.

Sevdiğim şeyler var ve git gide sevmediğim bir sürü şey.

Kış kopkoyu geçti.

Eskiden sadece sol yanımı vuran ağrılar, her zerremi ayrı ayrı yokladı, yer kaplayan ve kaplamayan her zerremi.

Her şeyi bıraktım.

Bu duran halimle, durduğum yerde bin parçaya bölündüm, tek bir parçamı yere düşürmedim.

Avucuna denk geldiklerim usulca geri yapıştırdılar belki bir ihtimal tutar diye, ama

bir yanımda köklenen bencil bir yok oluş çemberinden de çıkamadım dışarı.

Hangi mevsimi bekliyoruz böyle.

Hangi kayıp şarkıyı.

Ne çözecek bağı, hangi başka yerimizden bağlanacağız yeniden.

Korkuyorum ve korkmak, olmayan uykularımı bıçaklıyor.

Şehir yavaş yavaş kendini anılarımızdan imha ediyor

ve duruyorum öylece.

Duruyorum.

Deniz değil gibi.

Deniz bir su parçası değilmiş gibi.

Su olmaktan kovulmuşum gibi.

Mavi elimden alınmış, vapurları yataksız bırakmışım gibi.

Suçlu ve cezalı gibi.

Gibi.

Belki de ta kendisi.