31 Mayıs 2009

..ya da....


Tutkulu bi kadın değilim.. İşte az önceki gibi nemli kıyafet kokusunda ağlayabilirim en çok.Ve o merdivenlerin aşağısında oturan sen olsaydın da böyle şiddetli bir bakışla geçip gidecektim yanından. Aslında en çok kendimi kışkırtmayı seviyorum.
Siyah ve gri yakıştırdığım tenimde… tamamlanmayan cümleler var.. O işe yaramaz filmi izlerken babamı aramak için bir bahane düşünüyorum... üçüncü intihar denemesine hazırlanan kız elime uzanıyor, çekemiyorum hissizliğimi.. ve dudaklarımda yer yok sana..." diyemiyorum..
..aslında,
"kim'lendik kızım,iki martı kanat takasına kir'ledik..."
...
oysa düşük devrik cümlelerimle bile aşık olabiliyorum hala................. kıyamıyorum severken bile.. yine noktalarıma dönüyorum..
13 ay önce boynumdan moru silinmiş çocuğun yüzünü yitiriyorum yavaş yavaş.." döneceğiz " derdi "pergeliz,sen ve ben"..
korkuyorum yine.. içimdeki oyuntudan akan kum tanelerini sayıyorum..yukarıya bakıp "beni bırakma " desem ne olur. .( sen yaz.. ben YaZları bekliyorum yine...)
"desen olur yüzüne, mor koyusunu atar ve yeşile çalar işte her öpüşün..yukarı bakan her göz bir yıldız kayması arar, gece parmaklarına değdiğinde her bir dokunuş bir yıldız kaymasına meyil.. "
susuyorum... yaZ bahçelerinden dizlerimi çizen güllere aldırmadan çalıyorum bir kaç cümle daha.....içimin rengine dokunan adama kızmıyorum bile..kırmızı..siyah..nadir beyaz...hep... biliyor muydun?
iki kişiye dar merdivenlerden bi çocuk gözlerime dalıyor, tam leceken bakışlarımı düşürüp iniyorum,...omzuma değme...
..bana yaZ.ma..dam....
" badem bahçeleri yanık küçük hanım, gözlerine yakışmasın diye dallarından tutuşturdular kurdelaları..iki dolunay arası, sarıdan kızıla tutku turunç içinde gonca gezindim.. sen çayırla, kır arasına bir susku sınır çizdin.."
... özlüyorum..ama yediveren düşler, merdiven niyetine her dokunuşta bir adım inilen* miş.. sonra adam maviyi göstermiş,demiş ki unut çiçeği.. hep mavi mi unut çiçekleri ?kırlangıç sanma beni.. içimde med-cezir.. balonlardan gözyaşını akıtan çocuk var..bir de kadın..iki bacak arası yangına köpükler yağsın diye krsital buz gibi durdum... gözlerime kum taneleri kaçtı..
ben O'nu seviyorum...
..bakışlarımı martılara atabilirim.. dudaklarımdaki diş izlerini dilimin ucuyla silip, bir kıyı olurum yaZalım diye..
"
"Seni seViyorum"
""alıntılar,safranlekesi..

adımın sesi yok .. suskudan başka meyli de..
külkedisi, üvey bakışlar altında.. pabuçunu kır kendi ayağında.. olma.. olma bir masal yakışanı.. sus vakitlerinde yine aynı karton keşilmiş gülüşle, kaldırım taşlarında sek sek oyna.. şimdi onlar evde öğle uykusunda.. sen yine bir destan kılıcıyla salın, ama bir yasemin gibi gizle onu.. beyaz .. beyaz.. kimsenin algısında bulunmayacak bir yerin, bir madebin olduğun sus.. kurarsın yine bir bebek, üç adımda şarkı söyleyen ve hiçbiri kesikleri bilemekten öte, geçemez tenine..

28 Mayıs 2009

çoban yıldızı*

Yüzüm karışıyor hatlarına...
Perçemlerinin gölgelediği engin deniz hayalini öpüyorum, gece seni koynuna almaya hazırlanırken...
Seviştiğin rüzgârlardan güvercin tüyleri saçılıyor...
Kaldırım kenarlarında parçalanan dizlerimi denize değdirirken, kadife parmaklarınla birleştirdiğin dudaklarımda kuru nefesim, cenazesi yapılan soluk oldu...
Kumlara yazmaya çalıştığım bu hikâye, masal oldu...
Savurduğun telaşlı ruhunu gölgeleyen zeytin ağaçlarının ardında, dünü bulmaya çabalıyorum karanlıkları kazarak...
Mavi amber düşlerinin ortasında zümrütle yıkanıyorum.
Yol kenarında bıraktığım gelecekte doğum yerim bile karalanmış...
Şafaksız günlerde, samyeline tutuşturdum saçlarımı. Sağanak gibi gözyaşlarını içiyorum, kadeh kadeh sarhoş oluyorum elinden düşen kalemin yere varış hızıyla... Ayaklarının altında uzanan toprak, şehvetle uyanıyor, gerinen dağların eteklerinde dans ettiğimiz hür mavilikler yosma bir öpüşe minnet...
Kelimelerin köklendiği varlığının cazibesi avuçlarımdan akıyor.
Kitab-ı Mukaddes gibi kutsallıkla yıkanmış heykelin, açık pencelerden dolan gün ışığyla soyunuyor.
Dua gibi parmakların, çizimsiz binalara gebe...
Zor inen akşam, fahişe gibi anlık tatminlerle bizi terk eden gece ve ellerin işte... Nazlanan şehvetinden yıldızlar taşıyor...
Tenimde kuruyan tuz ve gerdanına suyunla yapışan saçlarım birleşiyor.
Akıyor yüzün.. Rimelin örttüğü kirpiklerime dayanan üç...
Gözlerimin çarptığı manzarada, kök salmış dişi cinsiyetiyle bedenine tapan kadın dans ediyor, ruhu teninden akarken müzik sustu...
Yüzünün coğrafyası, haritasız iklimler...
Hüznünden doğup, ölümünle büyüyorum, sana........... olarak ölüyorum...
Kırmızı kemerli eteğin geliyor aklıma ve yunan tanrıçalarını andıran kollarından akan mürekkep...
Gölgende sancıyorum...
masalsın biliyorum...
muammanla ateşe yürüyorum...
pervanen...
ölüyorum...

**fotoğraf: Persona/ Ingmar Bergman

amnezifobi


Saçlarım ıslaktı
İlk sigaramı yakamayacak kadar ıslak
Sonrasını hiç hatırlamıyorum
Biblonun kırık koynuna yatacak kadar
Korkaktım belki
Biblonun kırık boynuna kendimi asacak kadar
Cesurdum Sonrasını hiç hatırlamıyorum
Sonrası yarıya indirdiğim bayraklar
Sonrası kuyulara kurduğum salıncaklar
Dolu/dur belki
Oysa hala sıcak gelir
Seni tanıdığım o soğuk akşam rengi
Benim eldivenlerim yoktu
Senin ise gözbebeklerin
Küçüklüğümden bilirim
Düşürmedikçe açılmıyor gözleri bebeklerin
Şimdi bana gel bebeğim
Disseksiyon masamda
Bileğine çift dikiş atacak kadar çok ipek var
Hangi şeritten girersek girelim
Işıklara takılıyoruz nasılsa
Nasılsa hayat her gece
Bizi başka birinin küvetinde boğuyor
Nasılsa hayat her gece
Bizi başka birinin kuvozünde büyütüyor
Genzimden geçiyor gecenin rahmet buğuşu
Genzimden geçiyor bu bıçaklar
Bu alçaklar gün boyu
Hangi akşam sana gelecek olsam
Ayaklarım kesiliyor başımdan aşağı
Yaşımdan aşağı yaşlar iniyor
Bir yaş daha yaşlanıyorum
Dünya alaşağı
Gök alaşağı ne fark eder
Ben seni cehennemin kanyak niyetine içildiği yerde bekliyorum
İnecek kıyametse varsın insin
Biz göğsümüzle çelik döveriz her gece
Cennetse bir sirk dolusu hayvan konvoyu
Varsın ayakta yaksınlar
Tek lanet inmez dilimden aşağı
Öyle ya
Biraz küçük kesmeli nefret sütünden aşkı
Aynası kasaturadan bodrum kat çocukları gibi
İlk sigaramı gördüğüm ilk ölüye içtim ben
Şimdi hiç sakız olmasın
Aşktır, nefrettir, hasrettir dillere
En güzel hatıradır
Bir cenk açtım boynumda sen gibi
Keşke hayatı
Bir dilencinin mendilinde yaşıyor olmasaydık
Keşke kaldırım olsaydık
Çamur olsaydık da şehrin eteğine
Ağaçlara mezarlıktan bakıyor olmasaydık
Şimdi vur yüzüme
Dizleri üzeri çökmüş gece
Başına dayalı bir cinnetle bulmuşlar elinde
Beş parası da yokmuş öncesinde, tek nefes
Tek nefese sarılacağı
Anason saçları
Anason saçları en çok bu saatte kafa yapardı
Ona yakışmayan tek renk rüzgârdı
Sonrasını hiç hatırlamıyorum
Sonrası koynuma kurduğu tuzaklar
Sonrası birbirinden düşmeye korkan uçurumlar
Dolu/dur belki

N.İ.Önder

25 Mayıs 2009

beşinci mayıs..*



..DeniZ..


aSil kaleM...
portakal kokusu..
...şeftali düşleri..
...erGuvan akıtması..
..DiZe...
Beş meVsiM..
..naR çiÇeKleri...
tEn..
sarMaŞıK..kavuniÇi...

körfeZ..
ikLiMler....mühür..
gece..
kızıl...
..akşamsefalarının raksı..

..ÇınaR..


...alkol maviliği..
vurGun..coğrafya...meneviş..


..YaZ..
..mürekkep...
..ARUZ..



.....


*AMETiST...





23 Mayıs 2009

şarap kokusu*




















Yangın yeri... katmerlenen alevlerimi akıttığım sularda gün batıyor, sevdan yeni doğuyor, batılara inat... Avuçlarımda filizlendirdiğim dişi rüzgârları alkol nefesime kattım. Kadın buhranına yenik düşmekten korkmuyorum... Tenimde açan ve kanımda süregelen mahşer yeri, öleyazdığım gecelerin köleliğinde düşünü bekliyor... Yosma demlenmelerimle dikiliyorum karşında, kuşandığım silah; buğday dökülen gülüşün... Mürekkep izlerinden doğduğum gecede öldürdüm, doğurduğum efsaneleri... Muamma hazinelerimden yayılan kara büyüleri sildim teninden öpüşlerle, kendinden geçen şehvet zincirlerini... Sıyırdım askılarını siyah ve Ege sularına damlattım vahşi bakışlarını, kapalı göz kapaklarının altından... Yalattırdım rüzgârlara dişi sağanaklarını... Kalem tutmaz ellerimi paketleyip yolladım, sualtı mercan kızılı düşlerini yaz(ama)sınlar diye... Göz pınarlarımdan kahve kokulu denizler akıyor... Sahillerden çoğaltıp bırakıyorum içtiğim güzelliğini... Savruluyorum, yeşerik gençliğinden... Geceye esrarın, varlığıma tütün karışıyor... Sana varan baharlarda, uyuşuyorum... Kızılım şarabına karışıyor Alev alev güneş, varlığının akıtması... Dar sokaklarda yükselen melisa kokusuna mühürlüsün. Şehir ışıklarından yansıyan suretin bir derin hıçkırık, akrep yelkovan aşkında... Soğuk duvarlardan ıslak çarşaflara uzanan gün dönümlerini sana adadım. Mevsimim ol, güne doğ, geceye ak... Köpüklenen denizimde, camgöbeği dalgalara koyuyorum adını, sokaklarıma döküyorum ruhunla başlayıp tenine varan alev atlarını... Geceye varsa, 3.33... Bileklerimi sıksan, imzan dökülür, kana kana, kan kırmızı....

tende hüzün***


..gözü başka bir şey görmeyen insan tek bir halle damgalanır..ve sonsuz hoşgörü sağlamalıdır bu.

"..Aşk.."

işte bu kalkanı alıp her şeyi yapabilirim...ama durdum..

Seni ilk gördüğüm cümlene rastladım.Adından bir harf, yüzünde bir yer bile bilmediğim o ilk dokunuşuna... portakal kokusu..unutma ben ilk, o 'dize'ne demir attım...

Ve biliyor musun ben bu aşka inandım..


korkmadım...bana çamaşır iplerini anlat derken... ve ilk defa gördüm.balkonda her sigara içişimde tam gözlerimin önünde olduklarını...



Üçüncü kat balkonundaki kırlangıç gece 02'den sonra gelir. Ve o su birikintisi üstündeki iplere konar. Şu izmaritlerin durduğu köşe...
Dördüncü katın kırlangıçı 04'ten sonra gelir...ve 'çıldırasıya' bağırır...
o kapının üzerine konar.. ben ahşap banktan onu izlerim...
'kelebek' çalarım ıslığımla...
o daha fazla çıldırır.. Elimi uzatınca bana konsun diye uça. Ve köşe tavanda yuvasından haykırışlar...ben giderim..
Birinci katın kırlangıçlarını tanımam. Çünkü orası yeterince yüksek gelmez ve yakışmaz benim ahşap banklardaki oturuşuma..


işte bu yüzden kalır, bir sigara yakıp çamaşır iplerinin ardından uzak ışıklara bakarım... kış güZeli uzakta beni öZler..durur arsıZ!Lığımı izler...

kıŞ çiçeklerinden sevdayı, turunç ağaçlardan nemli şehveti alırım..


kırlangıçlar her sabah konar çamaşır iplerine..ben saat 05'te uyurum..sıyrılmış siyah askımın üstünde mor satenliği nilüfer gibi dolaşır... yine 'O' diye yazarım..

Rüzgar sevişmek ister...Nazlı uyurum...
Aşk için güneşler dilimlenir..bir dizeye vurulurum...
...dilerim bugün... körfez fısıldasın..
yakasına karanfil takan çocuğun ceplerine şiirler dolsun..
bugün dururum..kırlangıçlar bilir, gün olur asil bir uğurla sana gelirim...



***
!Ve kimse bilmez, ben bir tek rüzgarla sevişirim...




20 Mayıs 2009


...beni dinle…
Çünkü…
o…
balon kokusu…
bak…
ben mercanlarda yaşar,karada ölürüm…
yapma…

biliyo musun o kadife…

ve ben kadın...
kırmızı ruja cesaretsiz, dudaklarını ısıran…

O bazen alev…
O…bakış.. kaybolmalısın…

Ve ben çocuk…
Dinle..korkuyorum...
…Evet belki senden…

Bak..çünkü dudağı gelincik kadar sıcak…

O boyama kitabı…o pastel..
Bak, bir dinle…

Benim güzel pastel boyam olmadı zaten hiç..
Yapma…
ağlarsam inanmazsın, biliyorum..

O…tuz…
dudağım damarında..kızıl gül kanı....yıldızı…

yapma…
bak ben denedim!

hayır bir kelime bile silinmeyecek.
Dudaklarım dudaklarını arıyor…


o…sevgili….

vur…

18 Mayıs 2009

pervasız*



Yanlış olan neydi, bilmiyorum...
Dönmedolabın, bulutlara en yakın olan noktasında bekliyorum seni, güneşi gözlerime kat diye...
Zorlukla aldığım nefes, ritimsiz kalp atışlarımla birleşmiyor... Avuçlarımdaki nemde, nilüferler yüzmüyor.
Esir coğrafyamda, özgürlük çığlıkları atan beyazlığın loşluklara adım atıyor... Beklediğim Aşiyan havasında kareleşen manzaralar, dökülmez oldu...

Bir kaç güneş dilimi öncesinde ezber ettiğim şiir kanlarını, sakladığım küf kokulu sandıklardan çıkaramıyorum. Işıltısı oksitlenmiş halkaları döndürdüğüm parmaklarım, bir sedef gülücüğün peşinde, İzmir kederinden miras...
O zamanlar rüzgâr nereden eserdi, unuttum ama bankların ahşap yaşanmışlığında yüzerdik ve deniz bize sırrını, sevgilinin aşığına sunduğu gümüş tepsi gibi şehvetle, dile getiremediğimiz tenimizin ardından, varlığımızı yoklayan vaadlerimizi sunardı...
O zamanlar sular mavi, balıklar kırmızıydı...
Körfez alkol kokardı, bir Ege İncisi'nin gerdanından, köprücük kemiklerini okşayarak geçen imbata nazır...

Bazen kalem yazmaz ve o zaman diyar-ı düş yağmurun nakaratına takılır...

İskelelerden yükselen engin sahibiyeti kentin, kimliğini silen bir gelecek gibi hazır ola durur uykularının başucunda...

Sevdiğin renkleri yapıştırdığın gökkuşağı, çocukluğundan kalma şımarıklığa, kadınlığın sindirdiği masumiyetle perçinlenen bir ılıklık olarak yerleşir...
Akasyalar altında öptüğün gençliğin, derin uçurumların bir kaç adım gerisinde ismini bağırıyor, yankısı olmayan sular üzerinde sevişerek...



Ellerimin yorgunluğunda uyuduğum uykularsın... Çalakalem bir itiraf ve gizlenemeyen güneşi, dört mevsimimin... İkliminin, kuru ve soğuk somutluğu dokunurken usuldan kuytularıma, Ankara artık sorguya davet etmiyor günahkâr benliğimi...
Havasız odalarda açtırdığım karanfillerin hareli kızılında bir derin tarçın kokusu şimdi öleyazan diriliğim...

Bekledim seni, sabırsız kızarıklığımda boyadığım güneş, gün batımında teslim ediyor bedenini vâkur erguvana...

Oya gibi işlediğin suçlarının dosyası, çınar ağaçlarının gövdesi gibi yıllanmış.
Şah damarımı kabartan nabzın, Akdeniz'in kavuniçi baharlarında dakika sayıyor...
Özlüyorum, şaha kalkmış, pervasız çizimlerini belleğinin odalarının, ve savurgan saçlarını gerdanına yazdıkları kemiklerden yansıyan imzaları...
Kimliksiz, sebepsiz ve davetkâr...

13 Mayıs 2009

güneşim, damla...


Ruhumu okşadığın bulutsuz öğle vaktinde, içimde sarı papatyalar valse kalktı. Bileğimi yakaladığın bir şiir dizesi, nazar boncuklarından bilezik zaman...
Limanlardan dileklerimi saldım, rüzgârlar denizle sevişti, sana akan defne kokusunda, varlığım şaha kalktı... Durduramadığım bir ritimsiz bakış, kalemimden teline dayanan...
Katmerlenen ateşimin örtmediği dokunuşların yıldız baskını...

Yutkunamadığım özleminde migrenden dönük bir derin sancı... Saçlarımı birbirine dolayan meltem yumuşaklığında, yeşerik mayıs düşü...
Gerçekten rüyaya düşürdüğüm zambağı arıyorum, sokaklar yatağında... Serzenişte, yanıyor dudağımda hazır ola durmuş renk geçidi...

Boynumdan akıyor yazın, oraların kışına inat...
Fıstık yeşili sular saçılıyor, hareli kahvelerimizin arasından...

Tenimde çiçek açan düşlerin, başucunda uyanmayı bekleyen sabırsız bir çocuk şimdi, sevdan..

Fısıltıların yankılanıyor sağanak yağmur dizlerimden süzülürken...
Sisli ve yorgun şimdi, batan güneş eflâtunluğunu kanırtırcasına sokuyor kızılına... Şehvet düşkünü coşkusu bu birlikteliğin...
Ellerinden dökülen dua gibi çizgilerde adımı buldum, zamanı yaktım. Denizler alev aldı, şehirsiz ve sursuz kaldık...

Bizi evlat edinen düşlerden, yuvarlandığımız gecelerin saklambaç saatlerinde, kakao kokulu oyunlara gittik...
Muamma bakışlarına naif tenini ekledim de silemedim adımı kağıtlarından...
Tarifsiz, çömez heyecanımdan pay çıkardım hesapsız inen akşama...
Gerdanına doladığım tül coşkumdan kelimeler döktüm kadehlerimize...
Yıkanmamış erik olduk, solmayan gelincik, bitmeyen kalem, esareti yitik esir, özgürlüğünü tutsaklıkla taçlandıran kadınlar...

Damla varlığımdan, geceyi doğurmadan...

bir varmış.....*


....perdeleri açtım..ay ışığı giyinmek için..sen balerinleri seversin diye..öyle beyaz kaldım...
dokundun dudaklarıma...
..."..günlerdir düşlüyorum seninle ...."
dokundun... sustum..
düşlerimi aldın dudaklarımdan,boynuma sürdün..
...öyle bir yer var ki..boynum..omzum..gerdanım..hepsi orda..
kemiğimden bir coğrafya..mevsimi yaz, kokusu bahar..
ay ışığına baktım sen diye..küçük,ılık sesimle "dokun.." dedim..
biraz dokun yeşiline, kahvesine...tepelerinde vadilerinde...gezin..(diye) koydum başımı yastığa.. hep sustum.. biraz kalsın elin toprağında..

..söz bulamazdım 'tek' olduğunu anlatmaya..ruhuma yazdığın özgürlük tarifsiz kaldı..Ve öyle güzeldi ki...... öyle mayhoş.. ben hep iki noktalardım, üçe kadar susamadığımdan..

..şimdi sözcükleri soyundum... beyaz giyindim..güzel sesimi aldım yanıma, şarkı söyledim loş ışıkta..sağ omzumdan düşen elbisemin askısında sessiz nazım duruyor...
dans ettim,gülümsedim..
bir sır daha,ben güzelken yanımda hep seni istedim...
ne çocuk kaldım,ne büyüyorum..
elimde değil.. gülüşler...baharlar...bu kokum...ay ışığı... pembe.. bakışım... nazım...düşlerim...
elimde.....

tek bir dilek tut dersen o kumsalda,


ölmeden biraz sev..


ölmeden..biraz sevgi...



ölmeden biraz ........... Sevgi......

* Sevgi.... turuncu..








12 Mayıs 2009

gül.sün.

Kitabını elime aldım. Avuçlarımdan, kulağının arkasına iliştirilmiş zambak çiyleri aktı.

Pembe uykulardan, turunç varlığını seçtim. Gölgelerin suyuma yansımıştı, dalgalarıma tutunamayan maviliklerim, senin maviliğine sarktı.

Yosun dibi inançlarım, küflü yığınlar halinde hazır ola duruyor, gece kapımda öle yazarken.

Zorba sevinçlerle yap- boz ömrümden fazlalıklar akmıyor. Kelimesiz şiirler nefes nefese, birbirinin üzerini örterken, kanımda dolanan boşluklu havada suretin kan ter içinde uykuları cesetlere bölüyor.

Süt mermere saçılan bir avuç nar tanesinde, sürtük bir heyecan, lavanta kokulu gömlek manşetlerinden kopan… Karanfilsiz ölümler gibi şimdi, savurgan şuhluğum. Kırmızıdan bozma bir- iki ten imzası… Kasıklarımda kabaran, hasret kadınlığım…

Şimdi garlardan trenler kalkmıyor. Yeşermeyen mayıslar, yutkunamadığım lokmaların ezici varlığı gibi gerdanıma çarpıyor. Elmacık kemiklerime yapışık iki damla yaş, göz cinayeti.

Işıksız caddelere bıraktığım otrişlerden kopan fuşya tüyler, düşsüzlere avuç açıyor. Karnımda burulan bir buruşuk mektup gibi vaat etmediğin gül bahçeleri.

Kırık tırnaklarımın çizdiği yanaklarıma oturan kan, soyulmuş ojelerimin kalıntısı. Portakal çiçeklerinin bekleyişte olduğu mevsimlerde kar yağdırdım telli duvaklı düğün alaylarına. Harcanmış yeşil ışıltılı göz kalemim ve avucunun tersiyle dağıtılmış kızıl ruj… Şeftalisi çürüyen yanaklarım, çizik…

Poyrazlar döndürmüyor midemdeki rüzgârgülünü, bulantım geçmişe çekilemeyen sünger sarısından…

Perdeler açılmıyor ve sahne alamıyorum, banka kuyruğu gibi tıka basa düş satın alan insan yığınları önünde.

Düşlerini satıp fahişe olmuş bir sarmaşığım şimdi.

Yeşerikliğim, zehrimi kanıma akıtıyor. Dişlerinin inci minesinden masumiyet dökülmüyor gülüşlerinde, acıdan ötesi yalan.

Soluksuz inen akşam, esaretini şırıngalıyor göz kapaklarına. Seyrelttiğin kirpiklerin kapatmıyor günahlarını…

Baldan akik dökülüyor, mavisi çalınmış deniz gözlerine. Tenin denizsiz, tuzlu… Dudakların söylemiyor şarkısını derinlerin… İzsiz deniz… Zamansız cinayet…

Düşeyazıyorum sana varan uçurumlardan.

Keskin kağıtlar kesmiyor artık, kalem tutan parmaklarımı. Taze biçilmiş çimen kokusu taşıyor artık manşetlerinden… Yârin, unutulmamış toprak şimdi…

Kaldırım kenarlarında unutulmuş izmaritler ve yıldızlara varamadan satılan düşler, hesap veremeyen ve sadece iz halinde kalan öpüşler şimdi toplamım.

Ben hesabımı, istiridyede doğan inci olmadan verdim, sıramı kirli yeşil ampullerin boğuk gölgelerinde savdım.

Düşlerimi sattım, bozukluklar yetmedi, yolarlı aşıp da varamadım.

Yazdım, kavruldum, kül oldum.

Sen de satın aldığın düşlerimle oldun sandın.

Hiçtin, varlığının gölgesinde cesedin bulundu, üçüncü sayfa bile olamadın. İsminden utanıp baş harflerinin ardında yok olmaya bile varamadın. Nokta. D.M.



10 Mayıs 2009

dudağımdan akan, imzasız...

Duymak istediklerin vardı…

N’olur yalan söyle diye direttiğim geceler ve ay ışığını içen gözlerinin sarhoşluğunda, iç yakan bir mayhoş mayıs alkolü…

Dumansız izmaritleri birbirine yapıştırıp, elbiseler yaptım kendime; üstümde yarım yamalak duran… Etekleri kapatmıyor genç yaraları, taze morları ve her akşam kapıya konan çöp misali, artıkları…

Denizlerden aşırıp saçlarıma yapıştırdığım dalgalar kirlenmiş işte, kahverengi…

Gözlerimi soktuğum gökyüzü de kirlendi, kahverengi…

Ellerim tozlu, içim puslu…

Bileklerimden dökülen uğursuz böceklerle, tenimi kışkırtan içecekleri birbirine karıştırıp salladım. Metal bozukluklara kazıdım içimdeki iltihaplı aşkı…

Kalemi parmaklarıma saplayıp nasırlaştırdığım derinin altında…Sus, sır…

Sırları paylaşmayı öğrendim, her şey gibi yalan olsunlar diye…

…derinin altında şerefsiz tutkun var…

Beklemiyorum artık yazı, temmuzu, salyangozları, çıplak ayaklarla kızgın betona ateşimi akıtmayı…

Düşmüyorum hayallerine yirminin…

Özlüyorum, sana en yakın dünden geçen çocuk intiharlarımı, sağanak yağmurlarını çaresiz parmak izlerimin…

Susuz yazlar da vardı.

Geride kalanlar yoktu.

Biz bile kombine olmuş, zambak, sarmaşık…

Zehirli bir asaletle çalıyoruz birer birer kapıları.

Ceplerimizden dökülen misketlerle, patlayan pencere camları birbirine karışıyor…

Seslenirdin merdiven altından… Bilirdim dudağının kenarından, dudağıma ulaşan ıslığın çikolata koktuğunu…

Salınan düşlerimize gerdiğimiz hamak, geceye rezerveydi ve karanlıkta bile güneş kokusu, genzimden portakal akıtması…

7 Mayıs 2009

kARmaŞıK..


..sarkacın ucunda salınıyorken, iki soluk eksiğine takılıyorum,başka bir kırmızılık ;kirazlardan çalınmamış...

..dalgalara kapılan bir öykü..

görüp pusuyorum gamzende...sessizlik yok,akrebin her çığlığında bir ses daha gömülüyorum..

ses-siz,ses-sen,sen-siz..

...bir bahanem olmalıydı, SarMaŞık omZuNdan düşerken yapılıp tutmuş bir hesabım .. bir an'dan olmamalıydı yine , yeniden. kaldığımız yerden baŞka bir yerde soluklanmalıydık..

..kırılan ve kıVrıLan parçalar arasında benzersiz olmakla birlikte aynımın gölgesiyim ben,koşarken düŞüYoruM..ama dİZlerim yok,ÜÇ YaZ boyunca sildiM kuMsaLdaN....küçük bir kız ve o kıZ büyümüş olmalıydı..

SöZcüklerimi bir KuTuya sığdırma hakkın olMAmalıydı.. ÇıĞLIk kutuMu(çünkü onlar benim söylemlerim, senin varsıllığın, yoksunluğum arasında gidip gelen) Tanrı'dan uzak kalmalı, kutSALıKla KiRlenMEmeliydi..

...bir beşik kucağında bin ölü çocuk gördüm. OrAdaYdın...

ELinde LaL tuTan kıZın dudaKlarıNdaN aşAğı süzlüYordun.. KarıŞık koPuk vE aSTaRsız sözCüKleRde yAkılıYoRdUN..

ama korkMuyoRduN, DenİZin TuZu seNi YaKsa da SöNebilirDin..

..kime uçuyor bu kuşlar, neden hep sıcağa?

O'ysa kalbim kırlangıç yuvası, kalbim sonyaz.
..itiraf dilekçesi serçe parmağında sığıntı bir kadını astım AŞk! meydanına.. tamam ben kar tanelerinden yaZdıM..

O'ysa kalbim yok ve yazarken........her ANıya dönebileceğimi biliyorum , hafızamdan hızlı koşabilceğimi ama o buz üstünde Saçlarımdan sızan allar görüyorum, ardımda kalmamış an'lar...

....................

senden yüklüce anılar edinme hakkım olmamalıydı, oMZun bAnA ÇüRük yakıŞMaLıydı ve yosunlar kaplamalıydı göz bebeklerimi...Ve beki ödedediğin bedel için gökyüzü soluğu çekebilirdin içine..ki yalan söyledim nazik olmaya çalışıyordum odam bataklık, yıllar öncesinden boğulmuş bedenim..

Güldüğünde gÜZel gülmenden korkuyorum. çünkü ilkokul fotoğrafından aşırılmış olmadığını biliyorum..

ipoteğe verilmiş olmasaydı kalbim diyorum, bu kadar acıtır mıydı...Avuçlarımdan akan kum tanelerini silebilirmişçesine yalan güvenle durabilmen "karşı"da ,bu benim açık yaram..

..iki küSKün çOcuk arAsı uyuMası bir mAsAlıN; bu kadar dokuNur muydu yine de,sAnA bir...şimdi sana bir bulut borçluyum,kızılı öpülmemiş ..
..sarkacımdan dökülen damlalarıma ad veriyorsun oysa sen artık "yabancı"sın.. ve ardını kapatmak istediğin dalga yarası bir Aşk'ın var..


.bi pervane yakılsa da anlamamalı ve dönecek hiç bi söz verilmemeliydi.. olmalı mı olamamalı (mıydı ? ) ama bazen ne yaparsan yap.. VE bazen, olmak yetmiyor bazen...düş'sen yuvarlanırım kalbinden. oysa yok'lamaya katılmadığını biliyorum. gözbebeklerine yetişiyordur korkun, adını bir ben biliyorum. fısıldarım sanıyorsun. gece sanıyorsun ama bu bizim devrik sırrımız,aslımız. tarçın bir sandıkta saklıyorum. bala katıyorum.. mutsuz kemiklerimi sık sevgilim ve sesleri dinle..

deniz ağır kokuyor, ağır çekiyor her bir hücremde. benzeşlik noktalarında, ağır geliyor seni elinde lal utan kızın lanetinden korumak..O'ysa uyuyorsun, uzakta... ve uzak aslında bana çok yakın bir anlamı çağrıştırıyor...

..şimdi kuşları da göçmez bu kentin, öyle asılı kalır nafile bakışlar.. ben tutarım iklim haritasının ortasından ve seçeriz yeni bir kıta, gerdanından sol yana kıvrılarak akan bir nehirin içinden geçilen..
içimden geçen pamuk ipliğinden dikiyorum seni , gülüşün dikiş tutmuyor, gülüşün atardamarım ipinden geçiyor.. ki biliyordun o bahçeye ekemezdin beni, toprak tutmaz bileklerimi kavrıyordun,sulara yatırıyordun.bir bahane rüzgar olmalıydı, devler uyumalı, sardunyalar kururken.. yeşile çalışımdandı, olur saNıYordun..

..sen ki çelik bir dağ ile eşdin gözümde, damar yaralarımdan geçiyordun. tutturamam sanıyordum iliğine dudaklarımı,kesik öpüşmeyi öğrendim...

ve..

"..BeNZeşiklik NoKtalarında VuRulduğunu göRdüm, kRiStaL kuVaRsı aLa boYuYoRkeN.."



..ama bir çiNgEneyDim beN!, KırMıZıYa yaKışıyoRKeN eteKleriM. döNdüM toza acıdı yüzün, "giderken" diyoRdun, "gideRken baMbaŞka GüZelSin".

..bir güvercin bile açıyor kanatlarını payı için, ben şimdi bunu unutmak için daha yavaş bir sigara yakıyorum...
---safranlekesi---

..dokunan sözleri bile bi yana bırakıp, biraz uyanış diliyorum kendime...ve biraz af, 'keşke..' diyemediklerime,biraz beyaz koyu renklerime, biraz gurur işine yararsa..

ben biraz buZ, biraz yoSma, bir..aZ..SeN..siZ...

3 Mayıs 2009

Yosma.


Çığlık çığlığa…

İçimde hazır ola durmuş kâbuslar, göz kapaklarıma değip, geri çekiliyor. Kirpiklerimden taşan koyu bulantıdan gözyaşı çıkmıyor. Alev alev gözbebeklerim rengi yitmiş güz yapraklarına selam çakıyor…

Korkuyorum…

Hiç gökkuşaksız kaldın mı, teninden yağmurlar döküldükten sonra… Benim düşlerim yumuşaklığı hissedilmeyen pamuk helvaların gölgesi gibiydi.

Uykularım bıçak yarası gibi… Bileklerimi kanatan afların kirli çukurunda saçlarımdan merdivenler öremiyorum. Makas izleri gülüyor siluetime.

Susuz denizler gibi şimdi sahil manzaraları… Limansız kentlerin çocuklarının gözyaşları temizlemiyor, kirlettiğimiz sokaklarını tenin…

Kese kağıdı delindi. Çileksiz bahar, portakalsız kış, kirazsız yaz… Tükenen biletler gibi şimdi, dudaklarımın çatlaklarının arasından dökülen şarkılar.

Karaladım; uğruna ormanlar yok edilmiş aşk mektuplarını.

Biliyorum dâhil değil.

Sokak lambaları hasta. Rutubetli ışık, sorguya hazırlanıyor, plastik pudralı eldivenlerini takarak. Köşe başında bir kırık mahalle kavgası. Gülcan Ahmet’i seviyor. Duvarların sağırlaştırdığı bülbüllerle beraber şafak yüz kırk üç.

Koltukları parçalanmış belediye otobüsünde bugün kasları gül dövmeli bir ağır ağbi oturuyor. Alnının izini çıkarttığı camlar, tozlu gar sahneleri…

Küfürbaz gecelerin, kanlı çarşaflarında derme çatma kırıntılar; biraz ölüm biraz cinayet…

Kan kustu.

İçimi boşaltamadım. “Her şeyi aldım”, dedi. Kalmış bir şey. Mide bulandırıyor. “Son kez”, diyor.

Çığlık…-sız…

Elmacık kemiklerime inen darbe, sarı…

Paslanmış metal, süt beyazına karışan…

Biraz anne, biraz bebek kokusu sonra inşaat artıkları…

Gazete kupürlerinde ‘orospu’ yazıyor. Osman Ağbi vermiş. Pezevenk.

Işık geçirmez sahnelerde yıldız.

Aysız gecelerde İzmir Körfezi kusarak yatıştırıyor ayazı. Ten terli. Ter ölü. Ölü koktu. Durulmuyor.

İç bile sızlatmayan bir kaldırım hikâyesi bu.

Eteklerinden tutku damlayan kadın, yeşil kısa eteğinin altından…

Sokaklar inledi.

Yosma bir şehir bu.

Limansız kent.

İz bırakmaya yüzü kızaran bir cüretkâr.

Tutkunduk.

Köpek gibi gurursuzduk.

Kordonda alkol kokusuna, ten kokusunu karıştırırdık.

Deli mavi.

Uslanmadık.

Yosunduk, balıktık, suyduk.

Kadındık.

Yosma…

Sürmeli bakışlara gömdüğümüz çocukluk; dönmedolap, balerin…

Sahi balerin eteğine de bindin mi sen?

Meşhurdur buraların havası, kızı…

Basmane’de sıvaları akmış bir pansiyon odasında suyunu verdin mi hiç?...

Kitapsız aşklardık.

Aşık olamadık.

2 Mayıs 2009

pas...

Yara…değil.. ben… sarsıldım.
O her başımı kaldırışında vuran….
Her seferinde elini uzattı. Buradan gitmelisin dedi. Korunacaktım…
Ama ;O… vurdu. Her seferinde elini tuttum. Ağlamak değil, sızı… yara değil, düşmek. .. kan değil, söz….
Ruhuma bir ağıt… yakarış…

(Çığlık çığlığa öldüm, biliyor muydun?Bildin..Oydu.. sen talan..ben yitik..)

Neden sen diye ağladım… ürkekliğime gülmüştü önce. Nefret ettim,canı yanmadı. Canı yoktu..
O ‘yok’ bir izdi… adı… adını söylemedim. Biliyordum…mavi değildi, pas rengiydi.
Köpükleri yoktu, bataklık sazları yetişmişti kıyılarında. Tuzsuzdu… Tadı acı mide suyu verdi ağzımdan içeri.
Bak nasıl kirlendim. Tenime dokunmadan, içimdeki çocuğun gözleri önünde içimdeki kadına tecavüz etti.
Böyle korudu… o yüzlerden. Kara deliklerden..
Çok ürkerdim…
Kollarımı sarıp dururdum. Ağır makyajlarla, kollarına aldıkları kadınları anlattı her biri.
Gözlerinde avuçlarıyla bileklerini incittikleri kızların resimleri…
Sen de alacaktın beni… O kahverengi çamuruna uzanmışken, iki elimi yaslayıp kilitleyecektin,sıkıca bastırıp başımın iki yanında…ellerim… Damarıma geçecekti dişlerin…Avuçların bileklerimi ezerken…sen üzerimde, o sözünü arayacaktım..
“…çiğnenmemiş ezgiler, dokunulmamış şarkılar… aklımın bir köşesindeki uygarlığı yaşatıyorsun..sen saf maddem..”
Affet dedin.. oysa ben küçücüktüm.
Vurdun, sığınmayım diye.
Çık git demiştin. Vitrin buğunda saçlarım üşüyorken. ..
“Git, ne olur, burası sana göre değil…”
Senden kirlendim, büyücülerden beni korurken.
Oysa yeni temizlemiştim kanımı.
Nefretime de inanmadın, aşkıma da.. ikisi de yoktu.
......


“Biliyorum bu son vuruşundu..o parçayı sökebilir misin üstünden? Kalıntılara razıyım…
Bir gün arın…öyle gel.bu yeter.
Son vuruşundu benim olana kadar en azından…
Nefesimiz yok, dudaklarımız aralık kalmış. Yeni bir sözcük bul,senin olmadan.
Gece kıvrılıyor, o güne uzuyor..
O gün bana değebilir misin?
Çığlık gibi ve bir put kadar sessiz.. devinimsiz…
Sadece değebilir miyiz?
Savaş meydanımızda…
Çıplak…”

İşte bu sözlerle kaldım koridor tarafında… ve bu sefer ölebilmeyi istedim o ani frende…
“yalan söyleyemem” dedi…
Her bir tekerlek dönüşünde çevirdi sayfaları…okudu bi zamanlar bana vermediği üst raflardaki kitapları… bir çocukluk kadar ağladığım gece her kelimesinde parçalara ayırdı midemi…
Ruhum, sözlerim, nefretim bile kirlendi…
Gözleri oyulmuş siyah güvercin… içinden çıktım süzülerek…