Duymak istediklerin vardı…
N’olur yalan söyle diye direttiğim geceler ve ay ışığını içen gözlerinin sarhoşluğunda, iç yakan bir mayhoş mayıs alkolü…
Dumansız izmaritleri birbirine yapıştırıp, elbiseler yaptım kendime; üstümde yarım yamalak duran… Etekleri kapatmıyor genç yaraları, taze morları ve her
Denizlerden aşırıp saçlarıma yapıştırdığım dalgalar kirlenmiş işte, kahverengi…
Gözlerimi soktuğum gökyüzü de kirlendi, kahverengi…
Ellerim tozlu, içim puslu…
Bileklerimden dökülen uğursuz böceklerle, tenimi kışkırtan içecekleri birbirine karıştırıp salladım. Metal bozukluklara kazıdım içimdeki iltihaplı aşkı…
Kalemi parmaklarıma saplayıp nasırlaştırdığım derinin altında…Sus, sır…
Sırları paylaşmayı öğrendim, her şey gibi yalan olsunlar diye…
…derinin altında şerefsiz tutkun var…
Beklemiyorum artık yazı, temmuzu, salyangozları, çıplak ayaklarla kızgın betona ateşimi akıtmayı…
Düşmüyorum hayallerine yirminin…
Özlüyorum, sana en yakın dünden geçen çocuk intiharlarımı, sağanak yağmurlarını çaresiz parmak izlerimin…
Susuz yazlar da vardı.
Geride kalanlar yoktu.
Biz bile kombine olmuş, zambak, sarmaşık…
Zehirli bir asaletle çalıyoruz birer birer kapıları.
Ceplerimizden dökülen misketlerle, patlayan pencere camları birbirine karışıyor…
Seslenirdin merdiven altından… Bilirdim dudağının kenarından, dudağıma ulaşan ıslığın çikolata koktuğunu…
Salınan düşlerimize gerdiğimiz hamak, geceye rezerveydi ve karanlıkta bile güneş kokusu, genzimden portakal akıtması…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder