26 Eylül 2014

artık dar gelir bana..*


Katıksız günlerin bütün dakikalarını ilişiklendirebileceğim kadar çok şey birikmiş.

İçerisindeyken fark etmediğimiz nice sonbahar geçmiş sütlü, tarçınlı, elmalı gülücüklerle.

Sabahları uyanıp da aynaya bakmaya tahammül edemediğim her an başka bir ayna kendiliğinden gelip de öpmüş günü.

Kışlar beklenmiş.
Daha çok karlar.
Rengârenk giyindiğim kara mevsimlerde bunca fotoğraf çekildiğine göre hoşuna gitmiş bu durum. Halbuki zihnimdeki algı çok başkaydı.

Yalnız ve evde, tamamen yalnız ve tamamen evde olduğum şu eylül, ne zaman mutfağa girsem, bir şeyler yuvarlanıyor tezgâha. Nasıl anlatılır, mantarlar, kabaklar ve omletler, her şey toprağını yitirmiş ve çoktan çürümüş ve soğumuş gibi. Ama yine de omletleri hep senin yaptığın gibi yapmaya çalışıyorum. Olmuyor. Ama eğer varsa her kahvaltıma hâlâ önce salatalıkla başlıyorum. Aslında bunu alay ediyorsun diye özellikle yapmaya gayret de ediyorum galiba.
Yine de her tencere ve tavaya illa bir damla gözyaşı da katılıyor.  

Pijamamdan sıyrılamadığım bu ardışık günlerin etrafından kediler bile geçmek istemiyorlar.

Kendime kendimi hatırlatacak bir şeyler yapmaya kalkıştım şu sıralar.
Sır gibi biraz. Ama pek de değil aslında. Yayılmamasını tercih edeceğim ama lafı açılırsa da konuşabileceğim bir şey sanırım. Pek karar vermedim. Sadece borçlu gibi hissediyorum kendime. Kendime de.

İçimde sürekli olarak nereye koyacağımı aradığım ve asla bulamadığım bir özlem var.
Ben çok uzun zaman "Özledim" diyerek başlamamışım güne. Günlerimden özlemi çıkarıp atacak kadar dolu bir şeylerin ortasındaymışım. Kıymet bilmezliğim orada da kendini göstermiş.

Hafta sonlarını bekleyecek bir şeyim kalmadı biliyor musun?
Sıkılırdım oysa. Koskoca bir hafta beklemekten. Şimdi çarşambalar da cumartesi, perşembeler de pazar, pazarlar zaten pazar. 
Her gün dilimliyorum domatesleri. Gününe bakmaksızın. Aynı şekilde değil. Yarısı illa ki kalıyor. Bu hüzünlü bir şey bayım. Bir domatesi dahi tüketememek. 

Artık alışveriş yaptığım yerler de biçimlendi. Haberin olsa hoşuna giderdi. Haberin olmuyor.
Kendimi yapamadığım ne varsa yapmaya zorluyorum, sanki ansızın müfettiş gelecek gibi.

Bu aralar ne oluyor bilmiyorum. Korkuyorum sokaklardan.
Belki de o sevdiğim ve bildiğim ve öğrendiğim sokakları bunca özleyişimi bastırır mı korkusudur.
Sokak köpeğimi özlüyorum. Boynuna ve şişmanlığına sarılmak, ağzına salam tepmek istiyorum.

Bir cumartesiyi cumartesi yapan ne varsa, sokaktaki pis atıştırmalıklarla yaşamak istiyorum. Mısır, gevrek, dondurma yiyip üzerine oralet içelim, akşamına illa ki sevdiğimiz barlardan birinde iki biraya varalım istiyorum. Nereden baksan hamburger de yiyebilirim. Veya o en sevdiğim fırından geceye ayrılacak bir muzlu pasta almanı da isteyebilirim. 
Artık iştahsızım ve bu beni eğlenceli bir insan yapmıyor.
İnanır mısın bilmiyorum ama eve geleceklere tatlı yaparken tencerenin dibinden dahi bir parmak çalmıyorum. 

Uzun zamandır bir şey de içmiyorum. Aynı senin de dediğin gibi. "Dışarı çıkıp iki bira içmek bile değişiklik haline geldi. Hayat çok boktan." Evet, tam olarak bu. 

Ağustos muydu. Öyleydi. Ne kadar kısa bir zaman geçmiş ve bana nasıl da bir ömür gibi geliyor.

Böyle şeyler saçmalamayı kendime yasaklamıştım aslında. Çünkü biliyorum, şimdi oradan bakıldığında güçsüzlüğüm zavallılaştırıyor bir şeyleri.
Ama günler birbirini nasıl tüketeceğini düşünürken bu çok da umrumda değil sanırım artık.

Yorgunum.
Bu boşluğun içerisinde oradan oraya savrulmaktan çok yorgunum.
Evden çıkmıyorum.

Okuyup, yazdığım, izlediğim, dinlediğim ve hatta çizdiğim şeyler var. Bütün bunlar nasıl da mutlu haberlerdi değil mi bir aralar. 
Oysa ben sokaklarda başı boş, etrafa bakına bakına gezinmeyi istediğim bir sonbahardan dökülüyorum.
Tüm sokaklarda değil. 
O sokaklarda.

Peteğime birisi taşınmış.
Bu nereden baksan beni hıçkıra hıçkıra ağlatan bir haberdi.

17 Eylül 2014

geldi sonra, bir anda*


Boynumdaki ağrı, gece kıpırdamaksızın yatıp da sabah sağ kolumu uyuşturan, kalın perdelerin koynundaki, hafiften süt, geceden dudak ısırtan baharatlı kokudaki ağrıya benzemiyor. 
Sızının güzelliğini sen de biliyorsun.
Boynum öpülmedikçe geçmeyecek, bunu da bilmeni istiyorum.
Sol tarafımı himayesi altına alan bu tutmazlığın neyle şaha kalkacağını da sadece şu en soldaki biliyor. 
Elinden gelir ya, gelmiyor.
Sonbahar gelince buraları tuhaf bir kaldırım kenarı yapraklığı kaplıyor.
Kahveler bitmek istemiyor.
Biterlerse sanki ev de bizi terk edecek gibi geliyor.
Bu çoğul konuşmak niye.
Çoğullaşma isteğinden mi, tek başınalığın kelimelerinden ürkmekten mi.
Kalabalığın soluğunu içime çekmeyeli epey olduysa da, 
yine sadece bir kediye ihtiyacım var gibi.
Belki bir iş.
Belki daha fazla şiirli gün dilimleri.
Eskinin içimi kanırtmasına da güzelleme buldum.
Aslında.
Uyumuyorum ve uykusuzluk da uyumak kadar, belki ondan daha fazla sızlatıcı bir şey.
Aklım karışıyor.
Beklediğim tarihler geldiklerinde atlıkarınca dönmüyor.
Ya da denize çok yakın bir yerde suların en ama en güzel rengini yakalayıp, tam o anda baş döndürücü bir şey içmiyoruz.
Veya okşanmıyor sırtı, eğrilmiş dünün.
Elbette omzumdan koluma ve parmak uçlarıma ve elbette boynumdan başıma yürüyecek bu ağrı.
Ve elbette omzumdakiyle boynumdaki sevişip bir acı eşiği ölçümü yapacaklar ki en soldaki en kadar kıpraşabiliyor görelim.
Bazen diyorum.
Yaşlanmaktan ve ölümden korkan insanlarla konuşmak dahi niye ikna etmiyor akışına bırakmaya.
Belki de çoktan bırakılmıştır.
Ve belkisizdir belki.
Belki de akışına bırakmanın dahi istediği çabayı yutmuştur kurutucu yaz.
Sahici bir sonbaharla yıkanmadıkça temizlenmeyecek tozu şarkıların.
Uzun zamandır dinlemediğim şarkılara olan vefasızlığımı, birkaç yeni şarkıya takılıp kalarak örtmeye çalışıyorum.
Ama bilirsiniz;
çivi çiviyi ne zaman söktü ki.
Varlığını yok sayamadığın bir şeyin, şu kıpraşmayı yaratacak yegâne kuvvetin sahibi olduğunu da unutamıyorsun.

3 Eylül 2014

yer bulamamış


Yine terk edildim.
Yine kapıyı açtım.
Yine bir bilet.
Yine yersizlik.
Yine ellerimde ağrı.
Yine istemsizce plan yapmanın hayat tarafından reddi.
Yine söz geçmeyen bir ritim.
Yine aynı müzik listeleri.

Uyku kısa ömürlü. Gitti. Hemen. Döner dönmez.
Bozkırdan sonra bu nem beynimin bütün boşluklarına doluyor. İki buçuk sene sonra baş ağrılarım kendini bağırıyor.
Yarın gidiyorum. Üçü beşi yok. Günler eksiliyor.
Cebimde çok anahtar. Sütlü kahve içenlerin kendilerine edinecek bir yuva aradıkları doğru mu sahiden? Öyleyse neden bütün sadeciler demirbaş da ben dalga dalga.
Damarlarımı gördüm. Ama sanki ellerimin formu değişiyor. Değişmese de ağrıyor. Aynı şekilde. Belki eskisinden beter. Boynumdan koluma ve oradan da tanımak isteyen parmak uçlarıma.
Hayat hep şekil yapıyor. Karizmatikliğinden değil. Bizi bozmak orgazm olmasına yarıyor, ondan.
Gittim, geldim, ben kendimi yenemedim. Adeta üç günlük sancıyım. Boşa mı temmuzdu. Boşa mı kalabalık caddelerdi yazın konuşlandığı? Göğüs kafesim sancıyor.
Müzik listesi filan yok.
Böyle zamanlarda hep bir ilâ iki arasında gidip geliyor. Arabesk sevilecek eylülmüş gelen.