29 Kasım 2018

çivit


Cevaplarımın zamana karşı şekillendiğine şahit oluyorum ve böylece yaşanmış, soruları cevaplanmış bir an, başka başka cevap olasılıklarına gebe olarak kalıyor. Öyle de kalmıyor; belki başka türlü yürünebilecek yollar varken düşük yapıyor. 

"Bir renk söyle" anları değil bunlar, araya gece ve gündüzün girerek telvelendirebildiği, uzantılı bir şey. 
Sonra neye dönüştükleri içimize kalıyor. Kendimize saklıyoruz. Saklıyorum. 
Bilmeni de isterdim aslında ama çok şey bilmek için çok yakınlaşman gerek. 
Çok yakınlaşman için benim çok yazda olmam gerek. Yazda, anda, açıkta, açıklıkta, sere serpe kendimde. 

Hazır mısın. 
Ben değilim.

Hatırladılarımın renkleri, kokuları ve müzikleri var.
Düşündüm de bunun bir müziği yok. Belki de bu frenliyordur akışı.
Müzik, bir hayatın felaketi.
Başına gelip de sağ çıkman neredeyse imkânsız. 
Çıktıysan da kan revan.
Eksik bir şey varsa, bu olmalı..

İçimdeki bütün kadınlara bakınca..; 
Julia'ya, Eleni'ye...
Yangın, sel, çığ... 
Damarımdan akan kana ritmini verecek, onu kaynatacak veya durduracak bir şey...

Sen bil. Sen söyleme.
Sen duy. Sen konuşma.

Ben.., düşeceğim yere kadar, 
yanacağım,
sular altında kalacağım,
sular altında bırakacağım yere kadar...

20 Kasım 2018

uçurumlardan'



Bile isteye yürüyorum.

Tehlikenin beynimde yarattığı uyuşukluk tüm gövdeme yayılıyor.

Varacağım yeri, bastığım kara parçasının bir "an" uğruna ayaklarımın altında un ufak olacağını ve çok kan kaybı yaşanacağını bile bile..

Uyanıyor ve dişlerini geçiriyor gece. Her şey nasıl toplanıp toplanıp darmadağın olmaya meyilli meskenimde.
Acıtmayı mı doğası biliyor, vahşiliği mi, bencilliği mi, gizlenmeyi mi. Evcilleşmenin bunaltısı mı içimde köklenen.

Belki de rahat eden yanımın ihtiyacı bir uysallık seremonisi değildir.
Belki de öyledir.

Yabanıl bir ormanın ısırganlarıyla tutup çekiyorum kendime. Ne yoksa.

Hatırladığım çıplak serinlikler, metal kilit sesleri, piyano kenarları, döşemeler, yüksek tavanlar, rutubetler, bilinç yitimleri, ten uyanışları, sızıntılar, arzunun temize çekme gücü, duyular arası keskin temaslar. Yağmur, rüzgâr. 
Odaların giyindiği ışıklar, loşluklar. Loşluklarımız. Karanlık yanlarımız. Ve orada büyüttüğümüz dikenler. 

Bazen, ne yaparsan yap,
kaybedeceğini bile bile.

Bile isteye, 
yaka yaka,
yanmaya...

16 Kasım 2018

devinim


Bazı uykuların, uyanışların, rüyaların ve kâbusların geri dönüşü yok. 
Çok uzun yıllar boyunca kaçmaya çalıştığım, başaramadığımda kaçışı bir rutine dönüştürdüğüm şeylerin sonucu belki. Bilmiyorum. Bir çok şey gibi.
Tek bildiğim uykunun, uykulrın er ya da geç yaralandığı.

Dinlediklerimin ve gördüklerimin bir yankısı yok gibi dursa da, çığlıklardan geçilmiyor bazen gövdem ve zihnim.

Hayatın asıl mücadele alanı insanı kendi içi. Bu savaş yerinde ne kadar zor açıyor bu kış siklamenler. Biraz sütliman frekanslar eşliğinde, çay buharının kokusunu içine çekmeli belki telaş. 

Varlığımı somutlayan her şey zerre zerre sızlıyor ve ne tuhaftır ki kendi saçlarımı okşamak istiyorum, kendime ağlamak, kendime çorbalar ısıtmak, kendimi kendime bırakmak.

Yaptığım ve yapmadığım ne varsa, nasıl sa hesaba kitaba oturmuyor şu an.
Tuhaf ve alışılmadık bir dağınıklık, soğukluk ve vahşi bir sorgusuzluk aksında sürüyor günler. Rüyalar, sonbahar, uykusuzluklar, bitmeyen saatler, tükenen mevsim ve eve özlem.

Biraz aynı kelimeleri kullanmaktan, biraz göğüs kafesine sıkışanlardan, fani dünya meselelerine biraz fazla saplanıp kalmaktan, mevsimin hakkını verecek derin ve sıcak uykulara varamamaktan sıkkın ve yorgunum.

Geçen kasımdan bu yana çok şey değişti.
Değişimin nasıl da insanı büyüttüğünü ve yaşlandırdığını bizzat gördüm. 
Yirmili yaşların ikinci yarısında bu duyguyla tanışmanın ve başa çıkmanın ne kadar şaşkınlık yaratıcı olduğunu da.

İnsanların niye koşa koşa nikah masasına oturduklarına kendimce cevap buldum.
Bununla karşılaşıp da sakince kendine pansuman yapmayı sürdürmek biraz zor.

İyi ki ipe sapa gelmez huylarımız, inceldiği yerden kopmaya da koparmaya da gizli bir meylimiz, uysal kılıklı serseri mayınlarınlarımız var.
Dedim sonra.

Öpünce geçecekler,
öpülünce geçenler.