26 Mayıs 2006

mezun olduk

Küçücüktüüük büyüdükk kocaman olduk..

Küçücüktüm büyüdüm ama ben masalımı da gördüm =)

Mezun olduk...


dizelere tutsak- Ahmet Telli'den...

GÜLÜŞÜN EKLENİR KİMLİĞİME

Gün biter gülüşün kalır bende
anılar gibi sürüklenir bulutlar
Ömrümüz ayrılıklar toplamıdır
yarım kalan bir şiir belki de

Aykırı anlamlar arayıp durma
güz biter sular köpürür de
kapanmaz gülüşünün açtığı yara
uçurum olur cellat olur her gece

Her gece yeniden bir talan başlar
acı ses olur, ses deli bir yağmur
eski bir eylüle gireriz böylece

Sığındığım her yer adınla anılır
ben girerim, sokağı devriyeler basar
bir de gülüşün eklenir kimliğime



ÖZLETİYOR SENİ BU YAĞMURLAR

Burada yağmur yağıyor
Aralıksız yağıyor günlerdir
Ama sen yine de şemsiyeni
Almadan gel ilk otobüsle

Buğulanan camlara usulca
Yüzünü çiziyorum ki yüzün
Bir yağmur damlası olup
Düşüyor yapraklarına gülün

Güller de bozamıyor bu uzun
Karanlık sessizliğini kentin
Anılarını yitiriyor sokaklar
Bezirgânlaşıyor bulvar ışıkları

Tarih de kekemeleşiyor bazan
Ki o zaman aşktır tek bilici
Aşksa yürümek gibi bir şey
Duyabilmek kuşların gelişini

Anısı bizsek eğer bu kentin
Unuttuğu türküler bizsek
Acıyı rehin bırakıp bir güle
Anımsatmalıyız bunları bir bir

Sonra yürümeliyiz seninle
Sokaklara caddelere çıkmalıyız
Belki bir aşktır bu kentin
Belleğini geri getirecek olan

Burada yağmur yağıyor ama sen
Şemsiyeni almadan gel yine de
Özletiyor bu çılgın sağanak seni
Sırılsıklam özletiyor biliyor musun


PASAPORT KAHVESİ

Kıyıda, taşın üstünde
oturmuş denize bakıyor
Kimse konuşmuyor onunla
ne rüzgâr ne de izmir

Gün bitiyor ve lacivert
sözcükler çekiliyor
susuşların ipek ağıyla

Az ötede pasaport kahvesi
- Gel, bir bardak çay içelim
diyor bütün gün beklenen

Bulut suya değiyor
su zamana
ve yalnız çakıltaşları
değil aşınmakta olan

Batık bir gemi
gibi uzaklaşırken ordan
yakamozlar kalıyor geride
balkıyan acılar gibi

Eskiyen neydi günboyu
yaşanan neydi
hangi bıçağı biledi deniz

Işıklar sönüyor kıyıda
ve burkulan bir yürekle
çekip gidiyor bu kentten


KUŞ ÖLÜMLERİ

Gittikçe yalnızlaşıyorum bir sen varsın
karşılığı olmayan sorular düşüyor aklıma
ve kuşların intihar tasarısından söz ediliyor kentte
soğuyan ellerinde kalıyorum bir kırlangıç gibi
Ellerin bir mecnun yurdu, upuzun bir sessizlik
birlikte okuduğumuz kitaplar kadar sımsıcak

Biz bu kitapları ne zaman okuduk ve niçin
her satırını çizip notlar düştük kıyılarına
Dünya upuzun bir çöl sanki, bir buzul kütlesi
karşılık bulamıyorsun aklıma düşen sorulara
ve düşüp duruyor kırlangıçlar, üşüyorum
bir yolcu hüznüyle geçip gidiyor ömrümüz

Sesine bir esmerlik düşüyor parçalanıyor yüzün
kayıp gidiyor parmaklarımın arasından
bir aşkı anlatmak için seçtiğim sözcükler
hep yanlış numaralar düşüyor telefonlarda
kaçırıyor korku bakışlarını eski tanıdıklar
Bir sen varsın kurtulursam bu aşkla kurtulurum

Gülüşü süt mavisi insanlar vardı/ nerede şimdi
çoğunun adını unuttum çoğunun kimliğinde kazınmış adresler
Nevin canına kıydı geçen gün, şiir gibi bir kızdı bilirsin
Öner enfaktüs geçirmiş içerde, kesik kesik öksürürdü eskiden
Ayşe ise acemi bir sokak yosması artık
Üşüyorum, ama sen anılarla sarma beni ve anlat yalnızlığımızı


AHMET TELLİ

19 Mayıs 2006

ey bulutlar

ey martılar

ona sevdiğimi

söyleyin

rüzgârlı bir tepede

yan yana oturdular

adam kadına baktı

yavaşça sarıldı

biraz çekingendi kadın

öylece kaldı

sonra birbirine yaslanan

adaları gösterdi adam

öpüşen martıları

kucaklaşan bulutları

işte her şey böyle dedi adam

uzandılar sonra

gökyüzüne baktılar

iki yaprak vardı üstlerinde

bir değiyorlar

bir ayrılıyorlardı

bak herkes sevdiğiyle

beraber dedi adam

şarap içtiler sonra

yazdıkları şiirleri okudular

bildikleri şarkıları

bir şiir ötekine benzemiyordu

bir şarkı diğerine

ellerini üst üste koydular

adamın parmakları uzun

kadınınkiler kısaydı

yalnız o kadardı benzerlikleri

sonra birbirlerinin

dudaklarına baktılar uzun uzun

gözlerine

saçlarına

çiseleyen yağmura

yaklaşan vapura baktılar

vakit geldi dedi kadın

adam eğildi

kadının gümüş yüzüğünden

öptü

bırak zamanı dedi

biz olmasak

zamanın ne anlamı var

kalktılar sonra

patikalardan yürüyüp

kıyıya geldiler

deniz öylece duruyordu

dünya böyle dedi adam yine

işte aşk böyle

şiir böyle

Nurullah Can

güneşi yolladım bütün renklerle



Taş bir yolda ilerliyorduk ve yaşam bize hiç aldırmadan nasıl da devam ediyordu. Kurumuş, çatlamış, puslu bir bahardan kalma, solgun, gonca renginde dudaklarımda bir mırıltı… Ne me quitte pas… Güze yaraşırdı aslında.. bir kasım sabahına, kavuniçi yapraklarına hüznün ve burkuntularına en derininden ruhun. Bir filmden unutulmaz bir sahne geldi mi aklına? Kim bilir hangi filmdi senin unutulmazın? Kim bilir hangi kareydi unutamadığın? Bir sonbahar filmiydi benimki. Bir kadın ve bir erkek. Kadının üzerinde pembeden kırmızıya dönük, nar çiçeği bir su var, şeffaflığını örtercesine kayıyor üzerinde. Ritimleri uyumlu. Coşkulu bir vals. Ölüme yaklaşmış bir güzelin coşkulu valsi. Ve o müzik… Evet hani bir sabah… Yağmurkuşugillerden biri öterken karşımda, usulca mırıldandığın kulağıma…

Mucize, nerde saklı o? Bulutlarda mı? Yağmurun yağması belki.Goncaların gelin gibi süslenip gül olmaya hazırlanmaları… Erguvanların eflâtuna çalan renkleriyle donatmaları taş kaldırımları. Ya da belki yağmur sonrası bir renk cümbüşü, bir coşku şeridi. Bir gülümseme hayata… Gökkuşağı… Belki de, belki de sadece bir tatta. Dondurma? Onun kadar tatlı ve huzur verici bir şeyde. Belki de kavun kokusu ya da çilek kokusu gibi bir kokuda ya da vişne kızıllığı…

Kalemi oynatamıyorum.

Güneşi yolladık bütün renklerle…

-30.03.2006/ Perşembe – 15.15

15 Mayıs 2006

güneşli günler göreceğiz çocuklar

Hayata dayanmış taşların arasından bir su gibi sızıp geçmek.. Bunu başarabildiğimizde bizde o taşlardan biri olmak için ufak çakıllar arasına gireceğiz...

Anneler gününü geride bıraktık. Anneannemi özledim. O kadar çok özledim ki.. Bu sene, bu anneler günü bence kötü geçti. Annemleydim ve bu bana huzur veriyor. Ama gereken özeni gösteremedim. Babaannemle konuşamadım. Yengemle ve teyzemle konuşamadım. Anneanneme anlatamadım... Anneanneme yazamadım... Anneanneme sarılıp "Bak nerelere geldik gülüm?" diyemedim.. "Kaçarsın sen birine" derdi bana, "Unutursun sonra beni" derdi... Unutmadım seni anane... Özledim ben seni.. O kadar çok özledim ki... Sana o kadar çok ihtiyacım var ki... 8 senedir hiç olmadığı kadar çok ihtiyacım var. Bir yanım uçurum bir yanım sel... Bir yanım hayat bir yanım ateş... Ne olduğu bilinmez bir yolda ilerliyoruz şimdi. Herkesin kafasında milyonlarca soru işareti.. Rüzgarlar bile çaresiz. Özledim seni.. Gül güzeli...

Bugün pazartesi... Sıkıcı bir günü-mumu- üflememize çok yok aslında... Uyumak istiyorum.. Bubahar çarpıyor insanı... Oysaki düşlerim başkaydı... Tılsımını kaybetmiş bir bahar... Şimdi isteksizlik ve bezginlik var ama uğruna yapılacak çok şey var daha. Şimdi hep birlikte kalkacağız ve güneşi o battığı yerden yavaşça göklere kaldıracağız... Gökler kızıla aydınlığa boyanacak yeniden.. "Güneşli günler göreceğiz çocuklar..."

12 Mayıs 2006

7 Hazirandan 16 hazirana kadar Çankaya Dershanesinin sınav programındayım muhtemelen o zamana kadar rapor almam okulda çalışırım. Yani sınavdan 10 gün önceye kadar okul yolları beni bekliyor. Ama belki de alırım...


Bu arada ÖSS'ye Çimentaş Lisesi'nde giriyorum.Orası neresi? Hiç bir fikrim yok...

11 Mayıs 2006

anlaşılmayan şeyler

Kolay bir hüzündür gecenin kovuğundan sarkan
Ellerindeki paramparça geçmişin sığ bir gövdesidir yolun ortasında
Erken bir gülüşe başlarken (tutanabildiğin yalnızca bir gülüş)
Ve sanki (kendinden korkan) bir erken bağlanmışlık varoluş ve tükenişin.
Bir görüntü anlatır (sanki) bir yolun, bir yoğunluğun ortasında bal rengi kanı
Ve ayrılığın ta içinde biriken küllüğüdür özlemin.
Eski, hep eski anlatılmamışlıktır defterlerin.
Kuruyan su.
Kuruyan uykusu.
Ve kan yine de bal rengi derbederliğin.

Murathan Mungan

9 Mayıs 2006

Gülleri Aynı Gün Soldu

"Gülünün Solduğu Akşam" ve "Defterimde Kuş Sesleri" adlı eserlerinde Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan'ı anlatan Can Yayınlarının kurucusu ve yazarı Erdal Öz, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Arslan'ın idam edilişinin 34. yıldönümünde vefaat etti. "Gülleri aynı gün soldu" (6 Mayıs 1972- 6 Mayıs 2006)


...Arabesk nedir diye düşünmüştünüz:

Şebboy sesli bir cümbüş, eza içinde;
Eşitlik midir komedya, içtenlik mi,
Erdem diye benimsenmesi mi fırsatsızlığın?

Yürüyoruz bütünlemeye kalmış bir sessizlikte
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

... İki çay söylemiştik orda, biri açık,
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

Cemal Süreya


8 Mayıs 2006

Bizim Masalımız


Bir varmış bir yokmuş. 3 yıl önce Özel Ege Lisesi Krallığında prensler ve prensesler buluşmuşlar.Altı güzel prenses ve beş prensin yolları krallıktaki son senelerinde kesişmiş. On bir yıldızdan ilki güzel prensesimiz, Rapunzelimiz, nazlı kızımız, saf, masum bakışlı ışıl ışıl yürekli, dinginliğin egemen olduğu bir zekanın ışıltısında gülümsemesiyle bizlerle olan Nazlı Gönülşen…

Krallıkta günler kimi zaman vals yaparak kimi zamansa şarkılar söylyerek geçiyordu. Güneşli günlerin ışıltısıyla yaşam devam ederken on bir yıldız arasındaki bağ daha da kuvvetleniyordu. Engin denizin kızı, Çılgın dalgaların renkli sörfçüsü, “amin” leriyle herkesin en sadık duacısı, güneşin hayata yansımalarından en renkli olanı, tartışılmaz bir soluk, alevin en kızıla çalan bölümü ve cennet prensesi yıldızımız Nil Osmanoğlu…

Gündüzler geceleri, günler ayları kovalarken, yıldızlar bulutlara göz kırparken, pofuduk pembe gülücükler krallığın etrafında dolaşırken, melodilerin çevrelediği, renkli rüzgarların doldurduğu krallıkta, prenseslerden pofuduğumuz, cincin pemboşumuz da şarkısını söylemeyi sürdürüyordu. Al al yanaklarıyla, kocaman masmavi cam gibi gözleriyle, İzmir masallarının sevdalısı ışıltımız Eda Kaymakçı…

Günlerin getirdiği sürprizler ve renkler yeni ışıltılar saçıyordu on bir cincinin üstüne. Mevsimlerden kış: bembeyaz on bir kar kristali. Bahar: on bir kızıl, kan kırmızısı gelincik. Yaz, ateşten bir güneş dilimi, mavinin her tonundan dalgalar. Güz: sararmış, kavuniçi yapraklar. Gökkuşağının alacasında yeni ışıklar. Bu yansımalardan bir neşe patlaması, kahkaha tufanı, dans kraliçesi, heyecanın ve coşkunun, gülümsemenin hüküm sürdüğü bir coğrafya Yasemin Çalışkan…

Bu dinginliğin arasında eğlence, coşku tabii ki krallığın vazgeçilmeziydi. Herkesteki heyecanı yaratan, gülümsemelere sebep, çocuksu neşesini, pozitif enerjiyi aşılayan, coşkusundan hiçbir olumsuzlukta en ufak bir şey kaybetmeyen krallık soytarısı on kişinin de kalbinde taht kurmuştu. Araba sevdalısı, başkanımız, şanımız, gülüşümüz, “Şoförsen bas gaza, aşıksan vur saza” sloganıyla her daim yanımızda ve gönlümüzde yeri başka olan yıldızımız Efe Ersoy…

Bu coşkuya, bu mutluluğa tek düşen gölge ÖSS adlı alevler püskürten ejderhaydı. Bir anda valsleri yarıda bıraktıran ama umut kıvılcımlarını söndürmeye gücü yetmeyen bir canavardı. Melodileri tüketmeye alevleri yetmese de kara bulutları üstümüze toplamayı başardı. Kıvır saçlı, sevimli, siyahın karanlığı, beyazın aydınlığıyla dengeyi kurmayı başarabilen, araba sevdasını krallık soytarısıyla da paylaşan kardeşimiz, yıldızımız Melih Öztekin…

ÖSS canavarının gazabı krallık üyelerinin üzerinde hüküm sürerken, tüm krallık başka krallıkların ‘test’ kağıtlarından geçilmez hale gelmişken, 11-C krallığı farklı kişiliklerin oluşturduğu enteresan manzaralara sahne oluyordu. Bunlardan en görülmeye değer olanı da, krallığın bilim sorumlusu, teknoloji uzmanı, aslan ünvanıyla krallığa her türlü donanım ve desteği sağlayan, efendi görünümlü yıldız Adem Elgit...

Krallık bilimsel gelişmelerle güç kazanıp, teknolojik donanımının doruklarında dolaşırken, ÖSS mücadelesi canla başla devam ederken, silahlarımız, testlerimiz krallığımızı çevrelerken müziğimiz hala içimizdeki varlığını koruyordu. Ortalarda dolaşan bir tombik pisi, kalem- kağıt sevdalısı, incik- boncuk süslemeleriyle krallığın yazı işleri sorumlusu, derin suların maviliği, renk düşkünü, krallığın tahtasını boş bırakmaya gönlü elvermeyen yıldızımız Deniz Marmasan…

Zaman zaman krallığın on bir yıldızı, canavar ve savaştan yorgun düşüyor, isteksizliğin kıyısında oturup, birbirlerine umut ve güç aşılamaya çabalıyorlardı. Böyle zamanlarda güneş yeniden doğuyor, çiçekler yeniden gelin gibi süsleniyor, içlerindeki umut alev alev oluyordu. Farklılığıyla, ani tepkileriyle, aynalarla olan arkadaşlığıyla, saçıyla olan kavgasıyla, tarih sevdalısı, sarı- kırmızı suların kızı, lezzet düşkünü yıldızımız Mahmurcan Akdaş…

Krallıktaki on bir kişi arasındaki bağ zamanın yıpratamadığı, olayların aşındıramadığı kuvvetli bir sevgiye dayalıydı. Zorluklar karşısında birbirlerinin yolunu aydınlatan on bir meşale olmayı öğrenmişlerdi. Ne düşmanlar, ne karanlıklar, ne ÖSS ruhlarındaki ezgiyi, zincirin on bir halkasını yok edemeyecekti. Bu on bir halkadan biri vardı ki, krallık feylesofu, mükemmel ışınlanma üstadı, sürekli düşünen sürekli yazan adam, ömrü saat saymakla geçen aziz, krallık derslerine giriş-çıkışları meşhur olan yıldız Remzi Serhat İşbecer…

Bugün bizi bir araya getiren ve birlikteliğimizin kanıtı olan bir gün. Son değil, başlangıç belki de. On bir farklı coğrafyaydık biz. Bir araya geldik bambaşka bir sentez oluşturduk. Eşsiz bir lezzet, benzeri olmayan bir renktik. Dostluğun, kardeşliğin, ‘aile’ kavramının temel olduğu bir zincirdi bizimkisi. On bir farklı ruhtuk, sonunda bir bütün olduk. Biz birbirimizi gerçekten çok sevdik, gelecek için sözümüzü verdik.. Masalımız devam edecek. Krallığımızı sağlam yapan kişi, ağır abimiz, öfkeli babamız, sert ama samimi, daima sığınabileceğimiz limanımız, müziğiyle bizi biz yapan kralımız, Sinan Biçer…

akrep yelkovanı yakalarsa


"Herkes ne zaman ölür
Elbet gülünün solduğu akşam..."

Turgut UYAR


Bir kanat çırpıştı, zorlayan bir koşu belki de. Akreple yelkovanı üst üste getirme oyunu. Seksek oynar gibi adımlar, dakikaları tüketmeye çalışırken ömrüm. Hani bir şiir vardı sıcak, puslu bir yaz sabahından kalma... Cemal Süreya'nın kaleminin dudaklarımıza değdirdiği...
Yaz çocuklarının (Bew abla özledim) oyunuydu bulutlardan masallar yazmak. Salıncaktayken bulutlara karışmak. Yeşille masmavinin ortasında yorulmak. "Vazgeçmek birden bire herşeyden vazgeçmek..."
Bir şarkının titrek bir kaç cümlesi çatlak, rengi belirsiz dudaklarımda "Ve yaşam bize hiç aldırmadan nasıl da devam ediyordu... Taşlar yuvarlanıyordu... As tears go by..."
Bir köşeyazısına mı gizliydi aşk? İçini titreten yalnızca bir ölüm haberi miydi? Ne olduğu bilinmez bir kaç boş durak mıydı? Bugün günlerden pazartesi,. Bir başlangıcın simgesi. Okul dedikleri düzenin ortasında bedenimi çevreleyen beyaz-yeşil kumaşlar içindeyim. Özgürlüğün kıyısında oturdum, ağladım. Kağıda inen darbeler bir şenlikti. Ağıdın şenliği olur mu bilmem ama olmuş işte. Kırmızıyla mavi karışınca mor oluyor. Kadınla erkekten bebek oluyor. Mevsimlerden kışla yaz karışınca bahar oluyor. Oysaki ben birleşmeyeni sentezlenemeyeceklerin noktasındaydım.
Ve hayat bize hiç aldırmadan nasıl da devam ediyordu... Taşlar yuvarlanıyordu... As tears go by...
Yutkundum belki söylenecek sözler uçar gider diye, olmadı. Üşüyorum, kışın üşümediğim kadar çok üşüyorum. Zor bir soluktu hayat. Shape of my heart Leon'un soundtrackiymiş. Nasıl hatırlamam? Ben oraları gördüm bu arada. Kimse sevmedi ben sevdim. "Unutmak" demişti Hüseyin Hocam "İnananlar için Tanrı'nın en büyük armağanı, inanmayanlar için doğanın en büyük armağanı..." Unutmak.. Ben güneşi yolladım bütün renklerle. şimdi onu çamaşır makinesine atıp yıkamam rengini soldurmanın anlamı var mı?
Ay'a dokunmanın tam zamanıdır.
En küçük bir ses bile sanki gök gürültüsü
İçim kıpır kıpır
Deniz kıpırtısız...
İçim bulanıyor, oysaki beni deniz tutmaz. Ama belki hıçkırıklardır bulandıran., içimi birbirine katan, denklemimin derecesini arttıran... Her soru çözümlüyse eğer, benim labirentiminçıkışı görünüyorsa karmaşık diye bir şey olmazdı ki.. Demek ki çözümsüz soru işaretlerinin varlığına olan yenilgimizi kabul edemiyoruz. İnsanın kendisiyle barışık olması bu 'galip gelme hastalığından' kaynaklanıyor olsa gerek... Yoksa bir insan kendisiyle çatışmadan nasıl durabilir? Akrep yelkovana yetişemiyor. Sonsuz bir uyku isteğinin kıyısındayım. 5 kişinin soluğunun karıştığı bir odada bugünün bana düşündürdüklerini yazmaya çabalıyorum. Bir kaç denklem uçuşuyor ortalıkta., bir de ne olduğunu anlayamadığım bir makine sesi.. Üşüyorum. Göz kapaklarım okulda olduğumun farkında değil. İsteksizlik = çaresizlik = kötü bir şey...
Ufalanıp, yok olup gitmek istiyorum...
"Gece iki adım arkamda, kızarıyor kanım güneşe..."

Bugün için ruh dinlendiriciler: Enya- A Day Without Rain
Yann Tiersen- Goodbye Lenin
Eric Clapton& Sting& Billy Joel- Tears In Heaven
Sting- Mercury Falling
Simon&Garfunkel- The Boxer
Celine Dion- Andrea Bocelli- These Are Special Times
Koray Candemir- Sade
Nil- Peri

Bugün için gülümsetici: Ahmet Ümit- Masal Masal İçinde

7 Mayıs 2006

yardım etti...

Ne istediğini bilmek... Çözüm burada gizli...
Kan dolu bir kuyuya attıkları kayalar kesti içimde tekrarlayan "nakarat gibi yağmuru"... Suyumu içtiler, kanımı donduran soğuğa ölümü işlediler. Çözülmemiş bir buzdum, şimdi buharlaşmış bir yokluk... Kızılımı aldılar, çıldırtıcı beyazlıklar içinde kaldım. Bir kasap gibi etlerin arasında, kanı yok olmuş cesetler arasında kaldım. Cehennemin bir ucu yangınmış, sürünerek varılan. Taş duvarlardan kıpkırmızı bir sıcaklık akarmış, damarlarımda kaybolana benzer. Sessizliğinde çığlıkların bir inmiş dizelerin kanat gerdiği. Karanlık bir girdaba benzer pergelin birleşmeyen iki kolu, bizim yaklaşamadığımız koyuluğumuz. Tiz bir çığlıktı suskunluk, ben sustum senin kızılın cesetlere makyaj oldu...

06.05.2006 - 10.50

5 Mayıs 2006

havadan sudan...

Havalar nasıl sizin orada? Burada kendini bilmez bir ege yaramazlığı...

Hıdrellez bugün, mayısın 5'i.. Rahmetli anneannemin doğumgünü, toprağın altın olsun meleğim...

İşte ben böyle bir hal içindeyim aslında derin keder içindeyim...

"Oyuncağını kendi saklayıp, 'kaybettim' diyen çocuklar gibi..." O, öyle dedi...


4 Mayıs 2006

peşi sıra giderken birden perşembe

Coşkulu bir kalabalığın içinde parlak bir kırmızı... Sönük olup olmamakta kararsız.. Parlaklığının ardında gizli bir kan gölü... Kelebeklerinin ölümünün ardından hayalleri öleyazmış bir küçük kızıl gelincik, kanayan...

İçimde dolup taşan bir ağrı
Sana akan kanın için bir karalık
Hani gelinciklerin dibinde olur ya inceden inceden
Karanlık

Bugün de işte öyle bir gün.. İçimde dolup taşan duyguyu tanımlamaktan korkar bir halde devam ediyorum soluğuma.. Bugün perşembe.. Perşembeleri sevmem.. Yine de gülümseyebilme saadetini yaşamak.. Güzel bir gün olduğu inancını taşıyabilmek..

Baharın getirdiği hafif serinliğe bırakmak düşlerini ve geleceğin kaygısından çok geleceğin ümidini düşünmek..

Geçmişin hesaplaşmasından çok geçmişin tatlı anları usunda, ılık sularında kalbinin yol verip yolculara bir ufak tebessümle...

Bugünün yeni bir soluk olacağına dair düşlerimle...

3 Mayıs 2006

cemre suya düştü mü?

Bugün Lokum Hanım'ın doğumgünü :) Yanında olsam "Uçur beni Deniss" derdi.. Tombik Defne Hanım :) 3 yaşına hoşgeldin lokumum :)

Bugün okuldan öğlen çıktık Nil, Yasemin , Atalay ve ben. Dershaneye sınava gittik, geldiiik. Yarın okula gitmiyorum.

Plan yapmaktan nefret ediyorum, çünkü fark ettim de geneli gerçekleşmiyor.. Ama hayal kurmak güzel bir şey, elim de değil...

Benim canım sahile çıkıp çimlerde yatmak ve mümkünse bir kaç ay yatmak istiyor... Hayal etmek gerçekten güzel, "daha çok beklersin" cevabının gelişinin 1 dk. gecikmemesi de çok sinir bozucu...

Şimdi ne istiyorum?

Uyku
Dondurma
Deniz
Kitap
Boya
Arkadaş
Kedi ya da köpek timsah olabilir belki zürafa
Lunapark
Salıncak
Kum
Tolga'nın gitar çalışı
Cansu'nun keman çalışı
Deniz'in piyano çalışı
Birilerinin güzel bir şeyler çalışı...
Kuşadası
Cunda
Boş geçen kaygısız dersler (ÖSS'siz günler diyelim)
Kazanılmış bir üniversite
Gerçekten isteyerek gittiğim bir üniversite
SEvdiğim şehirler
Sting * 24
5m
Babamla yelken dergilerine bakmak
Babamla Foça'ya gitmek
Babamla resim yapmak
Annemin kucağında yatmak
Anneannem....
Sevdiklerime sevgimi dile getirebilme şansı
Umut
Güven
Pozitif düşünce
Renk
Huzur
Uyum

Aslında ben bunları istiyorum ve bir çoğuna da sahibim.. Bunlar istediklerimden çok sevdiklerimin kısa bir listesi diyelim... Belki daha sonra sevdiğim şeyleri tartışa tartışa yazarım...

Biliyor musun ben kitap okudum, bitirdiiim, çok mutlu oldum. Çünkü kitabı çok sevdim. Ama Kumru'yla Sultan öldü :(

Hayatın yansımalarından biriyiz hepimiz.. Onlar da öyle... Şimdi ne yapıyordur diye düşünürken belki benim eflatunum onun beyazına mavisine yeşiline çalıyordur....

"İkinci cemre de suya düştü"

2 Mayıs 2006

hayat zor bir soluk

Bugün Vildan Hoca tahtaya yazdığım bir şeyi benimle tartışmak istedi ve tartıştık. Bugün beklediğim gibi değildi..
Hayat hiç beklemediğin bir anda kapıyı yüzüne kapayıveriyor.. Elinde olmadan kalakalıyorsun gözünde yaş olması kimsenin umrunda olmadan...
3 yıl geçti gitti.. Bu gün tahtaya bununla ilgili bir şey yazmıştım. Andaç yazılarının düzeltmesini yapmıştık benim zaten moralim biraz moralim bozuktu Yasemin'le konuştuk bende öylesine yazdım.
3 yıl geçti gitti. Şimdi mezuniyetten filan keyifli keyifli konuşsak da aslında perde arkasında ne olduğunu ve birbirimize çaktırmamaya çabaladığımızı biliyoruz. 163'e ve Yasemin'e onlar bana sarıldıklarında "siz yanımdayken bile sizi özlüyorum" diyemedim biraz önce. ÖSS'ye ya da eğitim sisteminin sunduğu diğer sınavlara rağmen, bize formüllerle öğretmeyi beceremediğiniz bir şeyi biz kendimiz başardık: Birbirimizi sevdik...
Bununla ilgili tartışıldı.. Neyi tartışıyoruz? Kimi tartışıyoruz? Kalbimizin dur diyemediği insanları mı? Saplanıp kaldığımız ders kitaplarını ve eğitilmediğimiz eğitim sistemini mi? Arkadaşlığımızdaki masum ufak detayları mı? Hayatta başarabildiğimiz nadir şeyleri mi? Küçük mutluluklarımızı mı? Birinr "kardeş" demeyi mi? Okulun "arkadaş" kavramını yok edişini mi?

Ben bugün ağladım.. Hayata aktı gözyaşları.. Pencereden damladı gitti. Ne içindi? Kime idi bilinmez.. Belki ona belki buna... Geride bıraktığımız yıllara.. Seksek oynamadan geçirdiğimiz küçük kız yıllarına.. Dondurmasız mevsimlere, sevgiyi dile getiremediğimiz arkadaşlıklara, değerini bilemediğimiz dostluklara, avucumuzdan kum gibi akıp giden zamana.. Şimdi yol belli yol belirsiz.. Gidiyoruz.. Kim olduğumu kavrayamadan benliğimden bir şeyler vermeye..

Bir sevdam vardı.. Saklanmış taş duvarlar arasına, kağıtlar kapatmış, mürekkepler dökülmüş... Yolunu kaybetmiş bir sevda.. Şaşkın bir sevda.. Sarhoş bir sevda.. Nerde o sevda?

Zor bir soluktu hayat. 17 yaşımın bana düşündürdüğü en önemli şey bu oldu.. Sınavıyla, duygularıyla, yaşadıklarım ve yaşayamadıklarımla, tercihlerim ve geride bıraktıklarımla, zorunlu olduklarımla zor bir soluktu hayat.. Derin bir soluk...

gözyaşlarım içime kanıyor...

alışmanın ötesinde yaşamak lazım...