23 Kasım 2020

"Bana kalbin lâzım..."

 

İçim çıkasıya ağladım. İnsanların bir anları, bir ömrün dönüp dolaşıp geldiği, bir cümlenin içine oturan o duyguları paramparça ediyor beni.

Antika pazarından almadığım; alamadığım, bakmaya, dahil olmaya cesaret edemediğim o fotoğrafların parmak uçlarımda cız etmesi gibi,

sahafa verdiğim kimbilir hangi kitabın hangi sayfasında, hangi altı çizili cümleye kimbilir kimin bir sigara yakacağının dumanlı ağırlığı gibi..

Aştığımız yolların zorluğu, vardığımız şehirlerin fabrika bacalarından tüten isli ve sisli dünlerinin buğusu, yolda olmanın omuzlarımıza bıraktığı, bir türlü geçmeyen bozkır kimsesizliği ve vardığımız yerde kabuğumuzu kıvırıp yuva bellediğimiz sıcaklığın baharı..

Anımsıyorum. Ve anımsamak, bir anının içinde hâlâ nefes alabiliyor olmak yakıyor ciğerlerimi. 

Kalbimin yerini hatırlıyorum, kuruyan gözlerimden fışkıran damlalar suluyor içimi.

Çok koşmaktan ve çok yorulmaktan paslanan kalp kaslarım var çünkü. Bir anda, öyle bir dizinin bir yerinde, bir diyalogda hatırlayıp ne yapacağımı, nereye koyacağımı şaşırıyorum kalbimi. 

İnsan kırılmaktan, üzülmekten korkmuyor aslında. Kırılmış, üzülmüş yerlerinin uzun zaman sonra, belki de hiç beklemediği bir anda çatlaklarından su aldığını fark edince çok bocalıyor. Zor olan o belki de. 

Bu olması gerektiği için olmuş, söylenmesi gerektiği için söylenmiş, yapılmaması gerektiği için yapılmamış bütün kurallı ve planlı her şeyin ortasında hıçkıra hıçkıra ağlatabilen bütün o anlara, o kalp zamanlarına sonsuz minnetle...

Anımsamaya çok ihtiyacımız var, zor da olsa, acı da...