31 Ocak 2015

III


...

Durmadan suçlusunuz
Durmadan suçlusunuz
Durmadan suçlusunuz ve artık kendinizi
Gücünüz yok ödemeye.

 
Giderek siz oluyorsa bütün bir kalabalık
Yüzünüz yüzlerine benziyorsa, giysiniz giysilerine
Ansızın bir hastanın kendini iyi sanması gibi
Gücünüz yetse de azıcık bağırsanız
Bir yankı: durmadan yalnızsınız
Durmadan yalnızsınız.


Ötede
Islak mavi bir sabahtı. Gökyüzü
Bembeyaz karanfiller, pencere
Kahveniz, masanız, kahvaltınız
Bir yankı
Ve bütün çay fincanları: durmadan yalnızsınız
Durmadan yalnızsınız.


Gün bitti. Saat kaç. Bitecek mi bir gün savaşımız
Hak edilmiş hüzünlerimiz olacak mı bizim de
Dönüp dönüp arkamıza baktığımız
Bir dünya kalıntısı üstünde
Hak edilmiş hüzünlerimiz olacak mı bizim de.

Edip Cansever

29 Ocak 2015


"İnsan birisini bu kadar severse nasıl darılır?" diyordu.
Hiç darılabilir mi?
Muhakkak yorulmuştur.

Ahmet Hamdi Tanpınar

28 Ocak 2015

"..yine olur, hep olur..."


Çünkü bazen iyi şeyler olur.
Ve perdelerini çektiğimiz günler bu kadar ortalıktayken, güneş dökülen iç salonumuzu gizlemek hayat adına adil bir şey değil.
Güzel günler var.
Geçmişte kalmış bir şeyleri anımsatan. Geçmişte kalmış sıcak bir şeyleri anımsatan.
Birkaç sene önceki mahallemde, kıraathane yerine açılan bakkalın ekmek dolabının kokusunu anımsadım mesela. Mevzubahis bakkaldan haz etmeyişime yumruk atan bir şeydi bu.
Tam da bugün gibi.
Unuttuğun bir şeyler var.
Sokakta da, hayatta da, kendi iç oyuklarında da.
Vapur beklerken ve vapura bindiğinde, inerken eksilmeyen.
Hayatın saçını okşamak için seni seçtiği zamanlar.
Bunu unutma.
Yağmuru unutma, sevdiğin kokuları unutma, 
en çok da mevsimleri neden bu kadar sevdiğini unutma.
Çünkü bahar hep gelir. Sana inat gelir.
Suya dokunmak istediğinde denizi önüne seren yaz parçaları da. Kütürdeyen karpuz çatlaklarından sızan kırmızısıyla, çok gerçek gelir hem de.
Ve kalbinin içinde çıtırdayan, elma kokulu başka baharlar da. Sonların üzerine yumuşak, turuncu şallar ata ata.
Ne olduğunu, kim olduğunu, diriliğini, ve kanının biçimlendiğini hatırlatan böyle günler de. 

Esirgeme.
Kendini esirgeme.

19 Ocak 2015

günlerin köpüğü*


Günlerin üzerine dağılan bir şeyler var.
Son birkaç zamandır her yazdığım şeye bu cümleyle başlıyorum.
İstemeden. Yok, istemeden de değil de. İstemsizce. Düşünmeden. Aniden.
Sol yanımdaki kovada çırpınan balıklarda bir tuhaflık var. 
Can çekişmek değil.
Canlanmak değil.
Canla ilgili bir şey de. Ne bilmiyorum. Ölü değil çünkü. Ölü şeyleri tanımayacak kadar masallardan değil ki hiçbir şey.
Ama bazen masallar var. 
Güzel okunanlar. Kalbe dokunanlar. Kenara koyulanlar.
Eskisi gibi kıymeti bilinmeyenler de değil üstelik.
Tozlanan kapakların arasından sızan ülkelerde geçmiyor. 
Belki de başka ülkeler düşünülmemeli başka mevsimlerde.
Belki de sadece pencerelerinin ardından bakıştığımız öteki dairelere sızdırılmalı sarı ışıklar.
O kadar büyütüp büyütüp de hayalleri, çay içmeyi unutuyoruz ya.
Demsiz çay acılığı değil bak bu. Oraya varmış bir şeyden söz etmiyorum.
Hiç olmamak. Olduramamak. Olduramamak bile değil, oldurmamak.
Neyse. Olumsuzluk ekleri için fazla sırtım, boynum, ellerim, en çok da ellerim ağrıyor.
Şimdi sesiyle sürekli oynadığım müzikte de bir şey var.
Kimse duymuyor gibi ama azıcık mırıldansam bir şeyler gümbürdüyor gibi de.
Bu aralar günlerin üzerine dağılan bir şeyler var.
Şehrin insanlarındaki bıkkınlığın üzerine kuştüyü montlar geçirince yumuşamasa da bir şeyler, yumuşuyor bulutlar.
Gökyüzünün altına serilen şehrin sokak aralarına sızan şeyler var. İnanması güç ama bazen pembe. Ayağa dolaşıyor ama can sıkmıyor.
Ayakkabının altına yapışıyor ama adımlarının yerle temasından hoşlanmana bile imkân tanıyor.
Cebinden dökülen bilyelerinin güneşle renklerinin kırılması gibi, bunun dudaklarına tebessüm olarak kıvrılması gibi bir şeyler.
Ne bilmiyorum.
Yerleşik bir şeyleri rahatsız eden ama kovmak da istemediğin.
Küçükken, balkona yuva yapan kuşlara çıkıp baktığım sabahlar gibi günlerin sabahları.
Uyanır uyanmaz açtığım perdelerin ardından, neyi göreceğimi umduğumu bilmeksizin hareket ettiriyor.
Bulunduğum yerlerin kilolarını üzerime yüklemeyen bir şeyler.
Vapurların, suların saçlarını taradığı kış sabahlarını yeniden gülümseten bir şey.
İçtiğim her şeyin kıyısına dudağım değmeden kokusuna dokunduran, tarçınlı bir dağılganlık.
Bu ne bilmiyorum.
Geldiğimden beri olmayan bir şey, onu biliyorum.
Önüm, ardım, sağım, solum hesabından sobeye varmayan bir şey.
Hesaplarını kapatamadığım defterlerden ayrı duran, kendi başına kendini tamamlayacak gibi, öyle sakin, öyle derinde, kendince renklenen bir şey.
Ne çok şey, şey, şey.
Ama asıl olan şey şu:

Ciğerde açan bir zambak.*

Bu kez ölüme gideceğini sanmam.

11 Ocak 2015

"bir oda, bir yatak, bir kütüphane"



O şekerli hissi hiç unutmamak için,
tam buraya bırakıyorum.

8 Ocak 2015

'a...*



..bütün dönüş biletlerimi saklıyordum,
biliyordun ama kabul etmiyordun.
dönüş yoktu, olamazdı, tıpkı gidişin olmadığı gibi.

ben hâlâ o uzun kıvrılan yolda bekliyordum
oradan ayrılmamıştım ki...
sonra, şimdi yatağımda, bütün gece yazmaktan
yorgun düşmüşken, kuzey rüzgârı buzdan
heykeller yontarken odada, kulaklarımda
"the long and winding road" dönerken
yavaşça, seni düşünüyorum...

Lale Müldür

*fotoğraf: Viola Cangi

7 Ocak 2015

çok geç' değil


Kimin başlangıcı, neyin temize çekilmesi bilmiyorum. Zamana yüklediğimiz suçları, yine zaman kendi kendine üzerinden atıyor. Kabuğu da zaman bağlıyor, kaşıyıp kanatan da yine o. Her ne ise, nasılsa, inandığımız başlangıçlar var.

Şimdi 25 seneyi önüme serip de dolu dolu "evim" dediğim yerde sıcaklığın -18'i bulacağını gördüm. Evimdeki çocuk, evden okula giderken ölmekten korktuğundan bahsediyor. İl sınırlarında, kasaba tabelalarında kalıyoruz. Çatıların temizlenemediği bir kışla başladık o yeni şeye. Burada biraz daha şefkatli görünüyor pencereden zaman. Yine de sevdiğim bir şeylerin, diğer sevdiğim şeylerin ayağına bağ olması hoşuma gidiyor değil. Beraber sevebileceğimiz şekilde tasarlanabilse keşke gidişatlar.
Onu mümkün kılamadığımızdan zaten hep bu kırgınlık.

Neyse. Demem o ki sahiden beyaz bir sayfa açıldı gibi oldu.
Yıl değişti ve toprak her şeyi hareketsiz bırakacak kadar beyaz.
Ara verdim zorladığım kapıları iteklemeye. Bir süre. Şimdi geri döndüm.
Bu süre zarfında yeniden kalbimde ayinler düzenlemeye karar verdim.
Bir şeye inanmayı öğrenmek zaman alıyor.
Kendine inanmayı öğrenmek bir ömür sürebiliyor.

Dışarıdan bakıldığında, başka bir şey göründüğümü fark ettim en son.
"Sen şöyle bir insansın." cümlelerini hafife almam. Aynadan kendini görmek de bir mesele çünkü.
Şöyleymişim.
Bilmiyordum ama hoşlandım.
Öyle olmaya çabalayabileceğime kanaat getirdim.
Kitap aldım.
Mevsime baktım.
Kalbimi açtım.
Kişisel geliştim birkaç bir şey.
Şiirimi okudum.
Şarabımı içtim.
Renkli iplerle düğümler attım.
Güç toplamak değil, başka bir şey için inanç toplamak. Evet bunu yaptım.
Hiç değilse başladım.

Bu yıl.
Açık olsun.
Şans, söz, yol, kalp.