17 Mart 2020

kendine biletler'



Yavaşlamak, onca hengame arasında zınk diye durmak mecburiyetinde kalmak tuhaf.
Hayatı hiç bakmadığımız bir yerden, ona dahil olmamaya özel çaba sarf ederek izlemek tuhaf.
Sayılar tuhaf, hareketin doğası tuhaf, yalnızlığın deşilmemiş korkusu tuhaf.
Üzerine düşünmediğimiz ne varsa bir günde onları düşünmeye başlamamız tuhaf.
Şaşkınlığımızın yarattığı şeyler tuhaf.
Şimdi bildiğimiz her şeyi unutup, bütün alışkanlıklarımızdan sıyrılıp, çok şıklı eve gitme yollarını evden çıkmama sabrına evirdiğimiz, birbirimize ihtiyaç duyduğumuz ama yalnızlığımızdan güç bulduğumuz bu tuhaf günleri yaşamak, iyileşmek, iyileştirmek günleri.
Kendi şefkatimizi yaratabilir miyiz.
Biraz sessiz, kimsesiz kalmanın yankısının milyonlara dokunacağını bilmek iyi gelir mi bize.
Baharları, yazları bu korkudan ve tuhaflıktan sıyırmak için
galiba biraz kendi odalarımızda, kendi müziğimize kulak vermemiz, kendimizi aydınlığımızla, belki de daha çok karanlığımızla kucaklamamız gerekecek.
Çıktığımızda ve el ele tutuşabildiğimizde, bu kocaman tuhaflığın içinde duyduğumuz mor yağmur tıkırtılarından, sıkıntının cızırtılarından, pencerede patlayan tohumların fısıltılarından, uykulu sokak lambalarından, parkelerin gerinme çıtırtılarından, komşu mutfaklarının kokularından, kendi keşfedilmemiş kuytularımızın şırıltılarından bahsedelim. 
Kuşkusuz ki bu teklik, kendi çokluğumuzu derinden dürtecek.


12 Mart 2020

pencereler artık açık


Önüme sürekli gördüğüm bir takvim koyduğumdan beri günler daha hızlı. Yine de bu hıza rağmen, her yeni haftaya kendimi türlü telkinlerle sürüklüyorum.
Eskiden böyle değildi.
Sanırım on ay kadar oldu. Fark etmeden günlerde filizlenen bir şevk vardı, o bir yerde yitti gitti galiba ve ben rutin, iş olsun diye yapılan işleri sadece iş olsun, çentik atılsın diye yapar oldum. Sevgisizleşmek de olabilir bu.
Böylece hep, gönlüme göre olana, hayalimdeki yere-şeye odaklı yaşamaya başladım bir yandan.
Biraz zorlaştı böyle olunca, ama kolaylaşan ve yoğunlaşan başka şeylere odaklanamazdım böyle olmasaydı.

Şehre geleli biraz oldu, yaşımla oranlayınca az değil.
Yabancısı olarak geldiğim bu yerde kendmle ilgili keşiflerim, öğrendiğim şeyler oldu. Zamana, hıza, değişen, yiten, giden, bırakan, bırakılan, dönüşen her şeye karşı şekil almayı bir şekilde başarıyor olmamın sebebi, bir yuva, kendime ait bir yaşam edinme arzum mu.

Kök salmak değil de, belki de üzerime kapanan kapıların, yarıda kalan sözlerin öksüzlüğünden sonra beni yaşatacak olan ne varsa onu arayıp bulup, kalbime, zihnime, bedenime alıp neresi olursa olsun o "kendime ait" evi, kabuğu taşımak..
Öyle bana ait olsun ki her şey, kendimi kendimle sınamaktan başka çarem kalmasın gibi.
Kendi seçimlerimi, hatalarımı, başarısızlıklarıı bir şekilde kendim telafi edebilirim çünkü.
Buna gücümün yeter, yettiririm; yeterince "benden" bir kabuk tasarlayabilirsem.

Zihnimi güçlendirmem gerek, kalbimi sarmalamam, ellerimin dermanını düşürmemem, müziği kapatmamam, baharı içeriye almam gerek.

Yürüdüğüm yolda düşüp, düşürüp de kanattığım epeyce şey oldu ama tuhaf bir yere geldim şimdi. Hayat, takvimler, saatler, gündemler, bu coğrafya, rutinler, koşmalar, yetişmeler, trafik, kalabalık, bütün bu oyunda kalma mücadelesi gerçek, ama içimden yükselen, zamanla kendini sınırlandırmayan, bu dingin, barışçıl, tenha ama doygun, havadar, mutlu, hafif heyecanlı, şaşkın ve görmezden gelinmesi imkânsız şey daha gerçek. 
Hissediyorum. Hissetmenin gücünün beni özgürleştirdiğini görüyorum.
Bundan on beş sene önceki gibi. O zamanki çocuk telaşıma, heyecanıma ve korkuma rağmen, yönsüzlüğüme inat attığım adımlardan biraz daha farklı; aynı bedende buluşan, oradan filizlenen şeylerin gücüyle özdeş..

Bir arkadaşımın dediği gibi belki: "Zamanın geldi."
Zamanım.
Benim.
Acelem yok, yetişeceğim bir yerim yok. Kendimi tanımaya başlamak galiba bu. 
Neler yapabileceğimin  küçük fısıltılarını duyuyorum içimde.

Mecalsizliğim kendime değil, günlerin renksizliğine. Bir yeri kırıldı bu dokuz-altı günlerin. Pazartesiden cumaya beş asır her hafta. 
Yer açmak istiyorum kendime, kendimden doğurmak istediklerime.
Kalbimi geniş geniş sarıp sarmalayacak şeyler yapmaya.

Ama korkmuyorum.
Zamanım geldiyse başlayacaktır bahar.
Birhan Keskin'in dediği gibi "gelmemek gibi bir huyu yoktur. İlla ki gelir."

Zaman benim,
benim zamanım,
baharım.