16 Şubat 2010


..Şehrinde deniz kokusu, düşümde gerçek, gerçeğinde düş, dudağımın kenarında adın, bizde mucizesi...

Şiirim kal, rüzgârın olduğum kadar...

11 Şubat 2010

kayıp dua.

kızıl kar. kara saplı. kırık, kanlı kelebek kanadı. ölü kelebek.

10 Şubat 2010

'yaralısın' .


"..Sadece bitmeyen kalemlere ve adalete inanırdım. Sense, birimiz için yaratılmış olan yalnızlığa sahip olurdun.
Elveda mürekkep lekem..
Elveda şehrin ışıklarıyla boğulan balık...
Elveda dokunmaya kıyamadığım sabah güneşim. Sırf bu yüzden seni yıllarca yastığımın altında saklayacağım.
Şimdi bulutlanan içki şişemi ve lambayı söndüren rüzgârı düşünüyorum...
.........................................................................................................
...........................................................................Fısıltı eksik kalıyor, aşk daima eksik kalıyor.. Bunu bana niye yaptın, bunu bana niye yaptın. Dur bir nefes alayım.. ve senin sevdiğin kadın olayım...
...
Büyük kentlerin ortasında, bir işaret gibi bırakılan kırık aynaya dön. Ve ona borçlu olduğun güzelliği sor.
O, şimdi nerede.... Unuttuğumuz şarkının içinde mi.. Köşe başlarında mı... Biriktirdiği deniz yıldızlarında mı...
... Bu büyü nereden sarıldı sırtımın ucuna. Neresinden vurdular kırgın sessizliğimi...
Ah o zor veda... Boyun eğiyorum, bir de....
..Ağlama kalbim, ağlama... Hep, masumuz işte kalmadı gözyaşımız diye bağıracağım. Senin için akvaryumlar çalacağım. Sen büyük evler gibi yıkıldığında sanma ki acımı öptüğünü unutacağım. Çünkü, ne mucize, hep güzel bir kadın olacağım. hayatım boyunca yağmura rastladım, hep , yağmura....
BİR, İKİ, ÜÇ, DÖRT, BEŞ,....ALTI değil. Hayat benden gizlediğin ellerini hangi cebine saklıyorsun."

U.U.

*solma, gitme, bırakma, sözünü tutmadan, olmaz.. dayanmaz. kalbim. yapma.

9 Şubat 2010


Henüz vakit varken, gülüm,
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm,
yüreğim dalındayken henüz,
ben bir gece, şu Mayıs gecelerinden biri
Volter Rıhtımı'nda dayayıp seni duvara
öpmeliyim ağzından
sonra dönüp yüzümüzü Notrdam'a
çiçeğini seyretmeliyiz onun,
birden bana sarılmalısın, gülüm,
korkudan, hayretten, sevinçten
ve de sessiz sessiz ağlamalısın,
yıldızlar da çiselemeli
incecikten bir yağmura karışarak.

Henüz vakit varken, gülüm,
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm,
yüreğim dalındayken henüz,
şu Mayıs gecesi rıhtımdan geçmeliyiz
söğütlerin altından, gülüm,
ıslak salkımsöğütlerin.
Paris'in en güzel bir çift sözünü söylemeliyim sana,
en güzel, en yalansız,
sonra da ıslıkla bir şeyler çalarak
gebermeliyim bahtiyarlıktan
ve insanlara inanmalıyız.

Yukarda taştan evler,
girintisiz, çıkıntısız,
birbirine bitişik
ve duvarları ayışığından
ve dimdik pencereleri ayakta uyukluyor
ve karşı yakada Luvr
aydınlanmış ışıldaklarla
aydınlanmış bizim için
billûr sarayımız..

Henüz vakit varken, gülüm,
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm,
yüreğim dalındayken henüz,
şu Mayıs gecesi rıhtımda, depolarda
kırmızı varillere oturmalıyız.
Karşıda karanlığa giren kanal.
Bir şat geçiyor,
selâmlayalım, gülüm,
geçen sarı kamaralı şat'ı selâmlayalım.
Belçika'ya mı yolu, Hollanda'ya mı?
Kamaranın kapısında ak önlüklü bir kadın
tatlı tatlı gülümsüyor.

Henüz vakit varken, gülüm,
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm...
Parisliler, Parisliler,
Paris yanıp yıkılmasın....

13 Mayıs 1958, Paris

Nâzım Hikmet

sor - ***

"..çinekoplar lüfer olmuyor artık
bir sigara yak oğlan bana ver
en dolusu coşkum ateşim bitmiş
sor beni sor
geceye sor denize sor
sor beni sor ya da
bırak geçsin zaman sen hayra yor
uçamasam da bir çift kanat
bana uçmayı anlat
üşüyorum kapat kapıları kapat
önümüz kış bana göçmeyi anlat
bir sigara yak oğlan bana ver..."




7 Şubat 2010

*...*


"..Seni o kadar yakından görünce,
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni..."

şubat kokusu..

Şehirsiz kalmanın başucunda sabahlıyorum. Yollara artık yalnızca uyuyarak dayanabiliyorum. Tutunmak? Gözlerine sadece...
Göz-lerinde büyüyen de-nizlere...
Ellerimi titreten serinliğinde aynasının şehrin, öylece bekliyorum...
Yanıyor, tutuşuyor karlar altında kaldırımlar.
Boynuma dolanan sarmaşığın zehrine ismini veriyorum. Dokunamadığım akşam üzerlerini ceplerime doldurup, parmak uçlarımla yakıyorum gerdanını gecenin.
Kulağının ardından boynuna inen ihtişamlı mevsim çiçeklerini koparıp, gözlerime sürüyorum..
Gözlerim;...senin olsun...
Gözlerim; coğrafyana çakılı, bakamaz oldum haritalara...
Kalp ağrısı zamanlara kattığım mavi yüzümle çıkamıyorum, sokak çığlık çığlığa.. Evim, ıslak şubat.
Yağmurla orgazm olan şehrin çocuğuyum. Şehir kendini yeniden doğuruyor, ben ahududulu çayla ısınıyorum. Kapımın önü, yanık ot.
Üçe kadar sayıyorum gelincikleri, fısıltıları üçte çığlık oluyor ama bu kış, şubat yirmi sekize koşuyor...
Tenimde yosma bahar bekleyişi, gurursuz ve terk edilmiş sevişme sahneleri.. Şehre açamıyorum pencerelerini maviliğin. Kızıl anı, mavi ojeli tırnaklarıma yanaşmıyor.
Karlı şehirde, güneş beni bekliyor.
Eğreti yalnızlıklarımı üst üste dizdim bu sabah, valizlerime sığmadı, kırık ayna, dağınık ruj.
Zaten her yağmurda makyajım akar benim, dizlerimi örtmeyen eteklerim yırtık, ve göğsüm açıktır göğe.
Bileklerim.. Nefesimi veremiyorum, ağrılı mart bekleyişlerine. Rengi çalınmış kadın değilim. Değilim. Değil. Mavi denize, güneş turuncu öpüşünü bırakır. Ben eflâtun gün batımı, yeşerik seher, deniz, deniz, deniz..
Sen.. Düş.. Karla yıkanan sokakların öpüşü. Şubat mücevheri..
Gerdanından akan esintiye bırakıp rengini gözlerimin, kahve içmeli...