7 Şubat 2010

şubat kokusu..

Şehirsiz kalmanın başucunda sabahlıyorum. Yollara artık yalnızca uyuyarak dayanabiliyorum. Tutunmak? Gözlerine sadece...
Göz-lerinde büyüyen de-nizlere...
Ellerimi titreten serinliğinde aynasının şehrin, öylece bekliyorum...
Yanıyor, tutuşuyor karlar altında kaldırımlar.
Boynuma dolanan sarmaşığın zehrine ismini veriyorum. Dokunamadığım akşam üzerlerini ceplerime doldurup, parmak uçlarımla yakıyorum gerdanını gecenin.
Kulağının ardından boynuna inen ihtişamlı mevsim çiçeklerini koparıp, gözlerime sürüyorum..
Gözlerim;...senin olsun...
Gözlerim; coğrafyana çakılı, bakamaz oldum haritalara...
Kalp ağrısı zamanlara kattığım mavi yüzümle çıkamıyorum, sokak çığlık çığlığa.. Evim, ıslak şubat.
Yağmurla orgazm olan şehrin çocuğuyum. Şehir kendini yeniden doğuruyor, ben ahududulu çayla ısınıyorum. Kapımın önü, yanık ot.
Üçe kadar sayıyorum gelincikleri, fısıltıları üçte çığlık oluyor ama bu kış, şubat yirmi sekize koşuyor...
Tenimde yosma bahar bekleyişi, gurursuz ve terk edilmiş sevişme sahneleri.. Şehre açamıyorum pencerelerini maviliğin. Kızıl anı, mavi ojeli tırnaklarıma yanaşmıyor.
Karlı şehirde, güneş beni bekliyor.
Eğreti yalnızlıklarımı üst üste dizdim bu sabah, valizlerime sığmadı, kırık ayna, dağınık ruj.
Zaten her yağmurda makyajım akar benim, dizlerimi örtmeyen eteklerim yırtık, ve göğsüm açıktır göğe.
Bileklerim.. Nefesimi veremiyorum, ağrılı mart bekleyişlerine. Rengi çalınmış kadın değilim. Değilim. Değil. Mavi denize, güneş turuncu öpüşünü bırakır. Ben eflâtun gün batımı, yeşerik seher, deniz, deniz, deniz..
Sen.. Düş.. Karla yıkanan sokakların öpüşü. Şubat mücevheri..
Gerdanından akan esintiye bırakıp rengini gözlerimin, kahve içmeli...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder