23 Aralık 2020

"varsayımlar, yoksayımlar ve galata kulesi"

 

Dönüp bu zamanlara baktığımızda "özlemek" üzerine bir ağıt yaktığımızı göreceğiz.. gibi bir şey okudum geçtiğimiz günlerde.

Göğsümde sızlayan özleme bir arma gibi işlendi bu söz.

Başka insanlar mıyız artık?

Ben bu kaybolmuşlukta en çok, şu an üzerimdeki bu yıpranmış, kılıksız, buruşuk, tenimi dalayan, rahatsız ve benim olduğuna asla inanmadığım kıyafetle kalakalmaktan korkuyorum.

Kendimle bağlarımı koparmaktan...

Bilmediğim bir insanın içinde olmaya alışmaktan, direncimin yetmemesinden..

Bütün varlığım, halatların sağından solundan çıkan ince, sivri ipliklerin kaşındıran, acıtan hissiyle kaplanıyor. Aynı, bitmeyen çocukluk kâbusumdaki o korkunç his gibi; acı, kaşınma ve yol yol izler..

Ve koparılış.

Kâbusumu çok iyi tanısam da aynadaki surete yabancılaşıyorum git gide.

 

Bir gün gelip de sevdiğim için içime, nefesime, tavrıma, ismime, jestlerime, alışkanlıklarıma, gözyaşlarıma, heyecanlarıma, öylesine duruşuma işlemiş şeyleri unutmaktan çok korkuyorum.

Bir yokuşu çıkarken ciğerime yapışan gökyüzünün naneli şeker tadını ve sarılgan hissini...

Sokaklar boyu avuçlarımı sürüklediğim duvarların pürüzlerini...

Pastane vitrinlerinde yapışıp kalışımı..

Sokak aralarını,

gece yarılarını,

apartman boşluklarını,

içimden taşan ve dürtülerime söz geçiremediğim 

bir suyun akması gibi kendiliğinden olan ne varsa, hangi duygumla açığa çıkıyorsa onu...

Kimin hatırasında nasıl hatırlanıyorsam, anılaşan hallerimi yitirmekten korkuyorum.

Kendi giysilerimi.

Soyunabilmeyi ve dokunabilmeyi.

Çay bahçelerini, vapur demirlerini.

 

Sahi bu şehrin kalabalık yalnızlığında sığındığım;

dizlerimi yakan örtülerinin üzerinde ciltlerce yazı yazdığım,

taşkınlara sebebiyet verecek kadar ağladığım,

heyecandan öldüğüm, pusuya yattığım,

çok ortalıkta ama hiçbir yerde olmayı başardığım denizciler ülkesini işgal etmişler.

Etrafını dev duvarlarla çevirmişler.

Tutsaklığımız aynı değil de ne.

Kayboluşumuz.

 

Biz bir daha nerede buluşacağız?

Ben bu kadını nerede bulacağım?

Nerede karşılaşacağım onunla?

Gittiğimde orada olacak mı?

Eski, hatırladığım sen kalacak mısın?

 

Bütün bunlar olurken; kendimi kendi avuçlarım arasından akıp gidiyor gibi hissederken belki tek bir dilek hakkım vardır.

Ve ben onun için içimde bir dal güçlendirebilirim, yürüdüğüm yollardan topladıklarımla,

henüz hatırladıklarımla...

Oradan yolumu bulup akabilirim belki yeniden.

Ve lütfen.

 

Çatkapı gelirim bi' de.

Sormadan, davet beklemeden,

elimde çiçeklerim, üzerimde en sevdiğim kazağım,

ceplerimde kimbilir hangi oyuncaklar, şiir parçaları veya taşlarla...



4 Aralık 2020

kendini hatırlat*

  

Günler upuzun. Günler birkaç saniyeden ibaret. Tarihlerini takip edemediğim, kendimi 4'ünden kaldırıp 5'ine taşıyamadığım takvim yaprakları..

Kutlanmaya değer her şey kendisini eksiltiyor. 

Mevsimler geçiyor.

Bazı anların yaşanıp yaşanmadığından bile emin olamıyorum bazen.

Anlat desen koca bir boşluk, sus desen içimden taşmayı bekleyen üzüntülü bir haykırış.

Tadını çok sevdiğim hiçbir şeyden artık o tadı almıyor,

yapmayı sevdiğim şeylere asla takat bulamıyorum.

İçimde çağlayan her şey bir kenarda buz tutup kendini koparıp atıyor.

Sarılıp sımsıkı, uzun uzun ağlayabilsek..

O zaman iyileşiriz belki.

Belki o zaman yıl da kapanıp, yeni bir sayfa açmaya yakıştırır kendini.