29 Mayıs 2011

tek kelime-siz.


Bir boşluktan ötekine..
"Vedasından korkulan ne çok şey..." derken, hiçliğin kıyısından kirli bir çalım düne hatıra kalacak olan.
"Sen acının sınırları olduğuna inanır mısın?"
Gündüze vardıkça, tortunun şakaklarımıza topladığı karanlıklar haziran yasından renk çalıyor.
Korkum damlayamamaktandı, bir dalgaya karışıp kendi suyuma varamamaktan...
Bana değen fırçanın tellerinden senin gün doğumların devrilmedikçe, dünkü kışın ayazında birbiri içinde eriyen sözcükler sakatlanıyor.
Ben neredeyim, sen neredesin?
Bu insanlar ne konuşuyorlar,
izin verdin; ölmeme, öldürmelerine senin sözcüklerinle.

24 Mayıs 2011

Salı

birden karışmış gördüm. -karışmış olduğunu gördüm-
otobüs duraklarıyla reklâm levhalarının
tutunduğum bir sarmaşık değildi
bir kayıştı otobüste

güdümlü bir sağnak saat beşleri beklerdi
yaz kış herkesin elleri suda
dizlerime tutunup kalktım.
bir ses değişmesinin en güzeli vardı göklerde
dizlerime tutunup dizlerime
attım pazartesi alışkanlığını
bir vurgunum, ve aşkı
yeni yeni tanınıyordu suların göke
birden karışmış olduğunu gördüm, bildim
kadınla erkeğin, emekle evrak çantasının
bir yarı karanlıkta

..........

vakit akşamdı. ikinci gün
vakit akşamdı.
birden bazı yerlerde ışıklar yandı
ayrıldım.
eve döndüm
evi buldum.

Turgut Uyar

23 Mayıs 2011

Saati gelsin...

"Sabah erkenden çıkalım. Daha seslerimiz geceden çıkmamış olsun; kırık, kekre...
Şehrin son evleri geride kalıncaya kadar konuşmayalım hiçbir şeyden...
Aldırmayalım... Yetişmeyelim bir yere...
Sonra yavaş yavaş bahsedelim. Hiç bahsetmediğimiz seslerimizle birbirimizden, kendimizden, olup bitenlerden, tanıdığımız insanlardan...
Yolda duralım yerli yersiz...
Meyveler alalım, şehvetli meyveler...
Şehir bizden akıp gitsin..."

18 Mayıs 2011

Peşim sıra...*

Kolay olacak demiyorum. Sayıca az, kalp ağırlığında nice hezeyanın ardından hâlâ durmamalıyım belki zamanın bu coğrafyasında.
Sevdiğim şarkıların mübadelelerini gerçekleştirmeliyim ya da.. Sevdiğim... Kalbimin yakınlık kurduğu her sıcaklıkla kışa soyunmam, belki de tenimden silinmeyen ürperti noktalarına hiç ateş değmeyişindendir. Ben yandığım zaman serin dalgalanıyor su. Ben korkunca tüm sandallar çekiliyor sahilinden yaşanmışlıkların.
Hiç utanmıyorum çoğu zaman. Sadece çekingen üşüyüşlerim, paylaşmaya sakındığım ısınışlarım var.
Bir valizin kenarına takılmaktan daha fazla dileğim olmuyor çoğunlukla "yap- boz- yeniden yapma" sevgilerimin ardından.. Kırık bir oyuncağın ahşap damarlarına hangi çocuk dokunur, ben hiç tanımadım. Dokunmuyor güzel olan şeyler. Renginden sıyrılmış tenimle, içimi de çıplak bıraktım sanıyorlar.
Yavaş yavaş soğur ölüm diye düşünüyorum ama tuhaf bir şekilde güneş var; sevdiğim, o her şeye yaslanan. Ve yine tuhaf bir şekilde doğumu var bütün mevsimlerin. Her güzel şeyin bir doğumu var. Doğum öncesinin heyecanı var; titrek ve sabırlı.
Bu kış uzun gözyaşları döktü. Baharını öyle çok bekletti ki, toprağın sabrından çatlayarak papatyaları kucaklayışını bile sabah ayazında gördük. Kadın saçına benzeyen o yağmurlarla öyle çok yıkandı ki birlikte yürümek istediğimiz sokaklar, nice nice denizleri konuk ettiler.
Hâlâ aynı duygudan seslenemediğimi hissetsem de durulmuyor şimdi bahar.
Çok bekledik. Ben, üstümü örten hiçbir gece kalmayıncaya kadar bekledim...
Ilıklığını çekip, kendini gökyüzüne, kaymayan bir yıldız olarak astığın andan beri, pencere önlerinde, kırışmasına fırsat vermediğim çarşaflarda, salyangoz kabuklarında bekledim.
Şimdi, "Kimsin?" diye soracak olursan, ismimin adresinden başka verecek cevabım yok. Gidecek bir yerin vardır elbet hikâyeler boyu ama, biliyorsun; bu su hiç durmaz*...

16 Mayıs 2011

Kendini uyur uykular..*


Dokunmak istiyorum.
Özledikçe, daha çok..;
rüyalarına, bıraktıklarına, ceplerine doldurduklarına,

yarım bırakılmış sözlerin imlâlarına, bulutların denize değdiği noktaya, gecendeki yıldıza, kirpiklerinin battığı uykusuzluğa, yorgun ellerine...

Duymak istiyorum.

Özledikçe, daha çok..;
masallarını, ılık akan soluğunu, mevsimden düşen yaprak çıtırtısını, gündüzüne yaslanan sokak karmaşasını, pencerene vuran rüzgâr ıslığını... link verme uygulaması
Elimde değil,
özlüyorum...*



11 Mayıs 2011

Bulutsu-z..

Basit yaşamalıydım, olduğum kadar; sular akıtarak eteklerimden. Sarı ve ıslak kalarak.
Sevdiğim birkaç cümleyi topladığım akasya dallarını saçlarıma iliştirmeliydi sevdiğim birkaç şair. Ve sevdiğim çocuk isimleri kadar masum kalmalıydı dilimiz. Dilin masumiyetini yitirdiği yerden gökyüzüne seslenemiyorum bu bahar. Kalbimi kıran elbiseler giyiyorsun ve üzerine büyük gelen basmaların renklerinden dökülmüyor oya oya hiçbir beyazlık. Işığını yakmayı unuttukça vadettiğin bahçenin, ateş böceklerini kokluyorum. Benimkine benzemiyor. Ben bu bahar ne koktuğumu bilmiyorum.
Eğreti duran dallar var saçlarımın arasında. Rüzgâra söylememişsin ceplerine doldurduğun dileklerimi, oynamıyor dalgalarla, çekiştirmiyor saçlarımı, düşmüyor kırgınlık diz boyu sulara.
Ben titriyorum şelale. Düşünü kurup, gerçeğini çizdiğimiz basamaklara isminin, gecenin dolunaya vardıkça çoğalan, baş harflerini koyuyorum. Tebeşir tozundan oyunlarımıza tarifini bilmediğim, eski pencere önü kaselerindeki tatlıları ekliyorum.
Senin baygın ve mayhoş rüyalarından, gözlerini kapattığında düşen imgemi çalıyorum, aynalara koyuyorum. Sesin olmadan seni duymaya çalışmak belki, yaseminlerinden zakkumlar boyamak, sevdiğim tüm salyangozlara saçlarından yollar çizmek...
Yüzüne düşen bir güneş olmalı benim bir yerlerde unuttuğum, belki de kırmızı bir garın vitraylarına düşürdükçe...
Biletlerim kesik, limonatadan günler bekliyor pervazlarında gün doğumlarının. Azıcık zorlasan açılacak ardına kadar kapıları çekirdeksiz bahçelerin.
Avucumda dünden kalma bir ruj kapağı, yollar boyu kadın olmanın mevsimlerini doldurduğum.. Dilimde utanmazca soyunan ten masalı.. Masalları taşıyan köprüler gerdanında biçim biçim..
Özlediğim ne varsa, en uzağından bakıyorum. Gözlerim bozuk yarına, yine de güneş öptükçe kirpiklerimi, uyanıyorum yollara, baharlara, delik ceplerimizden başka şehirlerin aynı isimli semtlerinde, sokaklarında düşen bilyelere..
Gülüşünü özlüyorum, gülüşümü özlüyorum. Aynada kırılıyor bakışını okşayan rengi vadilerin, susadıkça rüyaya boyanıyor sular, biliyorum az kaldı; sahillere değecek parmak uçlarına...
Az kaldı oyundaki sıramızın yeniden gelmesine, tebeşirlerin dağılıp yeni çizgilere yer açmasına, dudaklarının bahar dalı rengine, rengine...

7 Mayıs 2011

Kıyılarıma vuran sen misin..*

Bir tek... En çok...

Sonsuzluğun enginliğine özenen bir renkle, dört mevsimde...

5 Mayıs 2011

Sen varsın...


Ben hiçbir şey bilmiyorum, sadece kâğıttan gemiler yapıyorum.
Bugün, kalbimin tutuklu kaldığı güzelliğin doğumgünü. Bugün mayısın da, baharın da doğumgünü. "Bu mayıstan umutluyum.." derken yalan mı söyledim.. Belki söyledim.. Kırık oyuncaklar gibi içimin oyun yeri. Boşlukları doldurmayan bir yağmur var, tene çiy bırakmayan bir bahar.
El yazım titriyor, başım çekip gitmelerin ardında kalan duvarlar kadar soğuk ve ağır.
Büyük bir zamansızlıkta güneşi ve ayı sayıyorum. Oysa ben matematikte hiç iyi olmadım. Sağlaması aksayan birkaç işlemle talan ettiğim kıyılarımda, kumlar bile suyla sevişmiyor ki, mavi ya da yeşil ve hatta turuncu oluşunu seçeyim..
Dudağım uçuklasın istiyorum, dudağıma yayılan sıcaklığı silen bir acı olsun istiyorum.
Mektupları yakarken aralarından kelimeleri tutup köklerine ve eklerine ayırmak istiyorum.
Yürüdükçe yol olan ama hep aynı kalan bu yelkovandan düşmeyi diliyorum.
Bugün doğumgünün. Ama ben ceplerimde biriktirdiğim, tutulmamaya ant içmiş sözlerle ölüyorum anneanne.., mayıs nerede?

3 Mayıs 2011

Bileceklerin

Söylemiştim oysa; ben gürültüde kalıcı değilim.
Yeniden bir ayrıkotu bulmalıyım içimde.
Yoksa kendimi iyiden iyiye kalabalıktan biri sanabilirim.

Göçe yetişememiş bir kuş kadar üşüyor sağ elim.
Oysa büyük yüzölçümlü cümleler kurmak için
okyanuslar geçecektim.
Dar odaların oyuncak yaygaralarından çok vakit kaybettim.

İçimin ılık, tanıdık seslerini bastırdı kalabalık.
Ancak tek bir gündüzün hükümdarı kâğıtlar üzerine,
her şeyi biliyormuş gibi yapan cümleler kurmanın bedeli bu.
Oysa hiç keyfini sürmedim ki "biri" olmanın.
Nasıl süreyim? Benimle ilgisi olmadı hiç,
bütün kalabalıkların "iyi"
dediği şeylerin.

Ben hiç "biri" olamam ki! Olup olabileceğim: Hiçbiri.
Söylemiyorum bunu hiç. "İlan ederler" çünkü.
Bunun bile gürültüsünü ederler. Bunu, gerçekten
"hiçkimse"
olanlar bilirler.

Bugün tekrar yüksek ve geniş yaylalara çıkmak
mecburiyetindeyim.
Dar odalarda çürüttüğüm organımı iyileştirmek için
uzun bir yola gideceğim.
Oralara vardığımda hâlâ çıkıyorsa sesim,
sevgili ana dilime, iç dilime, kendime
yeniden kabulümü dileyeceğim.
İçime, kendime giremezsem
-kendinin dışında kalan herkes gibi- biteceğim.

Bu, bir mecburi yolculuk hikâyesidir.
Yolda anlatılacak bir şey olursa eğer, kim bilir...
Belki şeyler, kendini deyiverir.

Ece Temelkuran