18 Mayıs 2011

Peşim sıra...*

Kolay olacak demiyorum. Sayıca az, kalp ağırlığında nice hezeyanın ardından hâlâ durmamalıyım belki zamanın bu coğrafyasında.
Sevdiğim şarkıların mübadelelerini gerçekleştirmeliyim ya da.. Sevdiğim... Kalbimin yakınlık kurduğu her sıcaklıkla kışa soyunmam, belki de tenimden silinmeyen ürperti noktalarına hiç ateş değmeyişindendir. Ben yandığım zaman serin dalgalanıyor su. Ben korkunca tüm sandallar çekiliyor sahilinden yaşanmışlıkların.
Hiç utanmıyorum çoğu zaman. Sadece çekingen üşüyüşlerim, paylaşmaya sakındığım ısınışlarım var.
Bir valizin kenarına takılmaktan daha fazla dileğim olmuyor çoğunlukla "yap- boz- yeniden yapma" sevgilerimin ardından.. Kırık bir oyuncağın ahşap damarlarına hangi çocuk dokunur, ben hiç tanımadım. Dokunmuyor güzel olan şeyler. Renginden sıyrılmış tenimle, içimi de çıplak bıraktım sanıyorlar.
Yavaş yavaş soğur ölüm diye düşünüyorum ama tuhaf bir şekilde güneş var; sevdiğim, o her şeye yaslanan. Ve yine tuhaf bir şekilde doğumu var bütün mevsimlerin. Her güzel şeyin bir doğumu var. Doğum öncesinin heyecanı var; titrek ve sabırlı.
Bu kış uzun gözyaşları döktü. Baharını öyle çok bekletti ki, toprağın sabrından çatlayarak papatyaları kucaklayışını bile sabah ayazında gördük. Kadın saçına benzeyen o yağmurlarla öyle çok yıkandı ki birlikte yürümek istediğimiz sokaklar, nice nice denizleri konuk ettiler.
Hâlâ aynı duygudan seslenemediğimi hissetsem de durulmuyor şimdi bahar.
Çok bekledik. Ben, üstümü örten hiçbir gece kalmayıncaya kadar bekledim...
Ilıklığını çekip, kendini gökyüzüne, kaymayan bir yıldız olarak astığın andan beri, pencere önlerinde, kırışmasına fırsat vermediğim çarşaflarda, salyangoz kabuklarında bekledim.
Şimdi, "Kimsin?" diye soracak olursan, ismimin adresinden başka verecek cevabım yok. Gidecek bir yerin vardır elbet hikâyeler boyu ama, biliyorsun; bu su hiç durmaz*...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder