26 Şubat 2013

sayım

Büyümek zorunda kalıyorsun. 
Hayatla mesafesiz ilişkinde tokatsız, küfürsüz, şiddetsiz kalmak pek mümkün olmuyor.
Çelmenin devirdiği vücudunun ağırlığını yeniden doğrulturken güneşin, tozlu göz kapaklarının arasına sızmasına hayır demek de..
Bazı şeyler yirmi yıllık varlığından taşacak kadar yüzyıl yorgunluğunda..
Ama varacağın bir coğrafyan varsa, teninde başaklar sallandırdığın, tomurcuklar açtırdığın, saçlarından nehirler akıttığın bir varılacak coğrafyan varsa, gecenin uykusuzluğu, tenin yorgunluğu, kalbin içinde süründüğü toz, unutuluyor..
Doğunca, büyüyorsun.
Zorunda kalıyorsun.
Hayata mecbur bırakılıyorsun.
Kalıyorsan bana gelen bir bilet al.
Ben omzundaki minik gamzede yerleşikliğe...

24 Şubat 2013

eski ~

ölüme ölmemekle karşı çıkıyorum
ölmemek de bir çeşit ölüm mü
içim seviniyor gene bu kaçıncı sevgi sevgi mi
sevinç mi
artık sözcüklere inanmıyorum sözcükler yanıltıyor beni
ağzım kafamdan ırak neye yakın ağzım
ninni gibi böyle dinle
herkes uyuyor
ben de uyuyorum de
ışığı kapa da ben seni uyutayım

Tezer Özlü

17 Şubat 2013

pisti..*

Kelimelerinin arasından parça para dökülen aynanın sırrındaki hüzne batıp çıktım. Belki de hikâyeler, anlatanın kalbinde oyuklar bıraka bıraka kendilerini başka bir hikayenin başka kahramanlarına adayarak, çoktan deresiz- tepesiz gidiyorlar.. 
Kimse dönmüyor.. 
Kimse kendi takviminin yapraklarından buruşturup çöpe attığına yeniden bakmıyor.
Oysa bir tarih birinin ölümüyken, diğerini doğuruyor..
Kıtalarımızı birbirimizinkine sürükleyemediğimiz şu yeryüzünde..
Giden, gelmiyor..
Gelmiyor..

Senin de yok mu dans etmeye ihtiyacın..*

14 Şubat 2013

perşembe

Burada da cumartesi. Burada da insanlar el ele, burada da insanlar topraktan fışkıran aşka başka vücutlar giydirerek, başka kokularla sararak sahilleri birlikte yürüyorlar. Belki yağacak yağmuru bekliyorlar. Mevsiminde olunan ve damakta yürüyen tatlara birbirininkileri ekliyorlar.

Burada mevsim muhtemelen televizyondan ya da gazetelerin üçüncü sayfalarının sağ üst köşelerinden daha ılıman görünüyordur göze. Teni kaplayan kazakların örgü aralıklarındansa omzu açıp da bırakan imbat daha uygun düşüyordur realist sanatçılara.

Her şeyin birden karardığı bir coğrafyadan söz etmiyorum. Aydınlıkta ölmekten çekinmemek belki bu. Kendini gizlemeyi becerememek. Gerekli mi bunu yapmak, emin değilim.. Kentlerle düşüncemi seviştirmekten çekinmediğim bir aralık için fazla erken bir tespit olur bunu dillendirmek. 

Birkaç gündür dokuz yaşından on dört yaşına dek her gün doğumunda ve her gün batımında şehirler arası bir otobüsün toz ve kadifeye karışan güneş kokusuyla pamuk tarlalarının arasından geçtiğimi anımsıyorum. Pamuk tarlaları ve pamuk toplayan kadınlar.. Bulutların altında, bulutlara yakın.. Bir gün dolu, bir gün boş.. Yol kenarından dikkatli bakınca leyleklerin göründüğü o yol. Biraz daha devam edildiğinde yarının olabileceğini kestiremediğin yol. Denize çıkan yolların tarla aralıkları..

Sofraya düşen yeşerik ve katmerlenerek açılan bitkilerin toprağından kutluyorum cumartesiyi, hasreti.. Sellukaların şu sokaklara aşkla sarılacağı bahar kapıdayken, toprağın doğurganlığını, umut vaadediciliğini, içimizin nehirleri için bir şey diyemesem de her sokağını denize çıkarmak için kendini kaybeden şu şehirden, hepinizin cumartesisini...


9 Şubat 2013

evde-n..

Yavaşça fark edilmek. Usulca sokulmak yeni bir hayat düşüncesine. Ama 23 sene önce, ama sonra..

En sonunda kendinden ayrı olduğunu fark ettiğin bir canın kendini gerçekleştirmesinin doğallığını özümsemek..

Zamana yayılmış, zamanını geçmiş, başka bir zamanda aniden uyanmış, uyandırılmış..

Her nasılsa, iyi ki de...

2 Şubat 2013

dön/erken*

Kahve fincanının ağzındaki o kırılmış seramik parçasında ya da ince bellisinin tam da o bel oyuntusunda olmak istediğim insanlar var benim. Çok konuşarak anlatılan şeylerin dinleyicisi ya da uzun uzun susarak anlaşılan şeylerin sessizliği olma isteğim..

Şehirlerde rüzgârın devirdiği ilan panolarının altında kalan birkaç sonbahar yaprağından hikâyeler anlatabilecek olan dostlar edinmişliğim var, iyi ki. Ama anlatmıyorlar. Belki de birkaç basamaklı, renkli duvarları olan birkaç odanın arasında bırakmak daha az riskliydi o aramızdaki şeyin korunma paketi kapsamında. Korku mu? Romantiklerin korktuğu şeyleri affedebiliyorum hayatta, niye öyle.. Belki benzer yollar çizebildiğimiz bir şarkı hatrına, ya da yaprakları sararmış defterlerimiz arasında taşıdığımız o tek dize uğruna...

Bir cesaret beklentim yok, akışında sevgiler dışında.. Yürümeye cesaret etmeleri yetiyor. Uzun sahiller, uzun bozkırlar, uzun tren yolları boyunca. Dinlendikleri o ıslak ve çürümüş ahşap bankları veya kızgın demirlerine parmak ucu değdirmeyi denedikleri bankları, evet o çirkin belediye bankları olmak istediğim insanlar var.

Bir gece sabahına koşarken kirpiklerini yıkadıkları şarkıyı üflemelerini istediğim insanlar..

Ağızdan ağıza bir bira şişesinin en çok nefes değmiş köşesinde beklediklerim..

Birlikte bir şeyler içerek konuşmak istediğim ve bir şeyler içerek karşılıklı susmak istediğim insanlar.

Hikâye yolunu bulur.., buluyor.., bulamadığında şaraplar konuşur...