Burada da cumartesi. Burada da insanlar el ele, burada da insanlar topraktan fışkıran aşka başka vücutlar giydirerek, başka kokularla sararak sahilleri birlikte yürüyorlar. Belki yağacak yağmuru bekliyorlar. Mevsiminde olunan ve damakta yürüyen tatlara birbirininkileri ekliyorlar.
Burada mevsim muhtemelen televizyondan ya da gazetelerin üçüncü sayfalarının sağ üst köşelerinden daha ılıman görünüyordur göze. Teni kaplayan kazakların örgü aralıklarındansa omzu açıp da bırakan imbat daha uygun düşüyordur realist sanatçılara.
Her şeyin birden karardığı bir coğrafyadan söz etmiyorum. Aydınlıkta ölmekten çekinmemek belki bu. Kendini gizlemeyi becerememek. Gerekli mi bunu yapmak, emin değilim.. Kentlerle düşüncemi seviştirmekten çekinmediğim bir aralık için fazla erken bir tespit olur bunu dillendirmek.
Birkaç gündür dokuz yaşından on dört yaşına dek her gün doğumunda ve her gün batımında şehirler arası bir otobüsün toz ve kadifeye karışan güneş kokusuyla pamuk tarlalarının arasından geçtiğimi anımsıyorum. Pamuk tarlaları ve pamuk toplayan kadınlar.. Bulutların altında, bulutlara yakın.. Bir gün dolu, bir gün boş.. Yol kenarından dikkatli bakınca leyleklerin göründüğü o yol. Biraz daha devam edildiğinde yarının olabileceğini kestiremediğin yol. Denize çıkan yolların tarla aralıkları..
Sofraya düşen yeşerik ve katmerlenerek açılan bitkilerin toprağından kutluyorum cumartesiyi, hasreti.. Sellukaların şu sokaklara aşkla sarılacağı bahar kapıdayken, toprağın doğurganlığını, umut vaadediciliğini, içimizin nehirleri için bir şey diyemesem de her sokağını denize çıkarmak için kendini kaybeden şu şehirden, hepinizin cumartesisini...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder