31 Temmuz 2015

bırak-a-madığın..


Yol kısa. Yol zor. Sonu dönemeç. Sonrası. Belki uçurum. Belki hoyratlıktan yorgun bir yumuşak iniş.
Yol yine. Yolcu tek değil. Hancı kimsesiz. Çalan kapılar. Unutulmuş sabah dilekleri. Gece açılan parantezin eninde daha da genişleme. Bekleme sayısında artış. Belirsizlik sonsuzda. Belirlenme isteği hiçlikte. 
Mevsim tedirgin. Mevsim limonata. Mevsimin alacak nefesi yok. Mevsime yuvarlak dalgalardan, en mavi manzara. 
Kadının aklı karışık. Kalbi dolaşık. Gün gerçek. Gece rüya. Güç var. Ağrı daha çok. Arzu bekleniyor. İnsanlar varlar. Şiir biraz eksik. Kelimeler yetersiz. Ölüm çok. Sıkıntı büyük. 
Kadın saçlarına doluyor olanı biteni. Canındaki "ah", yüzüne acı acı batıyor, misafirlik uzun sürüyor. 
Gitmek ihtiyaç. Rota hep bilindik yer. Gitmek değil. Haber taşımak. Medet ummak daha çok. Olmaz. Oldurulsun diye. Yık yap, yap yık. Yaşlanma telâşı. 
Rakısız geçen yaz. Önünü görmeyen yaz. Ayıkken yerlere düşen yaz.
Temmuz. Bitti.
Başlayan ne. Meali meçhul ezberden bir dua.

24 Temmuz 2015

fay



Bir yere gitmek. Ömrün kıtalarına yer değiştirmek. Mevsimler ters yüz. Hiç yaşanmamış bir temmuz bu. Hiç bitmeyecek gibi duran, sakin bir sızısı var. Bir yandan da kavurmuyor ilk kez sıcağı; sürekli bir yaz akşamını giyinmiş gibi. Sürekli günleri çıkarıyor üzerinden, kavrukluğu soyunuyor, rüzgârda kalıyor ama üşümüyor. 

Her şey yer değiştiriyor. Yaşlar, anlamlar, hareketler. Ve bu değişimin geveze susuşunda bir şeyler büyüyor. Hissediyorum; iyi şeyler ve kötü şeyler. Bunlar ne zaman bu kadar el ele tutuşsa, "Nasılsa aydınlanır bir yerden, geçer gider" diyorum ama bir şey; en büyüğü, en derine oyuğunu açıyor ve hiçbir aydınlığı uzun uzun yettiremiyor kendine.

"Aklım karışık" diyor. Bir cevabım yok. Düğümleri çözecek kadar keskin de değilim, net de. Herkesin dolaşıklığıma değmekten dahi kaçındığı yerde oturmuş başka hayatların Gordion düğümlerini açmaya çalışıyorum.

Zamanı saymayı bıraktım. Bir şeyler beklediğimi unuttum. İstemekten vazgeçtim. Bunların hepsini birer birer aştım. Bir yerde takıldım. Her şey hesaptayken ve sadece bir şey hiç değilken. Bir hayatı ilk kez birlikte oldurmak için göze aldığım, alabildiğim yolda çok yönsüz kaldım. Bırakmak, bırakılmak, yalnız kalmak; bunlar değil. Bir evin, bir şehrin, bir hayatın ortasında kimsesizleşmek. Kendi sesinden sağır olmak. Planlayacak koca bir geleceğe ve hiç yarına düşmek.

Bir yandan da mevsimle birlikte hayata katılışını taçlandıran nefesler bulmak, ama o tacı başına takamamak.  Ağır çekimde bir çelme gibi.  Takılıyorsun, düşeceksin ve canın yanacak, ama nasıl şanslısın ki düşmüyorsun da, seni tutan bir şey var. Ama takıldın, açın da değişti bir yandan. Şans kavramını biçimlendiren bir sakatlık.

Bütün varlığım sadece kendini geziyor. Kendine çarpıyor. Her şey içimden çıktı da, bir tek, salt dışarıdan görünen kadar kaldım sanki. İçimdeki şey boşluk yankısı gibi. İyi şeylerin sarmalayışına cevap vermek isteyen ama kötü şeylerle sürekli daha da üşüyüp daha da sarmalanmak isteyen, bağıran ama duyulmayan, susan ama yankılanan. 

Korkuyorum.

Birbirlerini devirmelerinden. Öyle zarifçe, kendiliğinden, bir kutlama gibi gelen şeylerin kuyuma düşmesinden. O karanlığın büyümesinden. Bildiğim dünleri acıta acıta çiğneyip yutmasından. Bir ovada kapalı kalmaktan, bir ovayı içime hapsetmekten. 

Boşluklarımın ağrımasından.
Dolduramamaktan.
Dolu olan ne varsa, kendini böyle oluk oluk boşaltmaya devam etmesinden. 

Yeni kelimeler bulmama yetecek kadar yenileyememekten için tezgâhlarını.
Sevdiğin rengin ölmesi gibi bir şey sanırım bu.

Bu temmuz niye bu kadar devirgen ama kurmaya da meyleden.. Ve neden böyle kaya gibi düşmüşken, bir yandan da durmayan sulara baraj olmak ister gibi?

Birikemiyorum, yağamıyorum, ne oluyorsa olmuyor gibi, ne olmuyorsa altında eziliyorum gibi.

Biliyorum.
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

14 Temmuz 2015

bir önce


Tarih, akış ve ters yüz. Beklediğin şeylerin zaman bulamayışı kendine ve zihnine hiç uğramayan ne varsa iyice yerleşiklik kazanması taş yuvarlanışında. 

Bazı şeyleri deneyimleyerek öğrenmesin istediğim kalp yuvalarım var. Her şey büyüyor mu bilmiyorum ama herkes yürüyor bir yerlere. Çakıldık denilen yerden çıkmanın debelenişi mi, yoksa sahiden "yol varsa yürünür"ün doğal ve olmalı akışı mı? Tedirgin olmuyor değilim. 

Belki de ilk kez bu kadar belirgin bir "Ya yanlış yaparsa?" korkusu var içimde. Yapmasın istiyorum.  Sayısız tutarsızlığın ortasında kalbine bir ahmaklık çelme takmasın istiyorum. Benden kendini fersah fersah uzaklaştırışı benim çizemediğim bir mevsim parçasına, ocağa koyamadığım bir lezzete varsın istiyorum. Eksik bıraktığım bir şey varsa, ne varsa o tamamlansa... 

Aslında kalbime ev kuranlardan, şöyle bir dokunup geçenlere dek tüm ılıklıklarım için arzulanıp isteklendiğim şey bu. Öyle böyle, ama yetemediğim ama kırıp döktüğümden, hoyratlığımdan veya beklenenin dışına çıkan tüm hareket ve hareketsizliğimden geriye kalan ne varsa... Af dileyişimi duyuracak bir şeyler, yansıması minik bir hareketin...

Şimdi, önce ve sonra.

Bir şeyden korkuyorum.

Ve bu ciğerlerimi üşütüyor.

Yazların gölgelenmediği bir yarın diliyorum sana. Belki sudan uzak bir yer beğenirsin kendine, ama yine de güneşini batırma.

7 Temmuz 2015

ki...


Bir var bir yok bir şey içinde tepiniyoruz. Sürekli olarak birilerini, bir şeyleri ikna etmeye çalışa çalışa, birilerinin istediğini yapmaya uğraşa uğraşa, kendimizi kanıtlamak uğruna bitap düşüyoruz. Bitap düşmek neyse, çok sahici ölüyoruz. Ölümün olduğu yeri dolduran "sınırlı" sessizlik bile değiştirmiyor ne bencilin bencilliğini ne de feda edecek bir şeyi kalmayanın fedakârlığını. Karşılıklı bir ömür oyma harekâtı, kendi işlediğin cinayetin kanı eline yüzüne, kalbine bulaşmadan durulmuyor. Ama hayat geçiyor. Ve elinde bir tane olan şeyin yitmesi... Telafisizce gitmesi. Bak bu çaresizlik. Yeniden doğuramadığın ömrü çarçur etme cesaretini kim veriyor bilmiyorum ama başroldeysen ödül almak üzere oynarsın. En büyük ücreti sen alacakmışsın gibi performans sergilersin. Yaşamak tembeliyiz. Hepimiz öyleyiz. Umursamadığımız şeyleri yan yana getirince insan insan ömür ediyor. Kendi savaşımızda hep katiliz. Ölen de öldüren de aynı kafa kâğıdına toplanıyor.

İnsanın en çok kendine acıması yok. Yoksa sahip çıkar. En çok kalbine. Böyle işleye işleye üzmez onu. Kendinden sonra da en çok en yakınlarına acıması yok. Sevdikçe öldüren bir canlı olabilir mi? Olmasın. İnandırıcı olmuyor çünkü. İnanmadığın bir şeyi savunmak da gelmiyor içinden, bünyende yalan haz ve bağışıklığı yoksa.

Hayat çok..; "bir var bir yok". Peşine "olmak" eylemi katmak için bir neden de aramıyor. o böyle kuralsız kaidesiz başlayıp biterken, zarardan ziyandan öteye niye geçemiyoruz? Vasat bir ortalamadan bir adım dahi olsa atabilmek bu kadar imkânsız olmasa gerek. Salt varlığımızla, kendi sesimiz sözümüzle ayakta durmayı başarmak en temel şey olmalıyken, bunu başarabilen "nadiri" alkışlar bu hal.. Acınası geliyor. Kendin olmayı başaramadığın yerde, sahip olduklarını nasıl baş tacı yapıp arkalarında duracaksın?

Nefesine inanmıyorlarken, sen kendin inanmıyorken...

Hayat geçiyor.
Hayat bitiyor.

Beklediğin; bir meçhul tarih için beklediğin ne varsa o meçhul ömre tokat olsun.

Yapamadığın, kıpırdayamadığın bütün korkaklıkların her gün aynada anıt gibi dursun.

Dursun ki...

2 Temmuz 2015

sor kendine


Aniden bir telefon çalıyor. Gelmeyen yaza tohumlar saçılıp birkaç saniye içinde yediverenlerle patlayıp fışkırıyorlar kalp toprağında. Bekler oluyorsun zamanı. Hani şu ölmeyen zaman var ya, o bir anda mücevherleşmeye başlıyor. Beklemek anlamlı bir eyleme dönüşüyor. Bir yere ulaşacağını bilerek beklemek. Tüketmekten başka bir şey. Zaman, olanla bitenle çok başkalaşan bir şey.

Beklediğin, beklemekten gocunmadığın o an geliyor ve dünya bütün çığrından çıkmış haline inat dengesine kavuşuyor. Nabzın düzeliyor, içinde bir yer tamamlanıyor. Organını yitirmiştin ya, o yerine konuyor. Nefes alıyorsun. "Hayat" diyorsun. "Bu hayat..". "Peki o hayat niye böyle oldu..?" diye sormadan da edemiyorsun. İsyan eder gibi değil de, hatanı bulup telafi etmek arzusunu karşılayamamanın gamından. Bir buçuk metrelik var oluşunla kilometre çözümsüzlüğünün yanı başında öyle, hiçbir şeye yetişemez kaldığın için. Birkaç santim daha iyi gitseydi bir şeyler, zaman böyle duvar duvar, yollar böyle diken diken dikilmezdi sanki yarına.

Bekliyorsun. Ne kadar bekleyebileceğini bilmeden bekliyorsun. Bir ömür sürecek belki bu. Bir yere vardığında; varırsan, varabilirsen, o nefesi bırakıp mevsimi devam ettirecek hale geliyorsun. Bunu bilmek, bile bile yanmak, önce yana yana kendini bulmak zorundasın gibi. Ama'larla, ikircikli hiçbir şeyi taşımak istemiyorsun o varacağın yere. Öyle çetin zamanlarda öyle çamur sıçramışken her şeye, tertemiz, sahiden bembeyaz olacaksa, öylesi olsun istiyorsun.

Bunu, bu olur mu olmaz mı zamana karşı geri sayımlı bir mucize ihtimalini zamansızca, sonuçsuzca beklemek...

Ama beklemek bazen ve aslında sadece bunun için anlam kazanıyorken...

Yaşamak için ölmeyi göze almaz mısın sahiden..?

1 Temmuz 2015

öncesi kalır

  
On sene önce bugün.
Beş sene önce bugün.
Geçen sene bugün.