13 Ağustos 2020

su katılmamış*



Doğmanın eşiğine geldiğim yerin gökyüzünü bunca tanıyor olmak çok hoşuma gitti. 
Son 10-15 günde en içine yerleştiğim an bu olsa gerek. 
Yağmurun şiddetini dahi biliyor, kestiriyor olmak.. 

Belki kendi suyumun tanıdıklığıdır bu.

Şimdi çok derine; çocukluğuma ve hatta rahimdeki oluşumuma falan uzanacak bir ilişkiler yumağı kurdum ama neyse.

Annemin suyuydu, denizle gökyüzünün birbirine çözünmesiydi, ismimin gelişmesi, yağmurun sonuçlanmasıydı derken boğulurum gibi geldi oralarda. 

Doğadaki en sevdiğim su türünü sormuşlardı yakın bir zamanda; şehvetimle bağlantılı bir soruymuş. O an eğlenceli, şu an mantıklı geldi.

Kısacası suyun her biçiminde roman yazabilecek durumdayım şu an ama, sellerde can çekişmesini istemem kimsenin.

Şimdi sanki bir ikinci yarıdayız.

Eve gelişim aşırı yüksek bir hâl yarattı içimde. 
Hemen düşmesin istiyorum. 
Korkuyorum biraz "ortalamalardan", "eh"lerden. Yaklaştığını hissettiğim anda huysuzlaşıyorum.

Jeanette Winterson'ın 9. sayfasındaki o Avustralyalı ben miyim yoksa?

Tuhaf bir kabuğa giriş, keşif ve kendime karşı çekincesizlik deneyimledim. 
Bu da hoşuma gitti.

Pervasızlığın göz altlarımdaki morluklara bile iyi geldiğini söyleyebilirim.

Harcadığım ve biriktirdiğim her şeyi çarpıştırdım sonra, iyi oldu bu kavga dövüş. Bazen bir dürtmek gerekiyor ya içindeki o narı*...

Şimdi sanki o aradığım albümü, şarkılar bütününü, çalma listesini artık her neyse onu bulursam, kokularını hatırladığım anların resmini çizebilirsem, biraz da sularımı çarpıştırabilirsem olanca şiddetiyle belki de kendi kendime kendi büyümü yaparım. 

Kaçan kaçsın, kalan kalsın. Yüksekten korkanlar kendi muskalarını taksın.



"Ağustos. Tartışıyorduk. Sen aşkın her gün böyle olmasını istiyorsun değil mi? Gölgede bile 33 derece. Bu yoğunluk, bu ateş, vücudunu yarıp geçen yuvarlak bir testere gibi bir güneş. Avustralyalı olduğun için mi böyle bu?"