29 Mart 2019

carpe noctem



Haklısın demiştim gözlerinin içine bakıp, sana duyurmadan.
Daha fazlasıymış. 
Bu hem güneş sıcaklığı, hem hafif titreten bir rüzgâr, hem görmediğim bir renk, hem bilmediğim sözcüklerle öylece kalakalma şaşkınlığıymış.

Nerede, nasıl bir bağcıkla bağladığımızı düşünüyorum o kıyıyı bu kıyıya. Bilememekten tedirgin olmuyorum; bu iyi. 
Öylece esmek iyi, 
hoşuma gidiyor diye dalgalanmak iyi, 
deniz olmak iyi, 
mavi hep iyi, 
sebebi sonuca bağlamaya gerek olmaması iyi, 
burada durmak iyi, 
burada uçmak iyi,
burası iyi.

Kokusunu sevdiğim akşamlar, tadını sevdiğim geceler, damarımda yürüyen güneşler, şarkılarını kana kana içmeyi özlediğim gök yüzleri. Göğün yüzleri.  
Ve şimdi tenime bitişik. 

Ve şimdi hiçbir şey daha önemli değil;
iyilikten, sağlıktan, bahardan, kırlardan, tatlardan.


25 Mart 2019

akordeonlu


Doğaçlama günler çekiyor canım. 

Avuçlarımızı dolduran papatyalardan birini kitap ayracı yapıp, bir sayfadan ötekine  uyuyakalışlarımızı sıkıştırmak istiyorum ama papatyalar uzakta, bahar fazla nazlı.

Ne yorucu kış, nasıl da bitmiyor.

Bir yanım, üzerime yapışıp kalan ürpertiyi ısındırma çabasında, ötekisi bir an önce soyunup yüklerini atma telâşında.

Sevdiğim renklerle oynamak, akrep yelkovan kovalamadan yavaşlamak, pencereleri açmak, elime yüzüme akordeon melodileri bulaştırmak istiyorum.

Mayhoş meyve kokuları, gece çiçekleri, doygun uykusuzluklar, kendimize ait uyanışlar...

Kendimden bu uzak düşüş, ağdalı bir çaresizlik yaratıyor salıyla çarşamba, çarşambayla perşembe arasında. 
Bu altmışlık tik tak'lar arasında sıkışmış, öldüre öldüre öldüğümüz zamanlar -katlimiz- paslandırıyor içimi. 
Eski bir çocuk parkının gıcırdayarak iç yırtan salıncağındayız  da inemiyormuşuz gibi.

Buraya saplanınca da, kumlu sahillere hiç ayak basamayacakmışız hissi yerleşikliklik kazanıyor.

Zamanı durdurmaya, yeni şarkılar bulmaya, ısınmaya, zihnimde çakırkeyif bir berraklığa, dudağımda sevdiğim bir tada, yalın ayaklığa, güneşi kendimden doğurmaya ihtiyacım var.

Ferah odalara, boş sokaklara, paylaşmak zorunda kalmayacağımız rüzgârlara, takvimsizliğe, saatsizliğe, -meli -malı'ları kovmaya...

Çarşafları değiştirelim ve kayısıdan şeftaliye yuvarlanan bir gökyüzünün altında sadece durup yaprakların tül perdelerdeki gölge dansını izleyelim.

Başka hiçbir şeye gücümü yettiresim yok.


21 Mart 2019

ağaçlar, ışıklar, kokular


Uzak bir yerde yaşamak, gün doğumunun renkleriyle yüzümüzü yıkamak, toprağa basa basa yürümek, tatil olsun diye değil, tenimiz alıştığı için yüzmek, bakkala çakkala, Osman Abi'ye pedal çevirmek ve sevdiğim insanların çatkapı "ben geldim" zilleri.

İşte o zaman geldiğinde sarhoş olabiliriz. 

Günün her saatine yayılan kahvaltı sofraları kurabiliriz ve 
altında uyuyakaldığımız güneş, kimbilir belki de rüyalarımıza evimizin tuzlu ve çimenli kokusunu bırakır.
 

12 Mart 2019

salıncaklı


Yüzüstü yatıyordum, gözlerimin değdiği en yüksek noktada gökyüzü içine süt akıtılmış bir mavilikti.
Bulutlar ebruli dağılıyordu. 
İçinde olduğum beden sanki bir kışı kuşanmamış, kabuğumu sertleştirmemiş gibi geldi o an. 
Belki görmediğim bir rüyaya yaklaşmak istediğimden, belki de kapıdaki baharın çatlaklarımdan sızmasına hevesimden, belki de doludizgin yabanıllığımızı bastıran sıkıcı kentliliğimizden kaçmanın yolu gibi geldiğinden..
İzin verdim.

Semt çatılarının üzerinde dans eden güneşi izledim sadece. 
Dişlerimizi geçirerek suyunu akıttığımız meyve kokuları ve çıplak ayakla bastığımız taşların tatlı serinliği.
Çok yakışırdı o ana.
İmbatlar sonra. En güzelleri ilk gençliğimize sinen imbatlar..

Sonsuza kadar bakmayı isteyeceğim gökyüzü renkleri var.
O renklerin kendi kokuları, güneşte tene yansımaları, iki teni birbirine karıştırmaları var.
Göz kapaklarıma inen ağırlıktan aldığım bir haz var. Kirpiklerimin arasından karanlığa sızan limon bahçeleri. 
Dilimde yürüyüp içimi kamaştıran tatlı ekşi öğleden sonraları. 
Kanımın deli aktığı mevsimler, avuçlarıma yerleşen güneşler, 
ışığın yayılıp nefesimi okşadığı aralıklar. 
Pencerelerden taşırdığım kalp atışları, onları kanatlarıyla tutup yemyeşil yaprak yataklarına usulca bırakan bulutlar var.

Dağılgan ve şekerli.
Mayhoş ve ıslak.
Sıcak ve rüzgârlı.
Şiddetli ve canlı.
Kuralsız ve taşkın.
Aleni ve gizemli.
İçimde ve denizde.

Burada kalalım
-mı biraz?


6 Mart 2019

kimse'm


"Hayatta senden yana yüzüm hep güldü."

Böyle demiş çiçekçi kadın, sevdiği; belli ki canı olmuş diğer kadına.

Ilık rüzgârları beklerken, bahar bahar koktu bu cümle içimde. Uzun uzun baktırdı kendine. Sandıkları açtırdı. Gözümde yaş olsa, akıtırdı. Onun yerine dudağıma eylüllü bir tebessüm kıvırdı koydu.

Cumartesi sabahı yatağımız yerine Taksim dolmuşunu seçtiğimiz delilik gibi zamanları hatırladım. Ezbere bildiğim ara ve arka sokakları ne ara öğrendiğimi düşünürken, yalpalayan neşeli adımlarımızı ve sağa sola fırlattığımız dolu dolu gamsız kahkahalarımıza çarptım. Bir kase kâğıdı badem ezmesiyle akide şekerini ağzımıza tepe tepe, yüzlerce kez arşınladığımız caddenin şimdiki tatsızlığına bakıp, kendime pay biçtim sonra.

Evler, sokaklar, sahiller, ranzalar, tretuvarlar, dökülenler, kokular, uçuşlar, düşüşler, kayıp gidenler, bırakıp gittiklerimiz, korkusuzluklar, cahillikler, bilmişlikler, her şeye varım'lar, gece yarısı midyeleri, cami dibi balık ekmekçiler, beyaz sofralar, yazlıklar, yerlerde sürünmeler, yaralamalar, ilk defa'lar, antidepresanlar, akılsızlıklar, seçimler, okul bahçeleri, bir tek sen anlarsın'lar, kül tablaları, gazozlar, göz yaşları, yalansızlıklar, itiraflar, parasızlıklar, senin olsun'lar, canın sağ olsun'lar, çıplaklıklar, pastalar, mumlar, topuklar, hafif meşreplikler, buzdolapları, anahtarlar, otobüsler, yurtlar, otel odaları, uğruna ölünecekler, toyluklar, kocamanlıklar, yaşlanmalar, kırışıklıklar, rimeller, bozulan ojeler, sıcak eller, adresler, kapatılan hatların akılda kalan numaraları, ansızın çalan kapılar, bak ben geldim'ler, utanmazlıklar, serserilikler, denemeler, ilk aşklar, hayaller, güneş yanıkları, çarşaflar, kumrular, tulumlar, acı biberler, illa ki tuzlar, iskeleler, tuvalet köşeleri, yalnız değilsin'ler, günahlar, suçlar, sırlar, inadına yanındayım'lar.

Durdum. Anlamı kalmayan her şeyin ardından kurmaya başladığım cümlelere baktım.
Sanki bunca şeyin üzerine tükürülmemiş gibi.
Sanki her geçtiğim sokaktan hiç geçmemişiz gibi.

Durdum. Tokat gibi bir gecenin ardından Sarıyer'de bir bankta denize üflediğimiz yazgımızın ne hale geldiğine baktım.

Baktım, yandım.
Sen küllerimi toplamadın.
Yazıklandım.

Şimdi, bu hikâyenin çatallanıp da ikiye bölündüğü yerde, çıktığımız deniz düştü aklıma.
Alsancak İskelesi'nin yan duvarlarına deli deli çarpan dalgalar, o dalgaların altında kalan kayalar, kayaların üzerini sarmış yosunlar...
Sesler patlıyor, renkler, tuzlu mevsimler..

Senden yana yüzümün hep güldüğünü söylemek istedim.

Senin yüzünden kan revan içinde kalmış yerlerime baktım, kaldım.

Sonra,

kalbim atmadı bir daha.