12 Mart 2019

salıncaklı


Yüzüstü yatıyordum, gözlerimin değdiği en yüksek noktada gökyüzü içine süt akıtılmış bir mavilikti.
Bulutlar ebruli dağılıyordu. 
İçinde olduğum beden sanki bir kışı kuşanmamış, kabuğumu sertleştirmemiş gibi geldi o an. 
Belki görmediğim bir rüyaya yaklaşmak istediğimden, belki de kapıdaki baharın çatlaklarımdan sızmasına hevesimden, belki de doludizgin yabanıllığımızı bastıran sıkıcı kentliliğimizden kaçmanın yolu gibi geldiğinden..
İzin verdim.

Semt çatılarının üzerinde dans eden güneşi izledim sadece. 
Dişlerimizi geçirerek suyunu akıttığımız meyve kokuları ve çıplak ayakla bastığımız taşların tatlı serinliği.
Çok yakışırdı o ana.
İmbatlar sonra. En güzelleri ilk gençliğimize sinen imbatlar..

Sonsuza kadar bakmayı isteyeceğim gökyüzü renkleri var.
O renklerin kendi kokuları, güneşte tene yansımaları, iki teni birbirine karıştırmaları var.
Göz kapaklarıma inen ağırlıktan aldığım bir haz var. Kirpiklerimin arasından karanlığa sızan limon bahçeleri. 
Dilimde yürüyüp içimi kamaştıran tatlı ekşi öğleden sonraları. 
Kanımın deli aktığı mevsimler, avuçlarıma yerleşen güneşler, 
ışığın yayılıp nefesimi okşadığı aralıklar. 
Pencerelerden taşırdığım kalp atışları, onları kanatlarıyla tutup yemyeşil yaprak yataklarına usulca bırakan bulutlar var.

Dağılgan ve şekerli.
Mayhoş ve ıslak.
Sıcak ve rüzgârlı.
Şiddetli ve canlı.
Kuralsız ve taşkın.
Aleni ve gizemli.
İçimde ve denizde.

Burada kalalım
-mı biraz?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder