27 Ekim 2009

rotasız.


Duysuz ampul gölgelerinde, kalp ağrının ayak sesleri... Ortalıkta kol gezen mecalsiz duman kaplıyor hecelenen ismimin kayıp maviliğini...
Kumru grisi yalnızlığıma batırıyorum; altın suyu, kum akıntısı... Limansız şehirlerin gebe kaldığı aldatılmalarla çevrili ışıkları, kirli ve mağdur...
Yol kenarı aşklarının dökülmediği kuytular sızlıyor, varlığının görüntüsüz öpüşüyle..
Baskına geldiler, güneş közlendi kış arifesinde.
İçimde yükselen depremi bozgunun sadece bir susuşla aklanır...
Seni özleten yağmurlar, bulutlara kelepçeli bu aralar... Şehrine uğrayan soğukla uyanıyorsun şimdi, yolculukların sonu sokakların.
Aitlik eklerinin maske gibi durduğu yerlerde yürüyeceksin... Rüzgârınla dalgalanandan uzak...
Özleyeceksin... Özledikçe affedeceksin dünsüz yarını. Bağı çözülen dizlerinde uzanacak dalgalar... Dokundukça denizlere dönecek kuraklığın.
Özleyeceksin, özleneceksin; ismin yağmurlarla dayanacak camlara..
Yağmur akıtması gözyaşlarıyla bekleneceksin...
Bekleyişler kimliklere eklenecek güneşle..
Dalgalanacak yalnızlık..
Denize varacaksın...

22 Ekim 2009

bağımlı opal.


Battı gözyaşı...
Kuyusuz avlularda bıraktık saklanmışlığını, çıplak, çocuk terlemelerin...
Dudağının kenarından sızan kana 'aşk' demeye başlayalı altı yıl iki ay...
Kireç lekelerinin kamp kurduğu lavabolar, bileklerinden arta kalana yatak..
Sandık lekesi çeyiz, damarından akan kir...
Gömlek geçiremediğin günlerin girişi sehersiz, rüzgâr terki..
Diş izlerinin kaldığı çarşafta durmayan lavanta kokusu, çürümüş hayal mezarlığı...
Yorgun, puslu, kirli öpüşlerde sus.
İmzasız dilekçesi ömrümün, sana tutuklu kader...
Arabesk ışıklar taşırıyorum tenimde, parçalanır gülüş.
Gecelerinde susuşlarının...
Sustalı yalnızlıkları bıraktığın raylarında demir yollarının, ayama saplı güneş;
Güneşe su-s-arsın...

16 Ekim 2009

ekim bak.

Tenden dökülür, sudan doğan gece...
Vicdanı yitik, tarih çizgisi kayıp, soluğu suret aşklarla aydınlanmaz gölgesi, sınırsızlığın söz vermiş hali...
Avuçlarımdan kanayan ismine mum dikiyorum, selvi yaprağı, dikiş tutmaz yara...
Uzatmaları oynayan turna uçuşu, düş kapısı...
Sarı hastalıklara yatalak ellerim.
Ve felç geçiren körlüğü, kalbin...
İç acıtan başkaldırılardan yorgun susuzluk, bileğim kızıl güneş..
Dudak kenarı çizgime boyuyorum imzayı, tensiz dua ayinlerine bakarak...
Kirpiklerimde nöbet tutan sisten dökülmeyen ışık, trafik kazası kayboluşlarım...
Denize karışan ada doğuruyor, özgürlük kadar güzel omzunu, gecenin...
Silemediğim işlemler, kurşun kalem izi yanaklarım bu akşam...
Tel örgüler zorlar, boynuma dağılan ipeğini var oluşun... Ve alay fenerleri kırılır seherde...
Maziye düğümlü bir isim şimdi sol bileğimdeki ağırlık.. Taşıyamadığım zaman göstergelerinden doğumgününü çaldım bu sabah, sabahlar sancılı güz yaprak intiharları...
Zincirsiz esaretlerle boyuyorum ellerimi, erguvan..
Kanım, erguvan...
Uykum, tetikte asker...
Kayıp yol.
Ulaşılamayan çamur suyu maziye vurgun-sun; yangın yeri bu ikindiler...

13 Ekim 2009

çıkmaz sokak


Günahımla öpüyorum gece bitkilerini, yarım gülüş, çıplak gamze...
Hayallerimi topladığım bavul saçıldı, gar kalabalığı , hazan gövdesi saatim...
Seni unutsaydım beklemezdim düş bozumu, hayalet gemileri. Ellerimi çamurlarla kaplayıp öz suyunla yıkanmazdım üçe beş kala...
Ellerim ağrılı, mevsim güz..
Tenimdeki tuz yağmur emaneti.
Bu sabah.. Vapurun taşıdığı bedenim dillenmiyor dalgalı anılarımdan, ceset gibi yıkıldım.
Öykü yazmak zor, ama iki kelimeyle başlıyor, sen. ben.
Yolculuklar yakıştırırım yeşerik parmak uçlarına düşlerinin..
Sızın damlıyor kirpiklerime..
Pranga.
Metal tadı, soğuk kadın imgeleri, gölgenden sapacak sokak yok bu akşam...
Yorma beni,
Susma...
Sessizliğin, gümüş hançer...

9 Ekim 2009

"..bir göl gezintisine çıkmıştır/ kelebek ölülerinden bir ırmakta..."

Kovulmuşken hayatın bir yerinden
Yalnızken, umarsızken
Öfkeni dillendirecek bir eylem ararken kendine
Diyelim gecelerin o tekin olmayan serüveninde
Paranoya kıvamında ilişkiler yaşarken
İmtiyazsız karanlıkların suçlu zevklerine
Yasağın büyüsüne, hayatın ve gündüzün
Öte - yüzüne sığınırken
Ve intihar manifestosu gibiyken bütün duyarlıkların
Ansızın bir dize gelip takılır diline
Bir can simidi gibi en kurtarıcı keyfiyle
Bir zaman seninle kalır, yanıbaşında,
Zaman içersinde yer değiştiresin
Diye kendisiyle bir gönül erincini,
en düpedüz anlamıyla yaratmak eylemini
Yaşarsın bir dizenin dizlerinde
Sonra uzaklaşır senden,
Gözden kaybolur
Büyümüş, çoğalmış bir şiirin derinliklerinde
Ne senledir oysa, hep senledir oysa
Gecelerin ötesi dediğin şey
Kendin için yaşadığın sinema

M.M

7 Ekim 2009

serinliği.


Dön diyememem sulardandır... Akşam güneşi gerdanından doğarken, kirpiklerimle sevişen rüzgâra emanet dalga dalga heyecanı gecenin...
Üçe epey vardı, kamçılı yalnızlığımın avucumda kök salan sürgün tellerinde öleyazan kan-dır, rengim...
Sol omzumda ağırlaşan dudak izli uyuşukluk, renk sıyrılmasına hasta... Refakatçim göz pınarlarımdaki yağmur olsun...
Sokaklardan akmamış dudağıma değen kızıl şerbeti cansunun...
Gamzesiz bahar gelmez.
Güzümün donuk olduğu yanda sandık kokusu bu akşam...
Kasımpatılar arasından üflüyorum gecenin yıldızlarına.. Yastık iziyle ilerlediğimiz haritaya bir de kimliğimi ekliyorum; kızıl düş, yaldızsız öpüş, gökkuşağı...
Kanat çırpmayan özgürlükle doluyor ciğerim, gözlerim kapanıyor mayıs esintisi dolunaylara... İşaret parmağımın ucunda gezen menekşe kokusuyla kadifeleniyor dişi mevsimlerim...
Ve bir dans şimdi, senden imzalı tebessüm, dudak kenarı, şiir dizesi derbederliğim...
Tutamadığım kalemlere saklıyorum uğuldayan varlığını iklimlerimin. Seni sayıklayan renkleri katıyorum adımlarıma...
Ah geçmiyor kahve kokusu, şarap kızılı, bir de serinliği özleminin...

3 Ekim 2009



Derman değilim güneşsiz yaz sonralarına...
Yağmurla katmerlenen dalgalarımdan doğuruyorum yediveren düşlerini ve kalem kırdığım gece nöbetlerinden öpüşler taşıyorum delik ceplerimde...
Yıldızlarla oyaladığım saçlarıma değen nakış göz, kahve kokusu, biraz deniz tuzu...
Sarmaşık alevlendirdiğim bahar, tenimin döngüsü, mevsim ortası... Parmaklarım toprak, saat dokuzu itekliyor, silkeliyorum eteklerime sarılan kumral tozunu hasretinin...
Yastığından kaldırdığım saçlarım, köprücük kemiğinin yuvasındaki sıcaklığa sokulur... Dokunur eflâtun düş, mavi gök, kurşunî ağırlığı gitmelerin...
Bileğimde yolculuğu bekleyen biletlerle, ağrılı vedalar, omzumu açıkta gören avuçlarının derin su sesi...