30 Ekim 2012

"Ey suları usul usul yükselen deniz
 İçimiz damar damar parçalansa da
 Dışımız lâl gibi sessiz..."

28 Ekim 2012

yudum yudum, damla damla...*

Zamanın akmadığı yerde, günün renkleri değişiyor.
Perdeleri aralayacak bir şeyleri ararken, fonda hep aynı şarkı çalıyor.
Örtünmemekte direnen yanımın ne farkı var kendini kapatmayan umut çiçeğinden..
Zaman, yaralı.
Zaman, hızlı.
Zaman, ağır aksak.
Zaman, hırsız.
Zaman, bağışlayıcı.
Zaman, gündüz açan.
Zaman, gece asla kapanmayan.
Zaman, kendini tüketmeyen bir pazarda.
Zaman, kaçıncı perdede.
Zaman, üçte.
Zaman, ikimizin arasındaki doğrusu yitmiş sonsuzlukta..

25 Ekim 2012

26.01.


"Değil, unutulur şey değil
Çaresiz geliyor aklıma.."

23 Ekim 2012

dem

Birbirine sokuluyor bulutlar, uzun bir yasın başındalar. Bir damla bırakana katılacak diğerlerinin tutmak için kendilerini zorladıkları yaşları. Uğurlayacaklar son yazı, şehri yıkayıp paklayacaklar, hazırlayacaklar sonbahara. Bu şehrin huyu bu, kavruk yaz renklerinden, gelin çiçeklerinden sonra anlaşamadığı şeyler oluyor. Oysa deniz, yağmuruna kavuşmayı bekler içimizde, ama burada işler başka. Bulutlar azıcık ağlasalar, şehir birbirine karışıyor, her işi olumsuz gidiyor şehir insanının. Hani şu, günde birkaç aspirin, ağrı kesici, vitamin alan ve h harfi yutan rahat şehir insanlarından* bahsediyorum. N'aber?'in cevabı bu işte. Yağmurla yıkanınca sokaklarının tenhalaştığını ve duştan çıkan bir kadının aynaları buğulandırışına benzediğini görmüyorlar ya, ben en çok ona kırılıyorum.

Sonbaharın ikinci gelişi bu. Oraya erken geldi, buraya biraz gecikmeli. Geç bir yazın son fuşyasına yetişemediysem de kızaran yaprakların döne dolaşa suya uçuşunu yakalarım gibi.
Yeşil bir su değil buradaki, oradakinden biraz büyük ölçekli, en büyük birikintilerden biraz ufak, ismimizi karşılamaya yetecek bir mavilik..

Telefonlar var bu mevsim karşılama törenine yetişecek; uzak yakınlık.*
Ulaşamadığımın telâfisi gibi; eve dönenler..
Biz; eve dönenler. Aynı eve dönenler. Birlikte büyüyenler. Büyüdüğünü sanıp elbette ki karşılıklı bilinen sokak köşelerinde buluşanlar. Kediler.
Kedili şehirlerin çocukları. Büyüseler de büyümeseler de bir suya, ortak kaleme alınan anılar düşürenler.
Oynanılan oyunları anımsayamamanın değil, bir aralıkta birbirini bulmanın yarı buruk mutluluğuna kapılanlar.
Anne kokusunu duymaya gelip, bulutları dürtenler.

Gözlerimiz, yo hayır kalbimiz, belki de her şeyimiz..; artık sonbahar.

9 Ekim 2012

yüzün, gündüzün..*

"Neyin özlemini çekiyorsun? Seni hasretle yanıp tutuşturan şey ne?"
Vücudun tüm salınımını ve diriliğini borçlu olduğun şeyin özlem olmasını Pina Bausch sürekli bu soruyu sorarak hatırlatırmış. Senin bedenine ayın hangi hali düşüyor bu aralar.. 
Hangi müziklerin kıyısından sallıyorsun oltanı..
Sonbaharı aşan bir şeylerden bahsettiler. Kızaran yaprakları aşan bir özlemdir belki iki köprücük kemiğimin tam ortasına düşen yaprak çiziği.. Senin köprücüklerinden hangi mevsim yürüyor.. Ben hep bordoyu düşünüyorum. Gri; yağmurlu, belki de haklı olarak karlı.. Bugün izlediğim filmde devasa bir kayaya çarpan suya da yakışıyordu. Ve Ortaçgil'in yaklaşık iki sene kadar önceki bir sohbetinin kıyısından denizin sesi duyuluyordu. Vapur seslerini düşündüm, zamanında çığlıklarıyla günleri başlattığım martıların kanat aralıklarına düşen fümeyi..  Sen hangi kuşlarla uyanıyorsun göç mevsimi dayanmadan yurt geneline..
Bu aralar insanlar büyüyor. Geçen senenin bu seneden farkı neydi bunu kavrayamadan bir sonrakine varıyoruz. Fark etmedim iki ardışık sayı düşmüş nefes aldığımız yıl hanemize. Yaşlandıkça jestleri, mimikleri mi azalıyor insanların, seslerimi daralıyor, kelimeleri mi kendilerini tasarrufa sokuyorlar, bilmiyorum ama uzaktan fark ediliyor gülmediğin. İfadelerin zayıflıyor galiba, ya da çok takılır oluyorsun sahici mutluluklarında çizilen resimlere. Sen neler yapıyorsun. Ben kahvaltılarını özlüyorum. Minik kırmızı kareli örtüler düşlüyorum, kenarları püsküllü olsun diyorum, ellerim örüyor hemen salkım saçak ne bulsa.. Utandığımda uğraşacak şeylere ihtiyacım oluyor. Mutfağın bir köşesinde portakal ağaçlarına bakan bir pencere olsun istiyorum. Fıstık yeşili saksılarda ismini bilmediğim küçük ve renkli çiçekler yetişsin diye, daha çok; sulamayı unuttuğumda dudak kıvrımların değişsin diye.. Ne zaman sıcak bir şey içsem, içime akıyor sesin. Bu aralar televizyonda kimi görsem sana benzetmeye kalkıyorum, olmuyor. Televizyon izlemeyi de beceremiyorum. 
Bir kursa başlamaya karar verdim, birkaç kadeh bir şey içtiğim bir yerde dünyanın öbür ucuna gitmek için çekiliş kuponu doldurdum, bayram için denize doğru bilet aldım, eve. Dönerken boyoz getirmeye karar verdim. Buradaki komşularımla tabaklar boşalmasın oyunu oynuyoruz. Sen neler yapıyorsun.. Benim zeytinli poğaça gördükçe gözlerim doluyor..
Bazı geceler sabaha varmasın istiyorum, sabaha sadece büyükler dayanabiliyor sanırım..
Uykusuz geçen gecelerin rüyasız olması belki huzurlu gelen kısmı.. Sen uyuyabiliyor musun, rüyasız ama sarman sıcaklığında...
Uyumanı istiyorum, gecenin yanağından kaymasını, sabahın toplu taşıma araçlarının gürültüsüyle değil de piyano sesiyle başlamasını..
İyi olsan... 


http://fizy.com/#s/123yi5

6 Ekim 2012

kırıntıları yerleştirdiğin yerden..

 Başka türlü mevsimlerin baş dönmesinde bir hare miyiz, 
eylül şiirlerinin hangi dizesinden ekim doğuran yerdeyiz,
toparlanıp gitti mi, başucumuzda ninnide mi..
Tarçından karanfile yuvarlanan kokuda, 
biliyorsun ya; 
bize en yakın renkteyiz...