23 Ekim 2012

dem

Birbirine sokuluyor bulutlar, uzun bir yasın başındalar. Bir damla bırakana katılacak diğerlerinin tutmak için kendilerini zorladıkları yaşları. Uğurlayacaklar son yazı, şehri yıkayıp paklayacaklar, hazırlayacaklar sonbahara. Bu şehrin huyu bu, kavruk yaz renklerinden, gelin çiçeklerinden sonra anlaşamadığı şeyler oluyor. Oysa deniz, yağmuruna kavuşmayı bekler içimizde, ama burada işler başka. Bulutlar azıcık ağlasalar, şehir birbirine karışıyor, her işi olumsuz gidiyor şehir insanının. Hani şu, günde birkaç aspirin, ağrı kesici, vitamin alan ve h harfi yutan rahat şehir insanlarından* bahsediyorum. N'aber?'in cevabı bu işte. Yağmurla yıkanınca sokaklarının tenhalaştığını ve duştan çıkan bir kadının aynaları buğulandırışına benzediğini görmüyorlar ya, ben en çok ona kırılıyorum.

Sonbaharın ikinci gelişi bu. Oraya erken geldi, buraya biraz gecikmeli. Geç bir yazın son fuşyasına yetişemediysem de kızaran yaprakların döne dolaşa suya uçuşunu yakalarım gibi.
Yeşil bir su değil buradaki, oradakinden biraz büyük ölçekli, en büyük birikintilerden biraz ufak, ismimizi karşılamaya yetecek bir mavilik..

Telefonlar var bu mevsim karşılama törenine yetişecek; uzak yakınlık.*
Ulaşamadığımın telâfisi gibi; eve dönenler..
Biz; eve dönenler. Aynı eve dönenler. Birlikte büyüyenler. Büyüdüğünü sanıp elbette ki karşılıklı bilinen sokak köşelerinde buluşanlar. Kediler.
Kedili şehirlerin çocukları. Büyüseler de büyümeseler de bir suya, ortak kaleme alınan anılar düşürenler.
Oynanılan oyunları anımsayamamanın değil, bir aralıkta birbirini bulmanın yarı buruk mutluluğuna kapılanlar.
Anne kokusunu duymaya gelip, bulutları dürtenler.

Gözlerimiz, yo hayır kalbimiz, belki de her şeyimiz..; artık sonbahar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder