Avuçlarımızı dolduran papatyalardan birini kitap ayracı yapıp, bir sayfadan ötekine uyuyakalışlarımızı sıkıştırmak istiyorum ama papatyalar uzakta, bahar fazla nazlı.
Ne yorucu kış, nasıl da bitmiyor.
Bir yanım, üzerime yapışıp kalan ürpertiyi ısındırma çabasında, ötekisi bir an önce soyunup yüklerini atma telâşında.
Sevdiğim renklerle oynamak, akrep yelkovan kovalamadan yavaşlamak, pencereleri açmak, elime yüzüme akordeon melodileri bulaştırmak istiyorum.
Mayhoş meyve kokuları, gece çiçekleri, doygun uykusuzluklar, kendimize ait uyanışlar...
Kendimden bu uzak düşüş, ağdalı bir çaresizlik yaratıyor salıyla çarşamba, çarşambayla perşembe arasında.
Bu altmışlık tik tak'lar arasında sıkışmış, öldüre öldüre öldüğümüz zamanlar -katlimiz- paslandırıyor içimi.
Eski bir çocuk parkının gıcırdayarak iç yırtan salıncağındayız da inemiyormuşuz gibi.
Buraya saplanınca da, kumlu sahillere hiç ayak basamayacakmışız hissi yerleşikliklik kazanıyor.
Zamanı durdurmaya, yeni şarkılar bulmaya, ısınmaya, zihnimde çakırkeyif bir berraklığa, dudağımda sevdiğim bir tada, yalın ayaklığa, güneşi kendimden doğurmaya ihtiyacım var.
Ferah odalara, boş sokaklara, paylaşmak zorunda kalmayacağımız rüzgârlara, takvimsizliğe, saatsizliğe, -meli -malı'ları kovmaya...
Çarşafları değiştirelim ve kayısıdan şeftaliye yuvarlanan bir gökyüzünün altında sadece durup yaprakların tül perdelerdeki gölge dansını izleyelim.
Başka hiçbir şeye gücümü yettiresim yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder