Kahve fincanının ağzındaki o kırılmış seramik parçasında ya da ince bellisinin tam da o bel oyuntusunda olmak istediğim insanlar var benim. Çok konuşarak anlatılan şeylerin dinleyicisi ya da uzun uzun susarak anlaşılan şeylerin sessizliği olma isteğim..
Şehirlerde rüzgârın devirdiği ilan panolarının altında kalan birkaç sonbahar yaprağından hikâyeler anlatabilecek olan dostlar edinmişliğim var, iyi ki. Ama anlatmıyorlar. Belki de birkaç basamaklı, renkli duvarları olan birkaç odanın arasında bırakmak daha az riskliydi o aramızdaki şeyin korunma paketi kapsamında. Korku mu? Romantiklerin korktuğu şeyleri affedebiliyorum hayatta, niye öyle.. Belki benzer yollar çizebildiğimiz bir şarkı hatrına, ya da yaprakları sararmış defterlerimiz arasında taşıdığımız o tek dize uğruna...
Bir cesaret beklentim yok, akışında sevgiler dışında.. Yürümeye cesaret etmeleri yetiyor. Uzun sahiller, uzun bozkırlar, uzun tren yolları boyunca. Dinlendikleri o ıslak ve çürümüş ahşap bankları veya kızgın demirlerine parmak ucu değdirmeyi denedikleri bankları, evet o çirkin belediye bankları olmak istediğim insanlar var.
Bir gece sabahına koşarken kirpiklerini yıkadıkları şarkıyı üflemelerini istediğim insanlar..
Ağızdan ağıza bir bira şişesinin en çok nefes değmiş köşesinde beklediklerim..
Birlikte bir şeyler içerek konuşmak istediğim ve bir şeyler içerek karşılıklı susmak istediğim insanlar.
Hikâye yolunu bulur.., buluyor.., bulamadığında şaraplar konuşur...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder