Yüzüm karışıyor hatlarına...
Perçemlerinin gölgelediği engin deniz hayalini öpüyorum, gece seni koynuna almaya hazırlanırken...
Seviştiğin rüzgârlardan güvercin tüyleri saçılıyor...
Kaldırım kenarlarında parçalanan dizlerimi denize değdirirken, kadife parmaklarınla birleştirdiğin dudaklarımda kuru nefesim, cenazesi yapılan soluk oldu...
Kumlara yazmaya çalıştığım bu hikâye, masal oldu...
Savurduğun telaşlı ruhunu gölgeleyen zeytin ağaçlarının ardında, dünü bulmaya çabalıyorum karanlıkları kazarak...
Mavi amber düşlerinin ortasında zümrütle yıkanıyorum.
Yol kenarında bıraktığım gelecekte doğum yerim bile karalanmış...
Şafaksız günlerde, samyeline tutuşturdum saçlarımı. Sağanak gibi gözyaşlarını içiyorum, kadeh kadeh sarhoş oluyorum elinden düşen kalemin yere varış hızıyla... Ayaklarının altında uzanan toprak, şehvetle uyanıyor, gerinen dağların eteklerinde dans ettiğimiz hür mavilikler yosma bir öpüşe minnet...
Kelimelerin köklendiği varlığının cazibesi avuçlarımdan akıyor.
Kitab-ı Mukaddes gibi kutsallıkla yıkanmış heykelin, açık pencelerden dolan gün ışığyla soyunuyor.
Dua gibi parmakların, çizimsiz binalara gebe...
Zor inen akşam, fahişe gibi anlık tatminlerle bizi terk eden gece ve ellerin işte... Nazlanan şehvetinden yıldızlar taşıyor...
Tenimde kuruyan tuz ve gerdanına suyunla yapışan saçlarım birleşiyor.
Akıyor yüzün.. Rimelin örttüğü kirpiklerime dayanan üç...
Gözlerimin çarptığı manzarada, kök salmış dişi cinsiyetiyle bedenine tapan kadın dans ediyor, ruhu teninden akarken müzik sustu...
Yüzünün coğrafyası, haritasız iklimler...
Hüznünden doğup, ölümünle büyüyorum, sana........... olarak ölüyorum...
Kırmızı kemerli eteğin geliyor aklıma ve yunan tanrıçalarını andıran kollarından akan mürekkep...
Gölgende sancıyorum...
masalsın biliyorum...
muammanla ateşe yürüyorum...
pervanen...
ölüyorum...
**fotoğraf: Persona/ Ingmar Bergman
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder