18 Mayıs 2009

pervasız*



Yanlış olan neydi, bilmiyorum...
Dönmedolabın, bulutlara en yakın olan noktasında bekliyorum seni, güneşi gözlerime kat diye...
Zorlukla aldığım nefes, ritimsiz kalp atışlarımla birleşmiyor... Avuçlarımdaki nemde, nilüferler yüzmüyor.
Esir coğrafyamda, özgürlük çığlıkları atan beyazlığın loşluklara adım atıyor... Beklediğim Aşiyan havasında kareleşen manzaralar, dökülmez oldu...

Bir kaç güneş dilimi öncesinde ezber ettiğim şiir kanlarını, sakladığım küf kokulu sandıklardan çıkaramıyorum. Işıltısı oksitlenmiş halkaları döndürdüğüm parmaklarım, bir sedef gülücüğün peşinde, İzmir kederinden miras...
O zamanlar rüzgâr nereden eserdi, unuttum ama bankların ahşap yaşanmışlığında yüzerdik ve deniz bize sırrını, sevgilinin aşığına sunduğu gümüş tepsi gibi şehvetle, dile getiremediğimiz tenimizin ardından, varlığımızı yoklayan vaadlerimizi sunardı...
O zamanlar sular mavi, balıklar kırmızıydı...
Körfez alkol kokardı, bir Ege İncisi'nin gerdanından, köprücük kemiklerini okşayarak geçen imbata nazır...

Bazen kalem yazmaz ve o zaman diyar-ı düş yağmurun nakaratına takılır...

İskelelerden yükselen engin sahibiyeti kentin, kimliğini silen bir gelecek gibi hazır ola durur uykularının başucunda...

Sevdiğin renkleri yapıştırdığın gökkuşağı, çocukluğundan kalma şımarıklığa, kadınlığın sindirdiği masumiyetle perçinlenen bir ılıklık olarak yerleşir...
Akasyalar altında öptüğün gençliğin, derin uçurumların bir kaç adım gerisinde ismini bağırıyor, yankısı olmayan sular üzerinde sevişerek...



Ellerimin yorgunluğunda uyuduğum uykularsın... Çalakalem bir itiraf ve gizlenemeyen güneşi, dört mevsimimin... İkliminin, kuru ve soğuk somutluğu dokunurken usuldan kuytularıma, Ankara artık sorguya davet etmiyor günahkâr benliğimi...
Havasız odalarda açtırdığım karanfillerin hareli kızılında bir derin tarçın kokusu şimdi öleyazan diriliğim...

Bekledim seni, sabırsız kızarıklığımda boyadığım güneş, gün batımında teslim ediyor bedenini vâkur erguvana...

Oya gibi işlediğin suçlarının dosyası, çınar ağaçlarının gövdesi gibi yıllanmış.
Şah damarımı kabartan nabzın, Akdeniz'in kavuniçi baharlarında dakika sayıyor...
Özlüyorum, şaha kalkmış, pervasız çizimlerini belleğinin odalarının, ve savurgan saçlarını gerdanına yazdıkları kemiklerden yansıyan imzaları...
Kimliksiz, sebepsiz ve davetkâr...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder