Çığlık çığlığa…
İçimde hazır ola durmuş kâbuslar, göz kapaklarıma değip, geri çekiliyor. Kirpiklerimden taşan koyu bulantıdan gözyaşı çıkmıyor. Alev alev gözbebeklerim rengi yitmiş güz yapraklarına selam çakıyor…
Korkuyorum…
Hiç gökkuşaksız kaldın mı, teninden yağmurlar döküldükten sonra… Benim düşlerim yumuşaklığı hissedilmeyen pamuk helvaların gölgesi gibiydi.
Uykularım bıçak yarası gibi… Bileklerimi kanatan afların kirli çukurunda saçlarımdan merdivenler öremiyorum. Makas izleri gülüyor siluetime.
Susuz denizler gibi şimdi sahil manzaraları… Limansız kentlerin çocuklarının gözyaşları temizlemiyor, kirlettiğimiz sokaklarını tenin…
Kese kağıdı delindi. Çileksiz bahar, portakalsız kış, kirazsız yaz… Tükenen biletler gibi şimdi, dudaklarımın çatlaklarının arasından dökülen şarkılar.
Karaladım; uğruna ormanlar yok edilmiş aşk mektuplarını.
Biliyorum dâhil değil.
Sokak lambaları hasta. Rutubetli ışık, sorguya hazırlanıyor, plastik pudralı eldivenlerini takarak. Köşe başında bir kırık mahalle kavgası. Gülcan Ahmet’i seviyor. Duvarların sağırlaştırdığı bülbüllerle beraber şafak yüz kırk üç.
Koltukları parçalanmış belediye otobüsünde bugün kasları gül dövmeli bir ağır ağbi oturuyor. Alnının izini çıkarttığı camlar, tozlu gar sahneleri…
Küfürbaz gecelerin, kanlı çarşaflarında derme çatma kırıntılar; biraz ölüm biraz cinayet…
Kan kustu.
İçimi boşaltamadım. “Her şeyi aldım”, dedi. Kalmış bir şey. Mide bulandırıyor. “Son kez”, diyor.
Çığlık…-sız…
Elmacık kemiklerime inen darbe, sarı…
Paslanmış metal, süt beyazına karışan…
Biraz anne, biraz bebek kokusu sonra inşaat artıkları…
Gazete kupürlerinde ‘orospu’ yazıyor. Osman Ağbi vermiş. Pezevenk.
Işık geçirmez sahnelerde yıldız.
Aysız gecelerde İzmir Körfezi kusarak yatıştırıyor ayazı. Ten terli. Ter ölü. Ölü koktu. Durulmuyor.
İç bile sızlatmayan bir kaldırım hikâyesi bu.
Eteklerinden tutku damlayan kadın, yeşil kısa eteğinin altından…
Sokaklar inledi.
Yosma bir şehir bu.
Limansız kent.
İz bırakmaya yüzü kızaran bir cüretkâr.
Tutkunduk.
Köpek gibi gurursuzduk.
Kordonda alkol kokusuna, ten kokusunu karıştırırdık.
Deli mavi.
Uslanmadık.
Yosunduk, balıktık, suyduk.
Kadındık.
Yosma…
Sürmeli bakışlara gömdüğümüz çocukluk; dönmedolap, balerin…
Sahi balerin eteğine de bindin mi sen?
Meşhurdur buraların havası, kızı…
Basmane’de sıvaları akmış bir pansiyon odasında suyunu verdin mi hiç?...
Kitapsız aşklardık.
Aşık olamadık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder