15 Eylül 2009

eylülün aşk hali*


İçimde filizlenen kelebek kanatlanışı, uykularının en yeşerik anından tebessüm... Üzerime bir şal gibi attığım bu güz yağmurlarındaki bekleyiş, avuçlarından akan sıcaklığa hasret...
Altına sığamayıp kenara attığımız şemsiyenin, rüzgâr tokadı yemiş telleri gibi yalnızlık. Yalnızlığım, kırık dökük...
Akşam güneşi perişan, deniz fenerlerinden ırak...
Gönlümü çelmeyen sokakların çocuk gülüşünden bilyeler topluyorum... Havanın ışıklarını söndürdüğü saatler, taze biçilmiş çimen kokusu başlangıçlarım...
Gözlerime uzun süredir değmeyen denizi aşırıyorum, işaret parmağımın ucundan göz kapaklarıma.., durak; uyku saklayan kirpiklerim...
Çoğu kez sesini dinliyorum kalabalığın ve pek çok kez bulamıyorum masalını kaybeden çocuğu, aya uçmuştur belki görünmeyen yazda...
Garın önünden geçmiyorum nicedir, o eylül akşamını takıyor saçıma, bir de uçuşan etekleriyle ilk aşkı...
Sinema salonlarından taşan kalabalık görünmüyor, gündüz rengi kahve kokusuna.. Gitmez oldum sevdiğim, saklayıp sana göstermek için can attığım sinema biletli salonlara...
Yarınımın broşunu düşürdüğüm salonla, boynundan küpemi bıraktığım salonu öpüştürüyorum düş sokaklarında... Fiyat soruyorlar bir iki parça yitik öpüşüme; sahibinden aşka kiralık...
Bir de ölümler var, hazan..; rengi ebruli ölümün...
Kuş ölümleri acıtıyor bakışımın değmediği toprağını tenimin... Sulamaz oldum gece bitkilerini, sabah olmayan mevsimlerde...
İklim iklim döndürüyorum şimdi rüzgâr güllerini heyecanımın...
Camı öpen kaşık sesinde arıyorum sıcak çay şefkatini... Şiirsiz uyuyamadığım gecelerde, heykel çizgilerini sayıyorum... Kelimesiz romanlar gibi derin varlığın, sessizliğin, bahar senfonisi...
Nane, buram buram.., damağımda limon, dudağımda adın var... Müziksiz konserler gibi sayıklıyorum adını... İki hecelik destan...
Usulca bırakıyorum yıldızını gecenin, o unutulmaz yazdan...
Yazlar yıldız alacası, söz ver yine o eylül akşamından...
Seni ...

1 yorum:

  1. eski zaman aşk masallarından bulabileceğimiz her duyguyu, herşeyin çoğulçoğulunun arzu nesnesi olduğu post-fordist çağımıza uygun düşen şekilde dilinizi-imgenizi oluşturarak güzel bir ayrılma-kavuşamama yazısı yazmışsınız. Bu açıdan eski zamana dönük duygusal bağlılığınızı zamanımızın biçemine sokmakta son derece başarılı ama mon'o'ist algı egemenliğinin 100 yıl önceki politik-kültürel yenilgisi ile bağdaşmayan bir anlatı oluşturmuşsunuz.Sanırım bu zamanın (ve gelecek olanın) hikayesinde Aristokrasi ve Modernizmin düşünsel dayatmalarına sırt çevirmeli, zorba ile budanın 'birleşmiş' haline yer açmalı. Binlerce yılın oluşturduğu 'yükü' taşımak; insanı, nietzsche nin develik metaforuna örnek kılar. Tanrı gibi,Kral gibi, Baba gibi 'tek' sevgi(li)lerin, krallar çağı akıbetine uğraması ve sanatın insanı 'çocuğa' dönüştürmede 'zanlı' olması dileğiyle..

    YanıtlaSil