14 Aralık 2014

sarı ışık sızan evlerde'n


Tanıştığımız yerde güzel ağaçlar hatırlıyorum. Genzimizden akıttığımız sonsuz ve coşkun bir su. Çubuk krakerimizi nereden aldığımızı hatırlamıyorum, ama dünyada hastaneye bakıp da güzel olan nadir yerlerden biriydi. Bir bayırı koşarak çıkardık her kırk dakikada bir. Senin hiç arkadaş olamadığını söylediğin o kızla salkım söğüt yıkamıştık bir keresinde. Söğüt Dede. Evet böyle bir ismi vardı. Karıncaların ağaçta yürümesi korkunç bir şeydi o zaman ve biz sahip olduğumuz her şey çok temiz olsun istiyorduk. 
Sahip olduğumuz her şey çok temiz olsun.
Değişmeyen bir sürü şey görüyorum şimdi yer edinemeyip de kenarına ilişmeye çalıştığım şu dünya parçası üzerinde. 
Yıkayamadığım kirleri var bazı şeylerin. Yıkayıp da akıtamadığım. Ama hep temiz olsun istediğim.
Uzun uzun susardım.
Uzun uzun susuyorum.
Baktığım bir çift göz beni o ağaçların arasına götürüyor mu emin değilim, ama hâlâ benim kaçtığım rüyalarla senin bilimkurgu senaryolarının kesiştiği bir yer var, ve muhtemel ki on bir yaşında.
Yanındayken büyümemi engelleyen bir şey var. Oysa temizleyemediğim bir sürü şey arasında öyle yaşlanıyorum ki..
Mutsuz olduğumu söylemem incitiyor bir şeyleri, bunu görebiliyorum. Ağaçları olmasa da gölgelerini seziyorum bakışında. "Deme öyle..." deyişinde hışırtısı var yaprakların. Bir güz öğleden sonrası gibi masaya dökülenlerin sesleri. Dürüstçe susma, dürüstçe konuşma çabamın arkasından illa ki bir mutsuzluk bırakmam aramızdaki mesafede kalp kırıyor. Yapacak bir şeyim olsa, böylesini tercih etmezdim. Büyümeyi etmeyeceğim gibi. Yaşlanmayı, çürümeyi. Suskunken sesimi tamamen yitirmeyi. Bir şeyleri gönlümce, dolu dolu, "şunu istiyorum" diyememem de hissediyorsun ya, büyük bir kayıptan. Hiçbir şeyin fark etmediği bu yere sen taşıma kendini. Bir şeyleri arzu etmek sağlıklı bir şey. Ve ben pek sağlıklı sayılmam. Yine de yanındayken hissettirmemeye gayret ettiğim bir on beş yıl var. İç geçirdiğin onlarca anın ardında ne aramam gerektiğini bilmiyorum. Sadece yaşayan bir şeyler olduğunu kestiriyorum, belki de buna inanmak istiyorum. Benim ölülerim ve senin yaşattıkların. Kaçtığın konularla baskınlar düzenlemek istemiyorum kalbine. Bunu yapmayı sevmem. Bazı perdeler kendiliğinden açılır, bazısı bir ömür öyle kalır. Tozlanması gerekiyorsa tozlanır. Belki de böyle olmamalıdır. Ben yolunu bilmiyorumdur. Bilmek istemiyorumdur ya da. Veya nasıl ki sen cevabımın olmadığı soruları sormuyorsan ben de zaten yitik olan kelimelerimin sakatlığıyla engelli bir koşuya çıkmayı gereksiz buluyorumdur. 
Sevdiğim şeyler var. Söylemesem de.
Bazı şeyleri açık açık söylemeyi sevmiyorum.
Ama sevdiğim bir ülkenin adını söyledim.
Bir deseni nasıl boyamam gerektiğini sordum.
Ve iyi hissettiğim yerlerde bulunmak, hissetmediklerime nazaran daha kolay "evet" dedirtiyor.
Neye evet. Yeni bir güne evet.
Beni iyi hissettirmek için yaptıklarının kıyısından, iyi niyetine evet.
On bir yaşıma evet.
Susmaya evet.
Konuşacak bir şeylerim vardı.
Gelirken yolda kaybettim.
Çünkü vapurlar şişman iç sıkıntıları için fazla güzeldi.
Ağaçlı bir şeyler hatırlıyorum. 
Onları sen de unutma.
Ve kolun, hem çocukluk bahçelerindeki, hem Gezi'deki, hem de hayatın nefesindeki bütün ağaçların kök salması için elverişli görünüyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder