26 Nisan 2019
üç boyu
Bir eve kadar gittim geldim, ve sanki bunun üzerinden iki gün değil aylar geçti. Düşün otogardaki o gecenin üzerinden kimbilir kaç bin zaman geçti.
Zamanın görecesi bazen canımı sıkıyor, bazen içime buruk, kıvrık, kavruk bir "alışamama" koyuyor; çocukluğumdaki yaz tatillerine benzer. Sanki asla bitmeyecekmiş gibi birbiri ardına günler ve yanında bulunduğum insanların belirlediği kuralların arasında bir bütün gün sadece tek bir telefon beklemek.
Anneannemle öyle değildi tabii, anneannemle zaten hayat böyle bir yer değildi. Kısa bir cennet tasviriydi sanırım, kıymetini bilemediğim. Sanki o bugünlere gelebilseydi, bunca çirkinlik yakamıza yapışıp kalmazdı. Belki yine kalırdı ama içimizin tavşankulakları yumuşaklığını muhafaza edebilirdi bu olan onca şeye rağmen. Etmese bile gözümüzün yaşını silerdi yani, o kesin.
Zaman, uzun mektupların içinden taşıyor. Zaman boşaldıkça çok yalnızlaştırıyor, yalnızlaştıkça kek kalıpları doldurtuyor, kilometreler yürütüyor, ilkokuldan kalma parmak nasırımı dürtüyor o sayfadan bu sayfaya.
Kısa gibi görünen bu kocaman üç haftada ne Ahmet Abi ne de biz güldük. Bol bol dövüşüldü, sövüldü, içimize koca koca taşlar oturdu, flamingolar vuruldu.
Bu üç haftada cemrelerin düştüğünü, Kırlangıç Fırtınası'nın, Kuğu Fırtınası'nın ve bilmediğim diğer fırtınaların geçtiğini, ipekböceklerinin yumurtadan çıktığını ve serçelerin yavrulama zamanının geldiğini henüz fark edeceğimiz bir hava değişimi yaşadık. Galiba bu sefer gerçekten geldi "gökyüzünün en sevdiğim renkleri" ve toprağı avuçlama günleri.
Bu üç haftada dolar 5,9'u gördü mesela, marketten biraz daha bir şey alamadık. Ama hüsnüyusuflar çıkmış, frezyalar ufaktan kaçıyor çiçekçi teyzelerin plastik kovalarından. Bir de bilmediğim bir çiçek gelmiş, hoşuma gitti; zaman zaman içimin dışıma vuran sessizliğine, mutluluğa meyleden yumuşak dinginliğine benzettim. Mayıs maaşı çiçeği olarak onu seçtim. Eve de iki bebek yeşillik diktim. Kısmetse uzun mevsimler birlikte yaşamayı diledim.
Bu üç haftada bütün renkleri kendim seçtim. Döne döne aynı şarkıları dinledim. Yeni hiçbir şey yapmamaya ant içmiş gibiydim.
Şimdi mayısa doğru yuvarlanıyor içimde uzun uzun kıpırtısız kalmış taşlar. Çilekler tatlanıyor, evlerin pencereleri uzun uzun saatler açık kalıyor, kediler bebelerini doğurup her dakika bizi mucize denilen şeyin ortasında hazırlıksız yakalıyor.
Üç hafta bitiyor.
Çocukluğumun yaz tatilleri gibi.
Hayat gibi.
Teoman'ın ergenliğimizde dediği gibi.
17 Nisan 2019
sakın
Kendini hatırlamak.
İçindeki tüm kadınları.
Geçtiğin yollardaki ayak izlerini,
vapurlardaki seni.
Altını çizdiğin cümlelerin denk düştüğü nabızlarını.
Bıraktığın tatları,
avuçladığın toprakları.
Kendine yazdığın masalları.
Oldurduklarını
ve öldürdüklerini.
Tutkunu, azmini, inadını, yenilgilerini, cesaretini
ve korkaklığını.
İçinde büyüttüğün kız çocuklarını
ve büyütemediklerini.
Susayışlarını hatırla. İsminin öpülmediği yerlerden.
Küçük şaşkınlıklarının nasıl bir mücevher gibi kalbine asılıp kaldığını.
Sözcük sözcük işlediklerini yüzdür zihninin tenine izdüşümünde.
Gecelerce beslediğin vahşiliğini, nasıl bir var oluşla buluşturduğuna bak.
Yılgınlıklarının karşısında savrulan neyin varsa topla, ya da bırak dağılsın her yere.
Dağıl, külün kalsın. Tüm rüzgârlar senin.
Hoyratlığınla nezaketinin kucaklaştığı yerde ne doğurduğuna bak.
Vazgeçişlerinin hangi seçimlerini mayaladığını duy derinden.
İçinde oluk oluk akan hayatın tüm kadınlarısın.
Bazen durup, kendini kendine hatırlatmalısın.
12 Nisan 2019
"..günler karışıyor, insan alışıyor...
Önce evi temizlettim, taze çiçekler aldım. Uzun uzun, yavaş yavaş yürüdüm. Sporu bırakıp bacağıma iyi davranmaya başladım. Söz dinledim ve doktora gittim. Temiz, hafif, bahara yakışan şeyler tüketmeye, erkenden yatağa girmeye gayret eder oldum. Evden metroya müzik dinleyerek, metrodan işe kitap okuyarak gitme rutinime döndüm.Sklamenleri suladım, Melahat'le kapının önünde oturup, biraz okşamalı biraz tırmıklı akşam muhabbetlerimi aksatmadım. Yeni pastalar için heyecanlı tarifler buldum, yarıda kalmış resimli planlarımı yeniden yürürlüğe soktum. Her gün dönüp ne yaptım diye illa ki bir iki satır yazar oldum.
Ve şimdi, bu cumartesi karşısında yapacak hiçbir şeyim yok.
İyisi mi müzik açalım:
..Vapurlar yanaşıyor, içinden sen inmesen de..."
8 Nisan 2019
biz, bizimle,
2013'te olduğu gibi
2013'te ilk kez yaşadığımız gibi
birlikte çalkalanmanın getirdiği dirayet,
delirmekle öfke oklarımızı sivriltmek arasında yaptığımız seçim,
inatla yenik düşmeyen güneşli yanımız
çünkü "illa ki başka bir yarın olmalı" bilgimiz,
hissimiz..
çalkanlanmanın ortasında savrulup da sığındığımız limanlarımız,
kalp evlerimiz,
anlatılmayı bekleyen gecelerimiz, gündüzlerimiz,
e rağmen nefeslerimiz,
bir renge ilk defa bakıyormuşçasına tonlarını keşfedişlerimiz
şaşkınlığımız,
şaşkınlığımızın acıkan karnı, hevesli ısırıkları..
birlikte okumayı sevdiğimiz yazarlar,
yeni kitapların mevsimi,
geç kararan gün flörtleşmeleri.
beklediklerimiz, bekleyenlerimiz,
uykusuzluğumuz, gençliğimiz,
büyüttüklerimiz,
görmek için pervasızlaştıklarımız,
utanmazlıklarımız,
ötesine geçmeden duramayışlarımız.
en bildiğimiz yerden,
bütün bilmediklerimizle..
29 Mart 2019
carpe noctem
Haklısın demiştim gözlerinin içine bakıp, sana duyurmadan.
Daha fazlasıymış.
Bu hem güneş sıcaklığı, hem hafif titreten bir rüzgâr, hem görmediğim bir renk, hem bilmediğim sözcüklerle öylece kalakalma şaşkınlığıymış.
Nerede, nasıl bir bağcıkla bağladığımızı düşünüyorum o kıyıyı bu kıyıya. Bilememekten tedirgin olmuyorum; bu iyi.
Öylece esmek iyi,
hoşuma gidiyor diye dalgalanmak iyi,
deniz olmak iyi,
mavi hep iyi,
sebebi sonuca bağlamaya gerek olmaması iyi,
burada durmak iyi,
burada uçmak iyi,
burası iyi.
Kokusunu sevdiğim akşamlar, tadını sevdiğim geceler, damarımda yürüyen güneşler, şarkılarını kana kana içmeyi özlediğim gök yüzleri. Göğün yüzleri.
Ve şimdi tenime bitişik.
Ve şimdi hiçbir şey daha önemli değil;
iyilikten, sağlıktan, bahardan, kırlardan, tatlardan.
25 Mart 2019
akordeonlu
Avuçlarımızı dolduran papatyalardan birini kitap ayracı yapıp, bir sayfadan ötekine uyuyakalışlarımızı sıkıştırmak istiyorum ama papatyalar uzakta, bahar fazla nazlı.
Ne yorucu kış, nasıl da bitmiyor.
Bir yanım, üzerime yapışıp kalan ürpertiyi ısındırma çabasında, ötekisi bir an önce soyunup yüklerini atma telâşında.
Sevdiğim renklerle oynamak, akrep yelkovan kovalamadan yavaşlamak, pencereleri açmak, elime yüzüme akordeon melodileri bulaştırmak istiyorum.
Mayhoş meyve kokuları, gece çiçekleri, doygun uykusuzluklar, kendimize ait uyanışlar...
Kendimden bu uzak düşüş, ağdalı bir çaresizlik yaratıyor salıyla çarşamba, çarşambayla perşembe arasında.
Bu altmışlık tik tak'lar arasında sıkışmış, öldüre öldüre öldüğümüz zamanlar -katlimiz- paslandırıyor içimi.
Eski bir çocuk parkının gıcırdayarak iç yırtan salıncağındayız da inemiyormuşuz gibi.
Buraya saplanınca da, kumlu sahillere hiç ayak basamayacakmışız hissi yerleşikliklik kazanıyor.
Zamanı durdurmaya, yeni şarkılar bulmaya, ısınmaya, zihnimde çakırkeyif bir berraklığa, dudağımda sevdiğim bir tada, yalın ayaklığa, güneşi kendimden doğurmaya ihtiyacım var.
Ferah odalara, boş sokaklara, paylaşmak zorunda kalmayacağımız rüzgârlara, takvimsizliğe, saatsizliğe, -meli -malı'ları kovmaya...
Çarşafları değiştirelim ve kayısıdan şeftaliye yuvarlanan bir gökyüzünün altında sadece durup yaprakların tül perdelerdeki gölge dansını izleyelim.
Başka hiçbir şeye gücümü yettiresim yok.
21 Mart 2019
ağaçlar, ışıklar, kokular
Uzak bir yerde yaşamak, gün doğumunun renkleriyle yüzümüzü yıkamak, toprağa basa basa yürümek, tatil olsun diye değil, tenimiz alıştığı için yüzmek, bakkala çakkala, Osman Abi'ye pedal çevirmek ve sevdiğim insanların çatkapı "ben geldim" zilleri.
İşte o zaman geldiğinde sarhoş olabiliriz.
Günün her saatine yayılan kahvaltı sofraları kurabiliriz ve
altında uyuyakaldığımız güneş, kimbilir belki de rüyalarımıza evimizin tuzlu ve çimenli kokusunu bırakır.
12 Mart 2019
salıncaklı
Yüzüstü yatıyordum, gözlerimin değdiği en yüksek noktada gökyüzü içine süt akıtılmış bir mavilikti.
Bulutlar ebruli dağılıyordu.
İçinde olduğum beden sanki bir kışı kuşanmamış, kabuğumu sertleştirmemiş gibi geldi o an.
Belki görmediğim bir rüyaya yaklaşmak istediğimden, belki de kapıdaki baharın çatlaklarımdan sızmasına hevesimden, belki de doludizgin yabanıllığımızı bastıran sıkıcı kentliliğimizden kaçmanın yolu gibi geldiğinden..
İzin verdim.
Semt çatılarının üzerinde dans eden güneşi izledim sadece.
Dişlerimizi geçirerek suyunu akıttığımız meyve kokuları ve çıplak ayakla bastığımız taşların tatlı serinliği.
Çok yakışırdı o ana.
İmbatlar sonra. En güzelleri ilk gençliğimize sinen imbatlar..
Sonsuza kadar bakmayı isteyeceğim gökyüzü renkleri var.
O renklerin kendi kokuları, güneşte tene yansımaları, iki teni birbirine karıştırmaları var.
Göz kapaklarıma inen ağırlıktan aldığım bir haz var. Kirpiklerimin arasından karanlığa sızan limon bahçeleri.
Dilimde yürüyüp içimi kamaştıran tatlı ekşi öğleden sonraları.
Kanımın deli aktığı mevsimler, avuçlarıma yerleşen güneşler,
ışığın yayılıp nefesimi okşadığı aralıklar.
Pencerelerden taşırdığım kalp atışları, onları kanatlarıyla tutup yemyeşil yaprak yataklarına usulca bırakan bulutlar var.
Dağılgan ve şekerli.
Mayhoş ve ıslak.
Sıcak ve rüzgârlı.
Şiddetli ve canlı.
Kuralsız ve taşkın.
Aleni ve gizemli.
İçimde ve denizde.
Burada kalalım
-mı biraz?
6 Mart 2019
kimse'm
"Hayatta senden yana yüzüm hep güldü."
Böyle demiş çiçekçi kadın, sevdiği; belli ki canı olmuş diğer kadına.
Ilık rüzgârları beklerken, bahar bahar koktu bu cümle içimde. Uzun uzun baktırdı kendine. Sandıkları açtırdı. Gözümde yaş olsa, akıtırdı. Onun yerine dudağıma eylüllü bir tebessüm kıvırdı koydu.
Cumartesi sabahı yatağımız yerine Taksim dolmuşunu seçtiğimiz delilik gibi zamanları hatırladım. Ezbere bildiğim ara ve arka sokakları ne ara öğrendiğimi düşünürken, yalpalayan neşeli adımlarımızı ve sağa sola fırlattığımız dolu dolu gamsız kahkahalarımıza çarptım. Bir kase kâğıdı badem ezmesiyle akide şekerini ağzımıza tepe tepe, yüzlerce kez arşınladığımız caddenin şimdiki tatsızlığına bakıp, kendime pay biçtim sonra.
Evler, sokaklar, sahiller, ranzalar, tretuvarlar, dökülenler, kokular, uçuşlar, düşüşler, kayıp gidenler, bırakıp gittiklerimiz, korkusuzluklar, cahillikler, bilmişlikler, her şeye varım'lar, gece yarısı midyeleri, cami dibi balık ekmekçiler, beyaz sofralar, yazlıklar, yerlerde sürünmeler, yaralamalar, ilk defa'lar, antidepresanlar, akılsızlıklar, seçimler, okul bahçeleri, bir tek sen anlarsın'lar, kül tablaları, gazozlar, göz yaşları, yalansızlıklar, itiraflar, parasızlıklar, senin olsun'lar, canın sağ olsun'lar, çıplaklıklar, pastalar, mumlar, topuklar, hafif meşreplikler, buzdolapları, anahtarlar, otobüsler, yurtlar, otel odaları, uğruna ölünecekler, toyluklar, kocamanlıklar, yaşlanmalar, kırışıklıklar, rimeller, bozulan ojeler, sıcak eller, adresler, kapatılan hatların akılda kalan numaraları, ansızın çalan kapılar, bak ben geldim'ler, utanmazlıklar, serserilikler, denemeler, ilk aşklar, hayaller, güneş yanıkları, çarşaflar, kumrular, tulumlar, acı biberler, illa ki tuzlar, iskeleler, tuvalet köşeleri, yalnız değilsin'ler, günahlar, suçlar, sırlar, inadına yanındayım'lar.
Durdum. Anlamı kalmayan her şeyin ardından kurmaya başladığım cümlelere baktım.
Sanki bunca şeyin üzerine tükürülmemiş gibi.
Sanki her geçtiğim sokaktan hiç geçmemişiz gibi.
Durdum. Tokat gibi bir gecenin ardından Sarıyer'de bir bankta denize üflediğimiz yazgımızın ne hale geldiğine baktım.
Baktım, yandım.
Sen küllerimi toplamadın.
Yazıklandım.
Şimdi, bu hikâyenin çatallanıp da ikiye bölündüğü yerde, çıktığımız deniz düştü aklıma.
Alsancak İskelesi'nin yan duvarlarına deli deli çarpan dalgalar, o dalgaların altında kalan kayalar, kayaların üzerini sarmış yosunlar...
Sesler patlıyor, renkler, tuzlu mevsimler..
Senden yana yüzümün hep güldüğünü söylemek istedim.
Senin yüzünden kan revan içinde kalmış yerlerime baktım, kaldım.
Sonra,
kalbim atmadı bir daha.
14 Şubat 2019
"elleriM zamanlarla dolu"
Sana hiçbir amaca hizmet etmeyen sorular sormayı ve her soruma cevap bulmaya çalışmanı seviyorum.
Ayağım kaydığı anda sağımda, solumda, önümde, arkamda belirmeni seviyorum.
Beni güçlendirmek için bana karşı dürüst olmanı seviyorum.
Yapmamı sevdiğin şeyleri her yapışımda aynı heyecanı duymanı ve bunu gizlememeni seviyorum.
Bile isteye ya da farkında olmadan yaptığım yanlışlarda, suçu aramaya benden başlamamanı seviyorum.
Hayallerimi kucaklayıp, onların gerçekleşmesi için benden bile daha çok çaba sarf etmeni seviyorum.
Uzaklıkları hiç hesaplamadan yola çıkışlarını seviyorum.
Candanlığını, insanlara alışıklığını, vefanı seviyorum.
Elinin işlemesini ve üretkenliğini seviyorum.
Hiçbir şeyin imkânsız olmadığına beni inandırışını seviyorum.
Estetik kaygını seviyorum.
Üzerindeki mahalle tozunu seviyorum.
Çocukça meraklarını, çocuksu telaşlarını, çocuk sabırsızlanışlarını seviyorum.
Benim kendime gösteremediğim sabrı, senin bana göstermeni seviyorum.
Toprak kokusuna kıymet vermeni seviyorum.
Hiç yargılamamanı seviyorum.
Açık fikirliliğini, yeni deneyimlere mesafesizliğini seviyorum.
Sevdiğin şeyleri çok sevmeni, abartılı sevmeni seviyorum.
Gururunu bir silah gibi kullanmamanı seviyorum.
Koşulsuz koşabilmeni seviyorum.
Kuralsızlığını seviyorum.
Her an her duruma uyum sağlayabilme esnekliğini seviyorum.
Dost olmayı bilmeni seviyorum.
Haklı olduğunda bile affedici olmanı seviyorum.
Günlerle, zamanlarla, tarihlerle barışıklığını seviyorum.
Yorgunluğunla yormamanı seviyorum.
Umarsızlığını, her oyuna şikayet etmeden katılışını seviyorum.
Hayal gücünün seni özgürleştirmesini seviyorum.
Her yerde her şey olmanı seviyorum.
Olabilmeni, oldurabilmeni seviyorum.
Bana cesaret verişini seviyorum.
Elinden gelenin hep en fazlası olmasını seviyorum.
Mevsim mevsim,
büyüdükçe,
hata yaptıkça,
acıttıkça,
biriktikçe,
yıprandıkça,
iyileştikçe,
düşündükçe,
git gide,
hep bir fazlasıyla,
kıpırdamaksızın ve
hareketin içinde...
belki de en güzeli böyle.
6 Şubat 2019
sis'
Günler penceremde bir renk geçişi. Belki onun bile ayırdına varamıyorum son zamanlarda.
Hiçbir şeye karşı gösteremediğim direnç, günlerin aynılığı üzerine yayılıyor.
Bir yaprak gibi dalımda savrulup, dalımda sararıp, kızarıp, dalımdan sökülüyorum.
Gözlerim neyi beklerken dalıp gidiyor, bulamıyorum. Hiçten bir bekleyiş.
Sonsuz başarısızlıklar toplamı gibi uyuyup uyandığımız peşi sıra 24 saatler.
Kendimi ağır, kendimi aksak, kendimi sızılı, kendimi küskün, kendimi boğulur gibi, boğar gibi hissediyorum.
Sanki sesimi, sözümü, nefesimi, izimi biraz yok etsem, uzakta ve tüm ifadelerden soyunmuş kalsam, tüm anlamların dışına itsem her yaptığımı, yapmadığımı ve yapamadığımı; kartopu gibi yuvarlanarak büyüyecek "iyileşme".
Kendimin sıkıntısındayım.
Bu sıkıntıdan dışarı çıkamazsam telaşındayım. Bu sıkıntının dışında bir yer bulamamanın telaşındayım. Varlığımı yokluğuma sıkıştırıp, kangren olursa telaşındayım.
İyi değil.
Güneşli değil.
Durmadan ağrıyan boşluklar arasında, her şeyi kucaklayan bahardan, mayıstan bir yuvam olmasa, ya üşümekten ya da kendi kırılganlığıma üzüntümden un ufak olurdum.
Ama var.
21 Ocak 2019
"..izinsiz, hep bir sonraya.."
Sakin.
Aynaya bak.
Dün gece masada unuttuğun kek gibi kararlı ol.*
Gün, dün değil.
Gün, yarın değil.
Yatırıp, dinlendirip, terbiye edebileceğin bir şey değil kalbin.
Mecbur değilsin.
Güçlü olmaya, soğukta bir ağustos akşamı beklemeye, günlerin tırnaklarını yiye yiye kenarlarına kan oturmuş gecelerde nöbet tutmaya.
Kalabilirsin bir kış güneşinde,
tanıdık ve güvenli sularda.
Açılmak zorunda değilsin. Kanıtlamak.
Belki de inandığın şey değilsin.
Sevdiğin mavileri var günlerin.
Sevdiğin şey olarak kalabilirsin.
Bazen içinde boğulduğun. Bazen dibe çekip boğduğun.
Yeni biri olmak zorunda değilsin.
Dakika saymak, çentik atmak.
Bırak biraz da zaman sana uysun.
Belki de en güzeli böyle.
Bilemezsin.
Sakinleşmelisin.
Hayallerini ve gözlerini sevenler kalsın.
Yarına değil yanına.
Yanında.
Yarın bir ihtimal.
Bugün bir ihtimal değil.
Bildiğin gibi.
Hep unuttuğun gibi.
16 Ocak 2019
ve ben,
Korkuyorum.
Yeterince hayatta değilim.
Belki bir anıda,
belki bir kuyuda.
Korkuyorum.
Günün birinde ziyan etmekten, ziyan olmaktan
kalbimi, kalpsizliğimle...
Düşmeden kalkamayacağımı bile bile,
dizlerime nazar değmesin diye diye..
Nefesimi tutuyorum.
Bu ölüme git gide alışıyorum.
Gidemediğim, kalamadığım, olamadığım ne varsa
kâbuslarımı geniş zamana yayıyor.
Çok korkuyorum.
Korkma
-lısın
diyor kadın.
Kendinden,
kendi içinde büyüttüğün zehirle ölüp gitmekten.
Mahvetmekten.
Mahvolmaktan.
11 Ocak 2019
no hay olvido*
Çok zaman oldu, çok zaman geçti.
Ne çok büyüme, ne çok yol.
Ne çok kar, ne çok bahar.
Tam zamanında ve bir o kadar da zamansız açan bir sürü çiçek...
İçinde yaşatmaya karar verdiğin ne varsa, bir şekilde hayatta kalmanın yolunu buluyor.
Bu ölümsüzlüğün gücü çok ilginç; bizim yaraladıklarımızı o sarıyor, karaladıklarımızı temize çekiyor.
Rüyalarımıza giriyor, kâbuslarla uyandırıyor, bir karla burnunda tütüyor, birkaç sözcükle buruk bir gülümseme yerleştiriyor nabzına.
Her şey oluyor, her şey bitiyor, bitse de kalıyor, bitmese de kalıyor...
Tuhaf bir mevsim.
Her şeye ağlayasım, hiç gözyaşım..
Uzun uzun durasım, hiç zamanım...
Önünü ardını düşünmeden bir lodosa kapılasım, sonsuz yerleşikliğim...
Neresi bu hayatın.
Sürekli ama sürekli aynı duraklardayım.
İtmekle çekmek arasında.
Kendimden yorgun, içimden taşkın, kendi suyumla seller altında.
Bir yer, bir zaman var biliyorum.
Biliyorum, çünkü olmalı.
Olmazsa düşeceğim.
Ve sözümü tutamamış olacağım.
Ve bazı çiçekler bazı sözlerle açıyor sadece.
Dile gelse de gelmese de..
Bir yer, bir zaman olmalı.
Yaşadığımıza değil, hatırladığımıza benzer...
2 Ocak 2019
keep nothing but memories*
Biraz durup bulutların şekil değiştirmesini izlemeliyiz bence.
Sakince hangi durakta olduğumuzu anlayıp, belki rüzgârlı yöne giden ilk otobüse binmeliyiz.
Ya da içimize kaçmalı. Ya da ağaç gövdeleri gibi kabuklarımızın arasından sızmalı, sızdırmalıyız sularımızı.
Çok koşuyoruz. Durmadan hareket ediyoruz. Bu çalkantı esnasında bir şeyler akıp gidiyor, kaçıyor gibi.
Bu kaybın telaşı, kalbimi kırıyor çoğu zaman.
Çok özlediğim sakinlikler, o sakinlikleri saran çay buharları, hesapsız yumuşaklıklar, kendiliğinden ısınan avuç içleri var.
Saate bakmadığımız anları şöyle bir kenara ayırdığımızda nasıl da gülümseyen iç okşamalar beliriyor şurada, burada, içimizde ve her zerremizde.
Saate bakmamalıyız.
Günleri saymamalıyız.
Kalabalıklar arasında kan ter içinde koştururken yanağımıza değen sıcaklıkların üşümesine izin vermemeliyiz.
Bu yıla başlarken kendime büyümekle ve bir yıl boyunca oldurmaya çalışacaklarımla ilgili bir şeyler yazamadım.
Buruk bir yorgunlukla en çok, heves ve heyecan diledim.
Bir yerlerde unuttuğum bir şeyler olduğunu seziyorum. Daha az gökyüzüne baktığımı ve mümkün olduğundan az dans ettiğimi, daha az öpüştüğümü..
Olabildiğince ağır ve boynumdan parmak uçlarıma doğru dolanıp beni ele geçiren bir gündelik yükler toplamıyla yaşar gibi yaptığımı..
Gündelik olan ne varsa biraz boş verip, içimizi doldurabildiğimiz, özümüzü beslemeye mecal bulabildiğimiz, zamanı beklemeyip, kendimiz yaratabildiğimiz, sevmenin hakkını verebildiğimiz bir yıl olsun.
28 Aralık 2018
apansız arsız..*
Sen çok haklısın.
Bunu bir maçın galibiyetini kutlamak için söylemiyorum.
Bunu kendi kendime, kendime karşı yaşadığım hayal kırıklığıyla, geciktiğim mevsimlerle, yeterince dikkatli bakamadığım pencerelerin kalbime batırdığı buğulu dikenlerle fısıldıyorum.
Bir cümlen var, ve ben kendimi hangi cevabın içine koysam yetmeyecek sonundaki noktayı üçe çıkarmaya.
Kabul ediyorum; yeterince ve beklendiğince incelikli ve denizlerden davranmadım.
Belki de bütün bu fırtınalı aylar ve mevsimler sonrasında, sahici bir bitişe bu kez gerçekten vardık.
Bir yılın son anlarına geldiğimizi çoğunlukla anlamazken, bu son günler; şahit olduklarımız, hissettiklerimiz, hissedemediklerimiz, yorgunluklarımız, korkularımız, yalnızlıklarımız, içinde boğulduğumuz, zor kurtulduğumuz her şey kapının önüne yığılmış da temizlik şart olmuş gibi.
Yorucu, çok yorucu bir mevsimdi.
Sonbaharı bir baş dönmesi gibi geçirmiş, ve avuçlarım leblebi sıcaklığından mahrum kalmış gibi hissediyorum.
Soğuk ve kırılgan bir şeyler var.
Bütün uykular kâbuslarla yaralanmış, zaman alışılmadık bir kadrana takılıp son sürat ama acısını da anbean hissettirecek kadar ağırdan gitmiş gibi.
Bu yıl, büyük bir yıldı.
İki ilerledim mi, bir geriledim mi derken yine bir girdap.
Şimdi, tam da bu bitiş esnasında bir şey oluyor.
Duyu organlarıma teslim biçimde, hissettiğim her şeyin aslında kocaman başka şeylerin fay hatları olduğu kestiriyorum.
Bir koku.
Yeni ama tanınmaya meyilli.
Soğukta net olarak duyulan ve zaman zaman burnuna geldiğinde sonsuza kadar gülümsetebileceğini bildiğin.
Çiçek hissiyatı gibi, belki bir fazlası.
Her duyum çok açık.
Vahşi ya da değil; bir hayvan keskinliğinde. Tırnak içinde sosyalleşmiş hayvan olmaktan daha başka, daha içgüdüsel.
Zaman şimdi, içimden geldiği gibi olmaya meylediyor.
İçinden geldiği gibi.
Galiba bir sene ancak bu kadar kendi kendinin miadını doldurabilirdi.
Evet, sen çok haklısın.
Ve şimdi, tam da bu yüzden kendimi yeniden yazmam gerekiyor.
Çünkü hâlâ şarkılar güzel, hâlâ radyolar çalıyor, hâlâ bir kokunun izinde bile isteye savrulabilecek kadar genç, hâlâ bir şehrin özlemini duyabilecek kadar içli, aynı kıyının mavisinde olmanın, büyümenin getirdikleriyle biz bizeyiz.
Bu sene...,
yaşlanmayalım.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)