26 Mayıs 2020
raylar boyunca'
"Bir kadını ancak sana mektup yazdıktan sonra tanırsın." diyormuş birisi eskiden okuduğum bir hikâyede. Dokuz sene önce not etmişim bunu.
Yazdığım mektupları düşündüm, aldığım mektupları...
Şehirleri, evleri, denizleri, nehirleri, şiirleri.
Çocukça bir misillemeyle başlayıp, sonrasında kendi derinime, dehlizlerime kapı açan "şiirsiz an yaşanmamış andır" kuralımı da hüzünle suladım arka bahçemde.
Bir anda özledim kendimi.
Asla açmaya cesaret edemediğim cümlelerime ihtiyaç duydum.
Kimdim ben? Beynimin ve kalbimin uzlaştığı bir koca unutulmuş tarihte hangi yollardan geçmiştim sahi? Üzerine iddiaya girilebilecek kadar emin olduğum "yok öyle bir şey'ler" nasıl da dikiliverdi karşıma.
Çok korktum.
Bir kez daha korkudan titredim.
Bu kadını buraya getiren tüm yolların, zihin haritamdan istemsizce siliniyor olması, tarihsizlik ihtimali, bir ömrün böyle bulanıklaşması...
Size mektup yazmış mıydım?
diye soracak olmaktan öyle çok korktum ki...
Belki de kendime yazdığım mektuplarla başlamalıyım, tam da şu an olduğu gibi ve muhakkak biraz alkol desteğiyle.
Barış Bıçakçı'nın, altına sonsuza dek imzamı atacağım o cümlesinde "her şey hatırlandığı gibi..." diyor ya, artık daha fazlasına ihtiyacım var belki.
Duymaya, okumaya, yazdıklarımın içinde hıçkıra hıçkıra ağlamaya gerekirse, dinlemeye, olanı bilmeye, bildiğimi hatırlamaya, hatırlamaya, HATIRLAMAYA...
Kendimin de yine de hakkını yemeyeyim; zihnimin oyunlarını hissetmiş miyim de günbegün, asla utanmadan ve çekinmeden ve bütün kalbimle yazmışım onca şeyi.
Sanki dönüp bir gün aniden kendimle tanışmaya yeltenecekmişim gibi..
Ve yine kendi hakkımı da yiyeyim; ne oldu da vazgeçtim bundan aniden?
Geri dön.
"Bir ömür boyu unutamayacağından emin olduğun anlar vardır, daha yaşarken bilirsin."
Unutamayacağımdan emin olduğum anların hiçbir rengini, kokusunu, sesini, sessizliğini yitirmek istemiyorum, ama...
Bu "ama" sanırım yabancılaşmayı öğrenmek, ya da buna dur dememek; metinde de* söylediği gibi belki de üzülecek yeni şeylere yer açmak için görünmez, duyulmaz, tadılmaz, hissedilmez, dokunulmaz bir hayalete çevirmeye çalışmak anıları..
Kıyamamak. Belki bu yüzden.
Gücünün yettiğince, yine metinde de dediği gibi "mümkünmüş gibi..."
Bir şey hatırladım.
İki şey.
Bir şarkı ve bir koku.
Beklemek gövde gösterisiydi zamanın** ama şimdi hatırlamak da yakışmadı mı bu tanıma? Şairim alınma...
Zihnimin, her duyumsadığım anın içine dönebilmeme imkân tanımasını her şeyden çok isterdim. Fotoğraflara ihtiyacım olmamasını, defterlere, karşılaşmalara..
Okuduğum onca dizenin, onca cümlenin böyle tozlanmamasını dilerdim..
Hep kişisel tarihimi düşünürken ömrümün yarısından geriye gidiyor ve netleştiremiyorum kendimi. Fark ettim ki orası çok uzak, çok çocuk, çok toy, çok naif.
Şimdi oysa, sadece bu dokuz-on sene öncesinin sayfalarının arasında oturup ağlıyorum büyüyüşüme, şarkılara, ne çok çabaladığıma bazı şeyler için, inancıma, cesaretime, korkaklığıma, iyimserliğime, sahip çıkışıma beni çiçeklendirenlere, ve sırt dönüşlerime uçsuz bucaksız güzelliklere, değişip dağınıklaşan el yazıma, mutlaka öğreneceğim diye not düşüp öğrenemediğim kuş isimlerine ve göl renklerine, kendime verip de tutamadığım sözlere, hiç söz vermeyip de kendiliğinden bitip köklenmesine izin verdiklerime...
Ve bir gün ansızın aklıma düşen bir şeyle fark ediyorum yolların, gece çiçeklerinin bittiği ya da tanın bozkırlarda ağarmasına şahit olduğu ya da koyu gecelerin aydınlık masallarla genişlediği durakları da kapsadığını..
Minnet duyduğum sevgiler var.
Şimdi böyle sayfalarda karşılaştığımda çok şaşırdığım kalp atışlarım.
Nefes nefese çıktığım bir yokuşa yaslanan, kısacık ama çok uzun; belki üç yüzyıl sürecek "gölgeler ki güneşe bağlı"...
Yaşadığıma, iyi ki'lere, keşkelere, doğrulara, yanlışlara, inceliklere ve hatalara, anlara, anılara, unutmanın değiştiremeyeceklerine, kalbe, kalbime, yol boyunca birbirini duyan kalplere...bir kadeh şimdi..,
sonrası..;
"..ellerimi bahçeye dikiyorum
yeşereceğim, biliyorum, biliyorum, biliyorum
ve kırlangıçlar mürekkepli parmaklarımın
çukurunda yumurtlayacaklardır..."
13 Mayıs 2020
tiara '17
Hüznümü başka bir şeye dönüştürme çabam sonucunda, bulunduğum yerin içine daha güzel yerleştim.
Gözlerimin gören kısımlarını keşfettim ve dönüp baktığımda bu zaman diliminden geriye kalacak olan duygularımdan hafif tebessümlü defter ayraçları yapmaya karar verdim; kitap değil, defter.
Çok heyecanlanıyorum. İlkyaza giriş yaptık, yeşiller güneşe çıktı ve hiç olmadıkları kadar parlaklar sanki. İncecik kımıldaşmaları kalbimi gıdıkıyor. Koklamak istiyorum toprağı. Denizin bu mevsime denk düşen renklerine eklenen yosunu.
Bir yanımın hissizliği rahatlatıyor zamanın telâşını, bir yanımın kendine kapılar açışı üstesinden gelebilmenin formüllerinden asla sınıfta kalmayacağımı söylüyor.
Mutluluk uzakta bir deniz köyü, mutsuzluk içimde öbek öbek birikmiş egzozlu bir uğultu ama heves, duyuların şaha kalkışı, neye olduğunu asla tanımlayamayacağım heyecan, vazgeçmediğim ısırığı mevsimlerin...
İyileşmek için donanım sıkıntım yok gibi hissettiriyor bu.
Her hafta yeniden öğrendiğim tatlar için koşuyorum günleri ve bir güneş huzmesinin değiştirdiği şeylere eklenmenin kıvancını taşıyorum içimde.
Az konuşup çok bırakıyorum.
Planlarıma sadık, kendime sadık kalmanın zırhını kuşanıyorum.
Resmini yapıyorum tarihlerin. Balkonumu temizliyorum. Yeni bitkiler hayal ediyorum içimin bahçesine yakışacak.
Büyüdükçe, okuduğum romandaki gibi ağaçlarla bütünleşme arzusuyla dolup taşıyorum.
Dinlediğim şeyler arttıkça, azalıyor mu söyleyeceklerim, bilmiyorum. Uzun zamandır anlatmadan anlaşılmayı umuyorum. Buna kimsenin mecali ve isteğinin olmamasını umursamıyorum.
Bir de bu aralar sık sık adadaki doğum günü sabahıma uyanıyorum.
O gün doğumunun rengine çiviliyorum kalbimi.
Neyse ki gökyüzünün en sevdiğim rengi ölümsüz ve dokunulmaz ve aşk.
Ve neyse ki bunu bilen çok az kişiyiz.
Belki de hiç.
29 Nisan 2020
defterler
Dün gece gökyüzünün rengi olağandışıydı. Bugüne dek yeterince bakmadığımızı, görüp de farkına varmadığımızı, acil durumlar için yeterince içine karışamadığımızı düşündüm.
Dünlerde, var olan her şeyle ve herkesle temasımızı nasıl da kaybetmekten korkmadan kurduğumuzu.
Tüm bakışlarımız, dokunuşlarımız, nefeslerimiz, duyduğumuz nabız sesleri, beraber bira içtiğimiz bardaklar, uzun sarılışlar ve her şey bir anı defterine toplanmış gibi şimdi.
"Yaşlanınca da insan böyle hissediyor demek ki..." deyince B, kalbim ağrıdı.
İz bırakan her şey, sahiden izini bırakıp ölmüş gibi. Sararıp solan bir fotoğraf olmasından korktum aniden; Nazım'ın bahçesinde geçen yaz akşamlarının, kan ter içinde dans ettiğimiz cumartesi gecelerinin, kirlenmenin meselelerimiz arasında olmadığı her anımızın, iç organlarımızı sarsacak kadar hızla yükselen salıncakların, sokaklarda bir kilit taşı kadar uzun kaldığımız zamanların.
Düşünmeseydim keyfim yerindeydi, ev iyi ve sadık bir sevgiliydi ama kalbimi kırdı, aniden her şeyin gerçeklikten hatıraya düşmesi.
Sonra kendime sarıldım, kaburgalarıma değen parmaklarım üzerinden bir kez daha geçti sözcüklerin;
saklamaya değer hiçbir şey yok anılarımızdan başka.
Anlarımız, anılarımızın sadece birkaç saniye öncesi.
13 Nisan 2020
duvara karşı
Üzerinden yeşil sarmaşıkların bellerine kadar sarktığı, ismini bilmediğim yeşilliklerin sımsıkı sarıldığı örme tuğla duvara karşı geçiriyorum her günü. Aramızdaki pembe tül hoşuma gidiyor, sanki her gün patır patır çiçeklerin tomurcuklarından fırladığı, iştahı açık gürbüz ve yanakları al al bir
mayısa uyanmışız gibi. Duvarın üzerinde asla sıkılmadan yürüyen, koşuşturan, randevusuna yetişen kediler de hoşuma gidiyor. Hafif bir esintiyle salınan ağaçlar da eklenince, gerçeklikten kopuk bir pencere açıyorum kendime. Hele bir de utangaç güneş çok da nazlanamayıp kendini ele verdiğinde, adeta başka bir yere ışınlanıyorum.
Tuhaf bir dinginliğin koynuna girip yerleşmiş gibiydim. Usulca ve baharına kavuşmuş duvara karşı bekliyordum. Çizik ata ata, gün saya saya bir beklemek değil ama, yeni başlayan günün mucizelerine biraz bel bağlayarak. Sanki herkes, her şey biraz sussa, sessizce beklese bir bahar sabahına başka türlü uyanabilirmişiz gibi.
Neden geçmiş zaman ve pişmanlık ekleriyle düşündüğümü bilmiyorum. Belki zamanın beklediğimden hızlı geçmesiyle ilgilidir bu.
Bir mevsimi içime çekemeyişimizle, ciğerlerimizin nane mollalığıyla ilgilidir.
Evde ve kabuğun altında olmanın sıcaklığı bunu biraz olsun dindiriyor ama. Bir süredir tozunu almadığım kuytularıma dalıyorum. Alışkanlıklarıma dışarıdan bakıyorum, inceliyorum paslanan kaslarımı ve farkında olmadan güçlendirdiğim reflekslerimi. Şaşırıyorum ve bocalıyorum ve tuhaftır ki üstesinden gelmekten fazlasını da yapabiliyorum.
Okuğum, dinlediğim birkaç bir şeyin beni savurduğu kör karanlıklardan da çıkış için, nedensizce ama illa ki bir yerime saklamışımdır çakmağımı aramam gerektiğini hissediyorum. Tuhaf bir blok süreç bu. Kendimi bunca durgun ve barışık ve dönüşüme açık ve akışta kalmaya gayretli hissetmeme rağmen beynimi terletmekte ve uykumu bölmekte ısrarcı bir şey var. Buna bir sebep bulamıyorum, acaba bilmediğim veya reddettiğim bir korkum var da, bu kadar baş başa kalınca daha fazla gizleyemiyor mu kendisini? Bilmiyorum, bir kez olsun, bu kez olsun uykum benden yana olmalıydı sanki. Bu beni biraz incitiyor.
Yine de evin sıcaklığı yanağımı okşuyor, kalbimi ısıtıyor. Üzüldüğüm çok şey olsa da, özlemediğim bir sürü insandan uzak olmanın iyileştiriciliğine odaklanmış durumdayım. Kendi sahamda, kendi baharımı yaratarak bir süre daha kendi devingenliğimi seyre dalabilir, şaşırabilirim günlere, aynada gördüğüm benlere. Gizlemediğim cümlelere, çıplak seslere.
Bir tek kara kıza sarılamamak, bunun çözümsüzlüğü biraz yıkıcı.
Ama biliyorum, iyileşecek dünya ve yaz gelecek.
Bu oldurduğumuz insanları kıyılara indireceğiz, yepyeni şeyler konuşacağız, daha güzel hayaller kuracağız.
Yeniden tanışacağız birbirimizle, bildiklerimizle ve bu heyecanlı olacak.
17 Mart 2020
kendine biletler'
Hayatı hiç bakmadığımız bir yerden, ona dahil olmamaya özel çaba sarf ederek izlemek tuhaf.
Sayılar tuhaf, hareketin doğası tuhaf, yalnızlığın deşilmemiş korkusu tuhaf.
Üzerine düşünmediğimiz ne varsa bir günde onları düşünmeye başlamamız tuhaf.
Şaşkınlığımızın yarattığı şeyler tuhaf.
Şimdi bildiğimiz her şeyi unutup, bütün alışkanlıklarımızdan sıyrılıp, çok şıklı eve gitme yollarını evden çıkmama sabrına evirdiğimiz, birbirimize ihtiyaç duyduğumuz ama yalnızlığımızdan güç bulduğumuz bu tuhaf günleri yaşamak, iyileşmek, iyileştirmek günleri.
Kendi şefkatimizi yaratabilir miyiz.
Biraz sessiz, kimsesiz kalmanın yankısının milyonlara dokunacağını bilmek iyi gelir mi bize.
Baharları, yazları bu korkudan ve tuhaflıktan sıyırmak için
galiba biraz kendi odalarımızda, kendi müziğimize kulak vermemiz, kendimizi aydınlığımızla, belki de daha çok karanlığımızla kucaklamamız gerekecek.
Çıktığımızda ve el ele tutuşabildiğimizde, bu kocaman tuhaflığın içinde duyduğumuz mor yağmur tıkırtılarından, sıkıntının cızırtılarından, pencerede patlayan tohumların fısıltılarından, uykulu sokak lambalarından, parkelerin gerinme çıtırtılarından, komşu mutfaklarının kokularından, kendi keşfedilmemiş kuytularımızın şırıltılarından bahsedelim.
Kuşkusuz ki bu teklik, kendi çokluğumuzu derinden dürtecek.
12 Mart 2020
pencereler artık açık
Önüme sürekli gördüğüm bir takvim koyduğumdan beri günler daha hızlı. Yine de bu hıza rağmen, her yeni haftaya kendimi türlü telkinlerle sürüklüyorum.
Eskiden böyle değildi.
Sanırım on ay kadar oldu. Fark etmeden günlerde filizlenen bir şevk vardı, o bir yerde yitti gitti galiba ve ben rutin, iş olsun diye yapılan işleri sadece iş olsun, çentik atılsın diye yapar oldum. Sevgisizleşmek de olabilir bu.
Böylece hep, gönlüme göre olana, hayalimdeki yere-şeye odaklı yaşamaya başladım bir yandan.
Biraz zorlaştı böyle olunca, ama kolaylaşan ve yoğunlaşan başka şeylere odaklanamazdım böyle olmasaydı.
Şehre geleli biraz oldu, yaşımla oranlayınca az değil.
Yabancısı olarak geldiğim bu yerde kendmle ilgili keşiflerim, öğrendiğim şeyler oldu. Zamana, hıza, değişen, yiten, giden, bırakan, bırakılan, dönüşen her şeye karşı şekil almayı bir şekilde başarıyor olmamın sebebi, bir yuva, kendime ait bir yaşam edinme arzum mu.
Kök salmak değil de, belki de üzerime kapanan kapıların, yarıda kalan sözlerin öksüzlüğünden sonra beni yaşatacak olan ne varsa onu arayıp bulup, kalbime, zihnime, bedenime alıp neresi olursa olsun o "kendime ait" evi, kabuğu taşımak..
Öyle bana ait olsun ki her şey, kendimi kendimle sınamaktan başka çarem kalmasın gibi.
Kendi seçimlerimi, hatalarımı, başarısızlıklarıı bir şekilde kendim telafi edebilirim çünkü.
Buna gücümün yeter, yettiririm; yeterince "benden" bir kabuk tasarlayabilirsem.
Zihnimi güçlendirmem gerek, kalbimi sarmalamam, ellerimin dermanını düşürmemem, müziği kapatmamam, baharı içeriye almam gerek.
Yürüdüğüm yolda düşüp, düşürüp de kanattığım epeyce şey oldu ama tuhaf bir yere geldim şimdi. Hayat, takvimler, saatler, gündemler, bu coğrafya, rutinler, koşmalar, yetişmeler, trafik, kalabalık, bütün bu oyunda kalma mücadelesi gerçek, ama içimden yükselen, zamanla kendini sınırlandırmayan, bu dingin, barışçıl, tenha ama doygun, havadar, mutlu, hafif heyecanlı, şaşkın ve görmezden gelinmesi imkânsız şey daha gerçek.
Hissediyorum. Hissetmenin gücünün beni özgürleştirdiğini görüyorum.
Bundan on beş sene önceki gibi. O zamanki çocuk telaşıma, heyecanıma ve korkuma rağmen, yönsüzlüğüme inat attığım adımlardan biraz daha farklı; aynı bedende buluşan, oradan filizlenen şeylerin gücüyle özdeş..
Bir arkadaşımın dediği gibi belki: "Zamanın geldi."
Zamanım.
Benim.
Acelem yok, yetişeceğim bir yerim yok. Kendimi tanımaya başlamak galiba bu.
Neler yapabileceğimin küçük fısıltılarını duyuyorum içimde.
Mecalsizliğim kendime değil, günlerin renksizliğine. Bir yeri kırıldı bu dokuz-altı günlerin. Pazartesiden cumaya beş asır her hafta.
Yer açmak istiyorum kendime, kendimden doğurmak istediklerime.
Kalbimi geniş geniş sarıp sarmalayacak şeyler yapmaya.
Ama korkmuyorum.
Zamanım geldiyse başlayacaktır bahar.
Birhan Keskin'in dediği gibi "gelmemek gibi bir huyu yoktur. İlla ki gelir."
Zaman benim,
benim zamanım,
baharım.
24 Şubat 2020
biz'li
Geçen yaz masmavi bir günde bir hayal kurduk.
En sevdiğimiz yerde, ve üzerimizde bir gram dünya ağrısı hissetmeden.
Öyle heyecanla ama sakince, sancısını gecede, bir bahçe kuytusunda, nar ağacının dibinde bırakarak.
Elimiz yüzümüz tuzlu, bütün kemiklerimizi sular öpmüşken.
Acelesiz ve sevmekten usanmadan uyuduk uyandık, büyüttük içimizde.
Şimdi yol alıyoruz, hem kendiliğinden, akışa kendimizi bırakarak hem de yolumuzu kendimiz açarak. Çiçeklerin sevildikçe büyüdüğünü bir an olsun unutmadan, bağrımızdaki çiçeğin goncasını öpe öpe..
Bir hayali birlikte kucaklamak çok "yaz".
Birinin senin hayaline senden çok inanması, onun gerçekleşmesi için çalışması, bütün her şeyi temize çekecek güçte.
Sevginin tanımı değişiyor içimde, büyüdükçe.
Çok güçlüyüm inancınla, çok mutluyum heyecanınla.
Benim es geçtiklerimi, büyük bir dikkatle bulup yakaladıkça,
korkularımı fark edip usul usul üfleyip dağıttıkça kaygılarımı, benim için iyi olacakların önünü,
bana benden çok güvenerek açtığın için çok minnetarım.
Geçen yaz hayalini kurduklarımızı, gerçekleştirişimizi kutlayacağız bu yaz;
yine en sevdiğimiz yerde, tenimiz tuzla kavrulmuş, kalbimiz güneşle yıkanmışken.
Sonsuz bir cumartesinin ilk anından itibaren her soluğunu paylaşmamıza, beraber kucaklayabildiğimiz hayallerimize, birlikte güzelleşen hayatımıza şimdiden,
erken bir şerefe.
6 Şubat 2020
değin'
Kişisel gelişim sevmem. İnsanların ortak kalıplar etrafında toplaşarak, telkinler, olumlamalar, birtakım bilmiş cümlelerle kendilerini, kim için ideal olduğu belli olmayan ruh hallerine gark etme çalışmalarını anlamlı bulmuyorum. Benim nasıl gelişeceğimle, yine kime göre neye göre şekil alacağımla ilgili ahkam kesilmesi ne bileyim... Bir yandan da bunu pek dert etmiyorum aslında, banane ve sanane bir yandan.
Sadece son zamanlarda bazı şeylerin bana iyi geldiğini şaşırarak fark ettim. Kişisel gelişimli şeyler değil, tam tersine mükemmel olmayan kurguların mutlu sonlara vardığı kişisel anekdotlar bunlar. Daima B plansız olan doğamı pohpohlayan deneyimler okuyorum, kendi körlüğümün her zaman çok da yıkıcı olmayabileceğini seziyorum dinlediklerimden.
Şu sıralar paylaşmaya ve inanmaya duyduğum ihtiyaç bir nebze olsun kendi yakamdan düşmemi sağlıyor.
Yıllar yıllar sonra, belki de bilmiyorum ilk defa, yazı bekliyorum; kafamı bomboş bırakıp, içinde güneşle ve keyifle at koşturduğum o mükemmel özgürlük aralığını. Hiçbir şeye kulak asmayıp kendi bildiğimi yapmanın getirdiği özgüven müthiş. Bildiğimi sandıklarımın ve bilmediklerimin kanıma karıştırdığı cesaret de.
Kendi doğamı da unuttuğum bu şehir günleri, rutinleri, işleri güçleri önce omzumu çatırdattı, sonra gözlerime -sonsuz çölleşmeye inat- mendil yetiştiremez olduk, en son da çekilmez ve aşırı sıkıcı muhabbetler ve uykusuz geceleri sürpriz yumurta gibi bıraktı kucağıma.
Bütün bunlar olurken, şehrin bir yerinde bir çiçekçiyle aynı ağrıları paylaşmış olduğumu öğrendim. Az önce de, ardıma bakmadan kaçmak istediğim mesleğime koşarak gelmiş, bunun için her şeyi yıkıp yeniden yapmış başka birinin gözlerinden okunan mutlulukla karşılaşıp öylece kaldım.
Herhangi bir salı, çarşamba veya perşembe gününde kendime çok gördüğüm bir kadeh şarapla neleri, nasıl değiştirmeye başlayabileceğime de inandım seni dinleyince.
Konuştukça, paylaştıkça, izledikçe, dinledikçe, kapılarımızı birbirimize açtıkça... kişisel geliştiğimi fark ettim.
Formülsüz. Kusurlu. Ama tutkulu. Bak burası çokomelli.
Bir de bir aydınlanma yaşadım ki, bu sahici bir fil kaldırdı üzerimden.
Evet, hayat sürekli yollar seçmen gereken bir yer ve evet vazgeçişler bazen insanın canını çok sıkıyor. Ama doğruluğuna çok inanarak vazgeçtiğim şeyler oldu zamanında, sonra nasıl da yalanladık, nasıl da karşılıklı oturup dövdük beni korkaklığımla, cesaretsizliğimle ve hatta sevgisizliğimle.
Elbette ortada bir hata varsa öksüz bırakmazdım ben onu.
Sahi niye öyleydi. Ben niye öyleydim.
Bir anda beynimde bir şimşek çaktı geçen akşam. Hiç verdiğim kararların doğru olma ihtimalini düşünmüş müydük? Benim haklı olabileceğim bir paralel evren bile yok muydu?
Bence, bana çok yüklendik sevgili ben ve diğerleri.
Şimdi anlıyorum ki karşımdakini güçlendirmek için kendimi hep hatalı konumluyorum ben.
Ona yazık, buna yazık, şunun hayali, bunun derdi.
Niye bütün suçlamaları kabul ediyorum hakim hanım?
Zihnim esaretinden bir anda kurtuldu adeta,.
Hatalı falan değildim, buradan bakınca, üzerinden sular akınca, apaçık fark ettim bunu.
Yani doğru yanlış meselesi de değil aslında, kendi seçimlerimle var olmak neden suç olsundu ki. Onlarla var olup, kendi başrolümüzü yazmaya gelmedik mi buraya?
Aklımın bulanıklığı geç de olsa dağılıyor. Bu iyi.
Kendine alan tanımayı öğrenmek de iyi.
Böyle böyle gelişiyoruz, değişiyoruz ve büyüyoruz.
Bu yolda birbirimize rastlamak çok ilham verici, epey cesaretlendirici.
Üzerine konuşulacak, yazılacak hikayelerimizin olması, birlikte ağlaya ağlaya, düşe kalka, büyük kararlar küçük ayrıntılarla, hiç rastlaşmadan çok yakından tanıştığımız ruhlara sarıla sarıla ilerlemek, fırtınaları sakinliğinle dindirebileceğini, bütün yük görüntülü her şeyi bir gülümsemeyle kenara atabilebileceğini bilmek muazzam.
Çarkı döndüren ve aklımızı dolduran birçok şeyin çok da bir önemi yok.
İçimizi karartmadan, sakince ve tüm kalbimizle..,
oyuna devam.
27 Ocak 2020
içten ölünür de..."
Aklımda uçuşuyor bütün duyguların kokuları, kokuların sesleri, seslerin izleri, adımların yakınlıkları, yaklaşanların uzaklaştırdıkları.
Devinimin kendi içinde dondurduğu anlar kadar kalıyorum.
Bir yaprağın gövdesini kırılmaksızın güneşten yana döndürdüğü bir öğle ışığı altındayım.
İskelenin ahşapları arasından incecik çizgiler halinde yürüyen mavinin akıntısında, bir gece yarısı beklenmedik şekilde avuçlarıma sinen; sonradan içinde bir miktar tarçın ve tuz olduğunu anlayacağım tanıdık ama yabancı o kokunun zamana asılı kalışındayım.
Özlediğim şeyler var, olaylar değil. Bir his kadar, çok da yerleşik olmayan ya da nasıl yerleştiğine inanamadığım şeyler. Bazı anlar bir sokak ismi, bir çatal bıçak sesi, bir duvar dibi, salıncak zinciri. Biraz hal, daha çok tavır.
Anların kendine özgü tavrı, kişinin tavrı, eşyanın tavrı. Sözcüksüz.
Şimdi zaman eli kolu tutulmuş, kendini dışarı atamayan, heybetli ama güçsüz bir canavar gibi, belki de peri, belki de senin benim gibi alelade biri.
Sanki yırtıp atabilse çeperini, dağılıp yayılacak her yere, huzur bulacak.
İçim sıkılıyor. İlkokuldaki yağmurlu son derslerin sıkıntısına benzer, öyle pencere boyunca yağmur tanelerini gözlerimle aşağıya akıtıp akıtıp bir türlü dakikaları ilerletemediğim akşamüstü ağırlığı gibi.
Uyuyor uyanıyor ve bir şey bekliyorum. Çoğunlukla cumartesiyi. Bütün bu ağırlığın altında pıtırcık gibi çoğalan, bebek mavisi kır çiçeklerine benzer cumartesilerin ezilmemesi mucize değil de ne.. Belki bu yüzden en çok cumartesi olmayı seviyorum hayatta, cumartesi doğmayı, cumartesi kokmayı, cumartesi öpüşmeyi, cumartesi koşmayı.. İçimdeki coşkun her şeye çok yakıştırıyorum onu. Ve ömrün bir yerde kırılıp, beni sonsuz bir cumartesiye bağışlayacağını biliyorum.
Zihnimin, olası rüyalarımın içine çöreklendiği beyaz bulutların hatrına.
Fotoğrafını kalbimle çektiğim bütün o anların kucakladığı hayat boylarının gerçek olmasının hatrına...
Bekliyorum, çocukken dakika dakika biriken öldürücü sıkıntıma yaklaşıyorum, yine de yenik düşmüyorum.
Geçecek.
Bazı nadir ve çok emin olduğum şeyler oldu hayatta. Görür görmez aşık olacağımı bildiğim şeyler, gider gitmez yerlisi olacağımı bildiğim yerler, yeterince yüksekten atlamazsam kanatlanamayacağımı bildiğim dönemeçler.
Bak yine aynı yer.
Geleceğinden çok emin olduğum bir anı var hayatın.
Kan revan içinde de kalsam, bir an önce koşa koşa da varsam, kapalı yollarda bir başıma da yol alsam, kendimi yeni baştan da yazsam varacağım oraya.
Bir deniz taşının üzerinde yosunlanan, yazdan kalma bir an olacağım.
Güneşi emecek, denizi öpeceğim, sularla ve göklerle karışık, bir hayat ısırığı..
Buradan gerçek, her günü cumartesi.
Elbet..
9 Ocak 2020
unutma beni çiçeği*
Geçtiğim bütün yollar, aştığım bütün yaşlar, büyüten tüm sevgiler, yaptığım doğru yanlış bütün seçimler.. Geride kalanlar, benimle yol alanlar...
2020'ye girişimizle birlikte,zihnim geçtiğim 30 yıla sürüklendi. Sürekli ardıma bakıyorum, birçok şeyi saplantılı olarak düşünüyor, yakamı derin bir özleme kaptırıyorum. Hiç olmadığım kadar toy, hiç olmadığım kadar yaşlı, hiç olmadığım kadar barışık, hiç olmadığım kadar yaralı, hiç olmadığım kadar yaralarımı sarar haldeyim.
Ara sokaklar beliriyor gözümün önünde; altından sayısız kez yürüdüğümüz çamlar, çocukluğuma-gençliğime- tenime yapışmış İzmir sıcağı, ezbere bildiğim yollarda hiç bilmediğim şaşkınlıklara kapılıp hüngür hüngür ağladığım akşamlar, vapurlar, pencere önleri, gecelerini büyük bir aşkla devirdiğimiz günler, şiirleri birbirimize yol yaptığımız sarhoşluklar, defter kenarları, şehirler arası ağıtlar, bozkır biletleri, ilkler, sonlar, vazgeçişler, aldanışlar.., güç gösterisi zamanın.
Kabuk bağlamış gibi duran her şey, bir anda yeniden nabzımda. "Hatırlamamanın unutmakla ilgisi yok." gibi bir şey diyordu yazar. Bile isteye, bunca zaman düşünmediğim ne varsa boşluklarımı kaplaya kaplaya, gürül gürül akıyor şimdi içimde.
Büyüdüğüm evler, pencereye yaslanan yenidünya meyveleri, korkuluklara sımsıkı sarılan asmalar, soba kenarında giyinilen pazar akşamları, salonun hiç sönmeyen ışığı, altı kavun karpuz dolu kanepe altları, yuvamızı yuva belleyen serçeler, okul çıkışı evde ölü bulduğumuz civcivler, ilk aşk, son bakış, ayaklanmasını bastıramadığımız kalp atışları, kapatamadığım bütün bütün bütün kapılar.
Kağıttan gemiler, kordon boyları, nehir kıyıları, garlar, parklar..
Zeytin yeşilleri, kavun içleri.
Bu geldiğim yer, içine yerleştiğim ev, parçası olduğum her şey, birer birer taşıyıp, en derinime sakladığım zamanlarla, fotoğraf karesi gibi eski kitapların arasında bulunmayı bekleyenlerle, zihnimden sökülmeyen, kalbime düğümlü mevsimlerle var.
Karşılıklı oturduğum, göz göze durduğum, bir kar beyazlığına, kumsal sesine, kumdaki izine şahit olduğum her şeyi, gençlik telaşına kapılan, korkuya, heyecana yenik düşen, "canım çekti diye"lerle kendine yer bulan, akıl dışı büyülü anları, büyümek ağrısına kapılan her dakikayı bütün kalbimle kucaklıyorum, özlemle, uçurumlardan düşürse de iyi ki'yle...
Sevdiğime, sevildiğime, öptüğüme, yaşadığıma, sarıldığıma, yazdığıma, sustuğuma, içtiğime, açıldığıma, solduğuma değdi sanki hayat bu kadarlık kısmında. Korkaklığımla da cesaretimle de barışıyor muyum acaba...
Sanki uzun bir yoldan geldim ve upuzun derin bir uykuya daldım. Şimdi uyanıyorum yavaş yavaş. Çok şey birikti, yeri geldi taştı bunlar, seller altında bıraktı birçok şeyi. Şimdi birikenler kendi içimdeki akıntıya karışıyor, sularımla kucaklaşıyor.
İyi geliyor bu dalgalarıma, iyi geliyor aldığım yaşa, olduğum kadına..
Sevdiğim şarkılara, olmayan rüyalarıma, devamını kendime sakladığım yarımlara,
deniz kenarlarına, kenarlarıma, köşelerime.
19 Aralık 2019
İşte senin için bir şarkı... Thalassa - Giannis Parios
Her yılın sonunda kendime mektup yazıyorum, bir sonraki yılın sonunda açmak üzere.
Geçen yılın mektubu yok.
Yazmadım mı, yazıp da sakladım mı, arasam bulsam iyi olur mu, bir derde deva, yanlışa doğru, çıkmaza yol olur mu bilmem.
Belki de bile isteye kaybetmiş, kendi yakamdan düşmeye çabalamışımdır. Bulup buluşturmak kimbilir.., iyi bir yere çıkarmayacaktır.
2019 valizini topladığımız şu günlerde neleri yanıma alacağıma bakıyorum.
Geride bırakmaya kıyabiliyorum artık bir şeyleri, ki bu oldukça iyi.
Hafiflemeye rızamın oluşu.
Şimdi,
biraz akışında, saatsiz tarihsiz, sebepsiz sorgusuz sualsiz, olduğu gibi gelen, olduğumuz gibi gittiğimiz, ağırlıksız ve zamanları akrepten yelkovandan kurtaran arkadaşlar,
kışla birlikte avuç içlerime yürüyen leblebi sıcaklığı,
evime, günlerime, güzlere, kırgın yüzüme, kontrolsüz neşeme her dakika güneş iliştiren o sıcak kalp,
taze çiçekler,
içimi kucaklayan Ege köyü ve
koşarken kaçırdığım mevsimler...
Bu yıl ve her yıl yanımda olsunlar.
Sevdiğim şarkılar, yazmadığım mektuplar için hazırladığım kalemler kağıtlar,
bütün kutlamalar...
Yaşamı içimize akıtan bütün akşamlar, ortalıkta çınlayan kahkahalar,
günaydınlar, sarhoşluklar,
fotoğrafımızı çeken İstanbul sokakları, vapurları,
kucağımızın yastık olduğu kedi dolmaları,
paylaşılan sofralar, hoş geldinler,
silinen gözyaşları, yorgunluklara sımsıkı sarılanlar,
yolları gözlenenler, yollara dökülenler, dansa davetler,
birlikte büyüyenler, büyüttüğümüz hayaller,
deniz kıyıları, nar ağaçları, zeytin dalları...
Hadi gidelim.
9 Aralık 2019
müziğin sesini açabilir miyiz?
Her senenin sonunda başka bir yerde miyiz, yoksa yaşadığımız dört mevsimin yağmurları içimizde birikip, güneşleri tenimizde mi kalıyor... Kalıyor kalıyor ve birikiyor.., belki..?
Kimi sene daha sıcak, kimisinde daha uzağız yeni günlere..
Bu sefer çok şey olmuş gibi. Hayattan ne istediğimi bir cümle içerisine yerleştirebildiğim bir tarihteyim. Nerede olmak istemediğimi, ne için beklediğimi bildiğim...
Bir yandan çok tükenmiş, bir yandan da güç kaynağımı bulmuş gibi.
Bazen değil, sıklıkla çok korkuyorum kıramamaktan zincirleri, saplanıp kalmaktan bu "ortalama" işlere gidişlere...
Tatmin olamama ihtimalinin canavarlaştığı zamanlardan geçtim, geçiyorum. Bekleyişimin bir yerde nihayete varacağını biliyorum. En azından buna inanmazsam düşeceğimi biliyorum.
Şimdi ışıklar yandı her yerde, sokaklara neşeli şeyler döküldü. Hazır değilim daha derken, günler toplandı, kalbimi kıran gündelik telaşlar bile biraz sessizleşmeyi başardılar.
İçimde bir yerlerde yalnız başına, kenarda köşede kalmış renkler toplanmaya başladı.
Dileklerimin solup gitmesinden korktum biraz. Onları kendi hevessizliğimle yitirmekten..
Bu yılın çok harika olaylarını es geçmenin de beni kıracağını hissettim.
Bütün iyi ki'lerimi topluyorum yavaştan, eksiklerimi tamamlıyorum evimle, kalbimle ilgili..
Üşenip rafa kaldırdığım şeyleri havalandırma vakti. Kocaman bir senenin ezici ağırlığını bir kenara bırakıp yıkanıp paklanma vakti.
Beklemediğimiz bir şeylerin bizi bulma ihtimali karşısında kılıksız ve keyifsiz kalmak istemem.
Zannettiklerimin olabileceklerimden fazlasını vaat etmediğini biliyorum. O yüzden kendi önümü kesmenin bir anlamı yok.
Işıkları yakalım, sevdiğimiz insanları yakınımızda tutalım.
Dileklerimizi kalbimizde pişirip, avuçlarımızda ısıtalım,
ve bir yıl daha mevsimimizce yaşlanalım..
Yaşadığımıza değecek gibi, değdiği gibi..
İyi ki...
26 Kasım 2019
hayalim'den uzak
Çıkış yolunu bulamamanın çaresizliği kemiklerimin, kaslarımın arasına iltihap olarak sızıyor. Sızım sızım sızlıyor her yanım.
Gidebileceğimiz bir yer var, gidebilecek gücümüz yok.
Göz göre göre yaşlanırken, aslında birçok şey için epeyce genç olduğumuzu bilmek iç burkucu. Gençliğimizi bile isteye hırpaladığımız bu savaş canımı sıkıyor. Bir ömrüden, takvime çizik ata ata geri saymak zoruma gidiyor.
Sevdiğim hiçbir şeyi yapmaya mecalim yok.
En büyük hedefim her haftanın sonunu görebilmek.
Nasıl da yazıklaştı birden hayat.
Öyle kısır, öyle ıssız, öyle renksiz ve ağır, yapışkan bir şeyin içinde debeleniyorum ki, sevdiğim her şeyden uzaklaşıyor, hasbelkader ucundan yakalayabildiklerime de verecek bir enerji bulamıyorum. İliğim kemiğim, uykum yaralı.
Bir çıkış bulamıyorum. Bir şekilde şans eseri bulsam, oraya nasıl tutunacağımı, oradan nasıl yükseleceğimi bilmiyorum. Kalbim de, bedenim de, zihnim de, yaşım da bitap.
Oysa daha yollar var yürünecek.
Olmalı.
Sevdiğim mevsimler geliyor, geçiyor.
Pencereden bile yakalayamıyorum.
Bu gündelik telaş, ne amaca hizmet ettiğini bilmeden harcadığım emek, sonsuz yorgunluk..
Ne için.
Sahiden değecek mi?
Böyle kıyısız, topraksız, hasta ve soğuk ve uzak kalışımıza..
Bu kadar tebessümsüz başlayıp, yine, yeniden, yeniden, hiçbir şey değişmeden biten yüzlerce, binlerce güne...?
Sevdiğim şeylerin susuzluğuma yenik düşüp ölmelerine dayanamam,
gün gelip de onları yapacak gücümün kalmamasına,
böyle yitmeye, pas tutmaya,
mutlu edecek olanı bilip de mutlu olamamaya..
Hadi ömrüm, hevesim, hayalim;
sana en çok ihtiyacım olan yerdeyim.
18 Kasım 2019
bana kalsın'
Bazen delik deşik ederek, bazen de güneşlerle okşayarak beni büyüttüğüne inandığım şeylerin, yolun bir yerinde zavallılaştırılması, herhangi birinin herhangi bir yorumuna açık hale getirilmesi, bir şeylerle başa çıkılamadığı anda ilgi nesnesine dönüştürülüp harcanması, ortalığa saçılması pek çok kapıyı kendiliğinden kapatıyor.
Böyle olduğunda yazıklanmıyorum, üzülmüyorum hiç.
El değemez, dokunulamaz duygularımızın, anlarımızın bir tarafça sömürülmesi şefkat yaratmıyor.
Olsa olsa kutsalın gümbürdeyerek çöküşü.
İyi ki böyle.
Çok güçlüyüm şimdi.
Verdiğim her karar, yürüdüğüm her yol, kestiğim her bilet
nasıl da sağlamasını yapıyor kendiliğinden.
Vazgeçtiğim ve seçtiğim her şey; iyi ki.
1 Kasım 2019
söküm ayı, bölenay veya kasım
Upuzun bir ekimi ittire kaktıra buralara getirdik.
Çok beklediğim sonbaharlar bazen gökyüzündeki yağmuru yanlışlıkla içimin pınarlarına taşıyabiliyor.
Kavuniçi neşemle hasret gidermeye gidip, titreyerek döndüğüm bir yolculuk,
çıtırsız, yapraksız, birbirinin aynısı günler,
içime işleyen, içimi sıkan, çaresiz bırakan bir debelenme ve mutsuzluk hali derken,
buradayız.
Çok mecburen süren bir şeylerin, her yere bunca sızması, hevesimi ele geçirmesi, etrafa yayılması tadımı kaçırıyor, güçsüz hissettiriyor.
Hep inandığım, varlığına minnet duyduğum onlarca şeyi dibe çeken, karanlıkta bırakan bir şeyler var.
Bir yanım yine de yeşermeden duramıyor; sanki tek ve basit, üzerine çok da kurgulanmamış bir adıma bakıyor gibi yolların, yönlerin değişmesi.
Ne duruyorum?
Nereye gideceğimi, o bir adımla hangi uçurumdan düşeceğimi bilmemek korkaklaştırıyor.
Ve korku dediğimiz duygu epey manipüle edici bir şey.
Sıfır noktasının üzerimdeki ittirici gücü yaşlandıkça azalıyor. Bu da korkunç.
Yaklaşık bir- bir buçuk senedir kendime tanımadığım söz hakları getirdi belki işleri buraya. Bilmiyorum.
En sevdiğim insan, her şeyin sonunda oku hep kendime çevirmemin bir şeyleri çözmeyeceğini söyledi.
Hâlâ bir güç buluyorsam demek, değiştirilebilecek her şeyle ilgili en çabuk kendimden başlayabileceğime inanıyorum.
Belki pilim bitiyordur.
Yeterince deniz görmüyorumdur.
Gökyüzü içmiyorumdur.
Beynimde uçuşanları şehrin sokaklarına fırlatıp atacak kadar yürümüyor,
hiç değilse pasif bir direniş sergileyerek hiçbir şey düşünmeden ve yapmadan kalakalmayı becerip, onlardan kurtulamıyorumdur.
Öyledir veya böyledir.
Sonuç olarak insan yorulur.
Yorgunluğun mutsuzlukla birleştiği ve yakandan düşmediği noktada
öyle ya da böyle yeni bir yol için hazırlık yapman gerekir.
8 Ekim 2019
arkada kaldı'
Uzun uzun yazmak istediğim mektuplar var. Uzun uzun okunacak cümleler kurasım. Uzun uzun susasım. Boşluk boşluk yazasım..
Başka bir kırılımına geldiğimiz yolun bu anında, kalbimle hiç beklenmedik bir rastlaşmamız oldu.
Her şeyin kendi zamanını beklediğinin sağlamasını bir kez daha yaptım.
Büyüttüklerimin boy vermesi için birkaç mevsim geçmesi gerekti. Suların ılınması için, sahillerin sakınmasız uzanması için..
Yaptığım seçimlerin, kalbime iyi gelenleri hiç değiştirmediğini görmek 30 yaşımın en büyük çıktısı sanırım.
Olduğum gibi kalmak, bildiğim insan olmak yanağımı okşuyor.
Gelişen şeyler var, değiştirmeyi başardıklarım, uzun; çok uzun sürede evrilen, evrildikçe iyileşen şeyler. Deneyip yanılıp, yanılgılarımla değiştirdiğim yollar, gidişatlar.
Kucak açtıklarımla, sırtımı çevirdiklerimi yan yana koyunca kendime karşı daha dürüst olabildiğimi fark ediyorum.
Kendime ve diğer herkese karşı açık olmanın hafifleticiliği karşısında başka bir yol seçmek istemiyorum; ne kadar şansım olursa...
Şimdi, tarihimizin bu yerinde bir karar verdim. Aklımın, kalbimin hiç mi hiç karışmamasına olan şaşkınlığımı gizleyemiyorum.
Ellerim daha çok ısındı, perdelenen ne varsa attı üzerindekileri.
Omzumda bile isteye ve ağırlığından habersizce, yıllar yılı taşıdığım o yükleri birkaç makas darbesiyle atmak, geride kalan her şeyi özgürleştirdi.
Şimdi yuva hissettiğim toprakla aramdaki mesafeyi kapatmaya hazırım. Kalbimin sıcağıyla tanıştırmaya, uzak durduğum, yaklaşmaktan, açılmaktan, sularıma almaktan korktuğum şeylerin üzerine gitmeye, içine sızmaya hazırım.
Hayat bazen şaşırtıcı şekilde bağışlayıcı.
24 Eylül 2019
bulutlar, büyüler
Renkler değişiyor.
Sarılmak ihtiyacı, yün şefkati, avuçlarımıza kadar uzanan kazak sıcaklığı ufaktan yokluyor erken inen akşamları.
Ceplerimiz mandalina kabuklarıyla dolmayı bekliyor. Çaylar demlenmeyi, dizler kedilenmeyi.
Çok sevdiğim, çok özlediğim, içine yerleşmek için sabırsızlandığım yerleri var senenin.
Bu coğrafyada olmanın en güzel yanlarından birisi, bütün mevsimleri içine çeke çeke yaşayabiliyor olmak.
Her şeyden tükendiğin anda ağaçlar turuncu, yapraklar neşeli ve kıtırtılı.
Kimse hiçbir şeyi temizleyemez dediğin anda bembeyaz, kar taneleri neşeli ve yumuşak.
Mecalsiz ve ağır aksak kaldığında toprak diri, gökyüzü bereketli, çiçekler neşeli ve şarkılı.
Yorgunluğunu sarıp sarmalaman için güneş güneş üstüne, sular neşeli ve parıltılı.
Her şeyi çekilir kılabiliriz, göğe bakalım.*
10 Eylül 2019
yeterdi bana'
Bir mevsimi rüzgârlarla uğurluyoruz. Yerleşik olan birçok şeyin, yerini yadırgadığı bir yazdı. Bütün hislerin suyun yüzüne vurduğu, çırılçıplak kaldığımız; kendimizle, hislerimizle, sahip olduklarımız ve tercihlerimizle büyük pazarlıklara oturduğumuz, kucaklaşmaktan da kapıları çekmekten de çekinmediğimiz...
Ellerimdeki çiçek dağınıklığıyla*, artık omuzlarımda ve ensemde hissedebildiğim erken sonbahar ılıklığıyla, geç kalmış olsa da bazı yüzleşmelerin yarattığı dayanılmaz hafiflikle ve hâlâ uyanışlarımda potluk yapan gündelik sıkıntılarımla eylüldeyiz.
Yıl buradan viraj aldığında, hep son düzlük hissi gelip yerleşiyor içime. Bir koca yılın muhasebe defterleri açılmaya başlıyor. Küresel ısınmada bu yıl ne durumdayız; fikrim yok, ama nasıl oldu da eylül başladığı anda sonbahara giriş yaptık ve akşamlar kendisini İç Anadolu yazlarına çekti acaba...
Bu yıl sonunun, ya da belki bazı var gücümle açık tutmaya çalıştığım kapıları kapatmaya cesaret buluşumun getirdiği bitiş hissi, bir şeyler anlatıyor. Her yol, sonunu bir şekilde belli ediyor.
Bir cuma geceyi devirmiş, cumartesiye yuvarlamıştık. Hepimiz gevşemiş, hepimiz masa başında içimizin bulanıklıklarına hep birlikte bakıyorduk. Gördüğüm onlarca şeye eklenen başka şeyleri bulduk birlikte. Daha hafif, daha huzurlu, daha güçlü kalktım o masadan. İnatla tuttuğum kapıları bırakmanın sağlamasını yaptığımızdan belki. Ya da olması gerektiği gibi olana izin vermiş olmamın yayılgan doğruluğundan.
Bir yandan da başka başka yolların korktuğum sonları yaklaşıyor, hissediyorum. Dünkü hayal kırıklığım, artık iyice farkına vardığım inançsızlığım, en kötüsü de kaçacak bir yer bulamayışım büyük bir depremdi.
Biliyorum bu afet, ya coşkun ve beklenmedik iyi şeylere ya da hiçbir yere hareket edemediğim bir bataklığa sürükleyecek beni.
Hiçbir aksiyon planım yok. Çözüme yönelik basamakların başında, yolların sonundayım.
Mucize beklemiyorum. Kendi mucizemi yaratacağım bir aralık sadece ve
kırgınlığa, üzgünlüğe alışmayı reddedecek kadar hayat sevgisi.
29 Temmuz 2019
kokuların şarkısı"
Bu temmuz çok uzun, çok dönüşümlü, kalben dinlenmiş, rutin içinde yorulmuş geçiyor. Belki de bir yerinden tutup da başlattığımız "yeni yarın" heyecanından öyle geliyordur.
İç denizlerimin sütliman bir kıyı boyundayım.
Hem hiçbir şey canımı sıkamıyor, hem de her şey fazla ağır ve sıkıcı ve yakamdan düşmez gibi.
Ömrümün üçüncü onluk dilimine belirgin farklılıklarla girmek büyük güç verdi ve sanıyorum kalbimi de genişletti. Uyanıp da mecburen yaptığımız şeylerin sahici zorunluluklara dönüştüğünü ve artık yegâne amacımızın bunları tamamlayıp üzerine çizik atmaktan ibaret olduğunu hissediyorum.
Hayat galiba daha önce hiçbir anında bu kadar cömert bu kadar "Al beni n'aparsan yap"çı olmamıştı.
Son zamanlarda sevdiğim kadınların birçoğuyla sohbet etme şansım oldu. Hepimizin sokaklarına, yollarına, koynuna koyduklarına, rüzgâr boylarına baktığımda daha da inandım kalbimi yırtacak gibi gümbürdeyen nabzıma.
Doğru yerdeyiz..
Ömrün ihtiyacı olan,yaşamama değecek ne varsa şimdi benimle gibi.
İnsanların ve şehrin içindeki derin mutsuzluğumun aksine, kendimle, sahip olduğum zamanla yavaşçacık bir ateşkes imzalıyor gibiyim.
İçimin başka başka kadınları, başka başka şeyler hissedip yaşıyorlar ve bunlar bir yerde, bir anda bir araya gelmek için hazırlanıyorlar gibi.
Her şey biraz "gibi"...
Her şey çok yeni, çok acemi ama kendinden emin.
Bu güven veriyor, iyi hissettiriyor.
"Yeni" bir yerine pencerelerini açmak hayatın, artık parçası olduğum şu semtte kendimi büyütmüş olarak yol almak, düğümlerimi çöze çöze varmak her akşam kapıya, kara kızın bile güvenini kazana kazana..
Sevgilerimin artık yerini yadırgamaması, kalbimin sakinleşip neye ihtiyaç duyduğunu açık açık söylemeye başlaması..
Heyecanlarım şekil değiştiriyor. Ve ilk kez korkmuyorum şimdi.
Belki de artık "kendim" olan şeyin, yitirebileceğim bir şey olmamasından..
Korkmuyorum kapıları kapatmaktan.
Nokta koymadan başlanamıyor yeni bir cümleye.
Artık beslendiğim yer kırgınlıklarımız olmasın istiyorum.
Yeni, mavi ve sadece olduğu anda salınan bir su kıpırtısı olmaktan hoşlandım.
Dalgalanıp da çırpınmak zorunda bırakmazsam hiçbir şeyi,
iç içe geçebiliriz, nefes alabiliriz ve tüm bu kabulleniş öper belki de yanaklarını yaşadığımız her şeyin ve değer tüm kilometrelerine yollarımızın..,
değil mi?
Sadece hislerim var şimdi ve hiç olmadığım kadar kendimde, hiç olmadığım kadar berrak, hiç olmadığım kadar tanıdık bir o kadar da yabancıyım bu kendime.
Bunun
bir rengi olsaydı ve sorsalardı, kesinlikle, sütlü şeftali ve alkol mavisi arasında kalıp, bir seçim yapamazdım.
Yapmazdım.
"Kişinin demini alıp gerçeğe yakınlaşması hakikaten zamanla mümkün...
Coşkuyu korumanın her mevsim çiçeğe durmak olduğunu sanırdım bir zamanlar.. Meğer coşkular ancak gönlünün çiçeğini açtıracak anları doğru seçerek korunabilirmiş.
Koşmak isterdim ben ve bir an önce varacağım yere varmak. Meğer yürüdüğün yolları iyice tanımadan bir yere varılmazmış.
Cesaretin kılıca davranmaktan korkmamak olduğunu sanırdım. Meğer cesaret, kılıcına davrananın karşısında gülümseyerek durmakmış.
Hayattan daha geniş biri olmak isterdim hep. Meğer hayat önünde senin genişliğince uzanırmış.
Özgürlüğü çekip gidebilmek sanırdım. Meğer özgürlük gitme arzusunun bile kölesi olmamakmış."
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)