29 Kasım 2014

-iyle Yan**


Bir akşam vaktiydi. Belki gece. Belki gece bile yırtılmıştı. 
Julia Dream çalıyordu. Çalmıyordu. Yıldızlar gibi dökülüyordu.
Senelerce ne zaman ışığı kapatsam, listeden bunu seçti.
Ben ne zaman evdeysem.
O ne zaman erkenden kalkıp işlerini ben uyanmadan halletmeye kalkışsa.
Julia Dream hep çalardı.
Ben ne zaman oradaysam.
Orada olmadığımda da çalardı. Ben öyle düşünürdüm.
Ama bir yaz günü, ayrılık şarkısıyken öğrendim o Julia'nın kalp atlasındaki koordinatlarını.
Ancak o zaman.
Bir ömür taşımak istedim sonra bunu varlığımda.

Şimdi bir mevsimin son günleri.

Ve bana diyor ki..:
"Yazdıkların..."
Yazdıklarım.
"Eşdeğer..." diyor.

Birinin en kıymetlilerinin olduğu fotoğrafa yerleşebiliyorsan,

o seni sahiden,

o sana sahiden,

...

26 Kasım 2014

ilkokul ve bazı şeyler


Girdiğim hiçbir kırtasiyede çizgisiz, dikişli, a5 defter yok biliyor musun? İlkokul çocuklarını illâ ki bir çizgiden yürütmek istiyorlar, karelere sıkıştırmak. Neden öyle? Sınırlarından taşarlar diye mi? Taşsalar nasıl yediverenler gibi dökülürler ortaya, hiç bilmiyorlar. İki gündür buna kederleniyorum biraz. Zamanın tozlarını biriktirmek için ilkokul defteri almak istiyorum. Onu kaplamak. Aynı yaz defterim gibi. Ve sonbaharın son haftasına kendini yettiremeyen gibi.

Bir mevsimin son günleri. Ben söylemiyorum. İlkokul mevsimler tablosu öyle söylüyor. Aralıkla birlikte mi başlıyor kar? Bilmiyorum. Ben denizli şehrin, yaz çocuğuyum, ama bir sır vereyim mi? Tenim kuru soğuk, içim ayaz, yazım ıhlamur, gözüm nehir çekiyor. Karı tahmin bile edemezsin. Edersin aslında. Bilirsin. Bana iyi gelen şey, oluşumumdaki bütün yer ve zaman unsurlarını yerle bir eden bir karşıtlık. Aslında diyemem ki; denize kıyım yok. Belki mevsim aşkımdır bu ciğerime ciğerime kazınan iklimsel duygular. Bilmiyorum. Ama mevsim tablosunu dört çarpı üç; deli gibi seviyorum. 

Bugün Mecidiyeköy'de otobüs beklerken yağmur yeniden yağmaya başladı. Yağmur hep Mecidiyeköy'de otobüs beklerken kendini tutamıyor çünkü. Ben yağmur olsam, ben de orada sabırsızlığıma yenilirdim. Deniz oldum, elimden bir şey gelmiyor. O düğüm düğüm insanın, yığın yığın aracın arasında hayata sabretmek epey zor. Kızmıyorum hiç, yağmur gölgelerimizde çıtırdayan yaprakları yıkıyor, sokakları temizliyor ve suya değmek, suyla yürümek, suyla büyümek; hep güzelleştiriyor bir şeyleri. Belki Mecidiyeköy'ü bile. 
Bir tek kedilere üzülüyorum. Çünkü ıslanmış tüyler üşütüyor onları.
Sabah bizim paspasa Tozluk gelip kıvrılmış. Kapıyı kitlerken botlarımda tepindi. Katı birlikte indik ama peşimden çıkmak istemedi, yağmurda üşümekten korktu. Korkusunu öptüm ben de.

Burada her öğünümü onlarla paylaşıyorum. Akşam yemeği yalnızlığı, paylaşılan ve yalnızlıktan çıkan bir şey oluyor o zaman. Hazır mama vermesinler istiyorum, çünkü alıştırıp da vermeyi kestiklerinde, çöplerden ve bizim çıkardıklarımızdan hiçbirini yiyemez hale geliyorlar. Ve hayat çok çetin. Olmaz ki öyle yapay, kanserojen, kıtır kıtır şeylerle. Soğuk şeylere bağımlı hale geliyorlar. Sıcakcık, et sulu pideler kıyıyorum halbuki ben onlara. Küçücük mideleri ısınmasın mı?

Bazen kederleniyorum böyle. Sahip olduğum karanlıklar dışında başka şeylere. Bundan bahsettik biraz, evvelsi akşam mıydı, rüyada mıydı, rüya kadar kısa bir gezintide miydi, alışığı olduğum, yapraklı bir kanepe kenarında mıydı, sana bıraktım. Şarabî bir geceydi. Mazhar'la kendimize, Ahmet Kaya'yla sokağımıza, ve geriye kalanlarla birbirimize üzülüyorduk. Şiirlerin, şarkılara karıştığı, neye üzüleceğimizi şaşırdığımız, sonra bu şaşkınlıkla birbirimize sarıldığımız, iyi ki'si, keşke'si bol, öyle kalbe yakın bir akşamdı. Öyle akşamlar baş ucundaki çerçevelerden, kalp aynalarından eksik edilmemeli.

Bugün çok konuşuyorum. Bazı günlerin fibrozit ağrısı omuzdan ele varmakla yetinmiyor. Sessizlik de çullanmasın, ağrı ağrı üzerine binmesin diye bu kadar laf- söz oyalanması. Gerçekten.
Belki de çizgisiz bir defter edinemediğimden. Henüz. Bütün bunlar onun arasına sıkışacaklar listesinde ama, işte...

Yarın kalkıp evin ampullerini değiştirmeye çıkayım. Biraz mandalina almaya.
Çünkü vücuduma giren vitaminleri önemseyen birisi var.
Anne değil.
Ve bazı insanlarla konuşmak böyle değil. 
Sadece nefes tüketmek.
Yoruluyorum.
Canım hiçbir şey istemez oluyor.
Belki mandalina alırsam.
İster canım meyve, renkler ve ...

24 Kasım 2014

3.


...
-Ne tuhaf, biz her zaman her yerdeyiz ikimiz-
Şarap içmişiz, üşüyoruz
Dışarda dünya silinmiş
İkimiz ikimiz ikimiz
Böyle birkaç defa ikimiz
Sonra ki bir fotoğrafa dönüşüyor her şey
Nasılsa
Sarı emmiş, mor çekinmiş, kahverengi bir fotoğrafa
Sahi, kalınca bir şey giyinmeliyim ben
Üşümüyorum da
Bende herkes var, diyen bir kızın titrek
Sesleri dökülüyor kucağıma
Dudaklarım kan mavisi bugün.

Edip Cansever

19 Kasım 2014

dolu


Sevgili ....,

Sana bir şeyler yazmaya karar verdim.
Belki çizmeye de.
Zaten her şeyin başladığı yerde hep bu kararı veririm.
Zaman zaman kıymetlenir, zaman zaman da önemsenmez.
Görmezden geldiğin zamanlar olduğunu biliyorum.
Buna kırılmamayı, daha doğrusu bu konu üzerine düşünmemeyi öğreneli epey oluyor.
Ellerimi sevip, kalemimi sevmeyebilirsin.
Bunu anlarım.
"Ellerimi sevmen yeterli" demeyeceğim ama.
Sevene kadar yazacağımı söylemek daha kuvvetli bir şeylere çağırıyor çünkü. 
Sevdiğim yazar adam bir alıntı yapmıştı: "Baştan çıkarma eylemi 'hayır'lardan yılmamak demektir..."
Sözcüklerimi itmediğini biliyorum ama kollarını açmadığını da biliyorum.
Ve bu sessiz kalışlar senin de söz ettiğin gibi, karşındakinin savını onaylıyor.
Ben susuyorum, sen bu suskunluğun üzerine bir kelime koymuyorsun.
Yorumlarına ihtiyaç duymuyorum.
Duygularına olduğu kadar.
Her gece biriktirdiğim bir şeyler var.
Bunu daha önce de, başka not defterlerinde, başka kelimelerle yapmışlığım ve yine eski değil nostaljik görünümlü bir şeylere sarmışlığım var.
Hoşa gidiyor diye değil.
Hatıra olmak, kalmak istemekten.
Kalmak istemek.
Evet böyle bir derdim var.
Bugün çok sevdiğim bir filmi tekrar izlerken, kardeşim beni o Fransız kadına benzetti.
Küçük şeyler meselesinde.
Herkesin kendine özgü özellikleri olduğundan ve de her kaybın bir kayıp olduğundan bahsederken.
Ve küçük bir kızken okul yolunda ağaç gölgelerini izlediğinden söz ederken.
Bu gibi şeyler esnasında.
Mutlu oldum.
Ve belki de verip de uyguladığım bu karar da bir ağaç gölgesinin rengini yakalamaya yanaştığı içindir.
Posta kutunda okumadığına çok emin olduğum şeyler var.
"Okusaydı, bilirdi ve sormazdı" dediğim şeyler.
Okumadığın bütün cümlelerimin üzerine bir dolusunu daha hazırlıyorum.
Çünkü bir gün geriye bedenlerini yitirmiş bir şekilde bir tek onlar kalacak.
Ve işte o zaman özlemek gerçek anlamını bulacak.
Ve belki de,
o zaman beni "sahiden" dinlemek isteyeceksin.
Buna çaba harcayabilirim.
Biliyorsun.
Biliyorsun ama korkmuyorsun.
Ve bütün kırılan şeyler, hep bu korkusuzluklar yüzünden.
Onu da biliyorsun.

9 Kasım 2014

için telefon kulübeleri*


Üşümem büyüyor.
Karın ağrım büyüyor.
İçimdeki hortumsu, tsunamimsi girdap büyüyor.
Göğüs kafesime sıkışık filler büyüyor.
Kaçamadığım, savaş alanı gibi rüyalar büyüyor.
Yalnızlık zaten hep büyüyor.
Çıkış kapısının yazısı büyüyor, kendisi küçülüyor.
Yollar büyüyor. Mesafeler daha çok.
Otobüste hemen arkamda oturan adamın dizi büyüyor.
Ardından durak isimlerini asla göremediğim camların buğuları büyüyor.
Caddelerdeki insanlar çok büyüyor.
Çocuklar. Büyüyorlar. Büyümeseler.
Filmlerin dakikaları, dizilerinki daha çok.
Bir şeyler aklımda çok büyüyor.
Sofraya dizeceğim tabaklardan kaçı yoğurtlu olmalı mesela?
Kabak sevenler, sevmeyenleri sevince ne olacak?
Hem makarnanın, hem pizzanın karbonhidratının sağladığı mutluluk da göbekleri büyütüyor.
Mutsuzluk büyüyor.
Gerçek şeyler büyüyor.
Eller büyümüyor.
Çalışan insanların hafta sonları da büyümüyor.
Kimbilir, belki balkondaki orkideler de büyümüyor.
Dışarıda bu yıl sonbahar büyümüyor.
Oysa November Rain'e yakışacak kadar büyük bir şeylerin zamanındayız.
Gerekli şeylerin büyümediği yerden selam.
Büyüdükçe mutsuzlaşan, umutsuzlaşan şeyleri aniden tutup öpmek filan.