26 Kasım 2014

ilkokul ve bazı şeyler


Girdiğim hiçbir kırtasiyede çizgisiz, dikişli, a5 defter yok biliyor musun? İlkokul çocuklarını illâ ki bir çizgiden yürütmek istiyorlar, karelere sıkıştırmak. Neden öyle? Sınırlarından taşarlar diye mi? Taşsalar nasıl yediverenler gibi dökülürler ortaya, hiç bilmiyorlar. İki gündür buna kederleniyorum biraz. Zamanın tozlarını biriktirmek için ilkokul defteri almak istiyorum. Onu kaplamak. Aynı yaz defterim gibi. Ve sonbaharın son haftasına kendini yettiremeyen gibi.

Bir mevsimin son günleri. Ben söylemiyorum. İlkokul mevsimler tablosu öyle söylüyor. Aralıkla birlikte mi başlıyor kar? Bilmiyorum. Ben denizli şehrin, yaz çocuğuyum, ama bir sır vereyim mi? Tenim kuru soğuk, içim ayaz, yazım ıhlamur, gözüm nehir çekiyor. Karı tahmin bile edemezsin. Edersin aslında. Bilirsin. Bana iyi gelen şey, oluşumumdaki bütün yer ve zaman unsurlarını yerle bir eden bir karşıtlık. Aslında diyemem ki; denize kıyım yok. Belki mevsim aşkımdır bu ciğerime ciğerime kazınan iklimsel duygular. Bilmiyorum. Ama mevsim tablosunu dört çarpı üç; deli gibi seviyorum. 

Bugün Mecidiyeköy'de otobüs beklerken yağmur yeniden yağmaya başladı. Yağmur hep Mecidiyeköy'de otobüs beklerken kendini tutamıyor çünkü. Ben yağmur olsam, ben de orada sabırsızlığıma yenilirdim. Deniz oldum, elimden bir şey gelmiyor. O düğüm düğüm insanın, yığın yığın aracın arasında hayata sabretmek epey zor. Kızmıyorum hiç, yağmur gölgelerimizde çıtırdayan yaprakları yıkıyor, sokakları temizliyor ve suya değmek, suyla yürümek, suyla büyümek; hep güzelleştiriyor bir şeyleri. Belki Mecidiyeköy'ü bile. 
Bir tek kedilere üzülüyorum. Çünkü ıslanmış tüyler üşütüyor onları.
Sabah bizim paspasa Tozluk gelip kıvrılmış. Kapıyı kitlerken botlarımda tepindi. Katı birlikte indik ama peşimden çıkmak istemedi, yağmurda üşümekten korktu. Korkusunu öptüm ben de.

Burada her öğünümü onlarla paylaşıyorum. Akşam yemeği yalnızlığı, paylaşılan ve yalnızlıktan çıkan bir şey oluyor o zaman. Hazır mama vermesinler istiyorum, çünkü alıştırıp da vermeyi kestiklerinde, çöplerden ve bizim çıkardıklarımızdan hiçbirini yiyemez hale geliyorlar. Ve hayat çok çetin. Olmaz ki öyle yapay, kanserojen, kıtır kıtır şeylerle. Soğuk şeylere bağımlı hale geliyorlar. Sıcakcık, et sulu pideler kıyıyorum halbuki ben onlara. Küçücük mideleri ısınmasın mı?

Bazen kederleniyorum böyle. Sahip olduğum karanlıklar dışında başka şeylere. Bundan bahsettik biraz, evvelsi akşam mıydı, rüyada mıydı, rüya kadar kısa bir gezintide miydi, alışığı olduğum, yapraklı bir kanepe kenarında mıydı, sana bıraktım. Şarabî bir geceydi. Mazhar'la kendimize, Ahmet Kaya'yla sokağımıza, ve geriye kalanlarla birbirimize üzülüyorduk. Şiirlerin, şarkılara karıştığı, neye üzüleceğimizi şaşırdığımız, sonra bu şaşkınlıkla birbirimize sarıldığımız, iyi ki'si, keşke'si bol, öyle kalbe yakın bir akşamdı. Öyle akşamlar baş ucundaki çerçevelerden, kalp aynalarından eksik edilmemeli.

Bugün çok konuşuyorum. Bazı günlerin fibrozit ağrısı omuzdan ele varmakla yetinmiyor. Sessizlik de çullanmasın, ağrı ağrı üzerine binmesin diye bu kadar laf- söz oyalanması. Gerçekten.
Belki de çizgisiz bir defter edinemediğimden. Henüz. Bütün bunlar onun arasına sıkışacaklar listesinde ama, işte...

Yarın kalkıp evin ampullerini değiştirmeye çıkayım. Biraz mandalina almaya.
Çünkü vücuduma giren vitaminleri önemseyen birisi var.
Anne değil.
Ve bazı insanlarla konuşmak böyle değil. 
Sadece nefes tüketmek.
Yoruluyorum.
Canım hiçbir şey istemez oluyor.
Belki mandalina alırsam.
İster canım meyve, renkler ve ...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder