Küçücüktüm büyüdüm ama ben masalımı da gördüm =)
Mezun olduk...

Gün biter gülüşün kalır bende
anılar gibi sürüklenir bulutlar
Ömrümüz ayrılıklar toplamıdır
yarım kalan bir şiir belki de
Aykırı anlamlar arayıp durma
güz biter sular köpürür de
kapanmaz gülüşünün açtığı yara
uçurum olur cellat olur her gece
Her gece yeniden bir talan başlar
acı ses olur, ses deli bir yağmur
eski bir eylüle gireriz böylece
Burada yağmur yağıyor
Aralıksız yağıyor günlerdir
Ama sen yine de şemsiyeni
Almadan gel ilk otobüsle
Buğulanan camlara usulca
Yüzünü çiziyorum ki yüzün
Bir yağmur damlası olup
Düşüyor yapraklarına gülün
Güller de bozamıyor bu uzun
Karanlık sessizliğini kentin
Anılarını yitiriyor sokaklar
Bezirgânlaşıyor bulvar ışıkları
Tarih de kekemeleşiyor bazan
Ki o zaman aşktır tek bilici
Aşksa yürümek gibi bir şey
Duyabilmek kuşların gelişini
Anısı bizsek eğer bu kentin
Unuttuğu türküler bizsek
Acıyı rehin bırakıp bir güle
Anımsatmalıyız bunları bir bir
Sonra yürümeliyiz seninle
Sokaklara caddelere çıkmalıyız
Belki bir aşktır bu kentin
Belleğini geri getirecek olan
PASAPORT KAHVESİ
Kıyıda, taşın üstünde
oturmuş denize bakıyor
Kimse konuşmuyor onunla
ne rüzgâr ne de izmir
Gün bitiyor ve lacivert
sözcükler çekiliyor
susuşların ipek ağıyla
Az ötede pasaport kahvesi
- Gel, bir bardak çay içelim
diyor bütün gün beklenen
Bulut suya değiyor
su zamana
ve yalnız çakıltaşları
değil aşınmakta olan
Batık bir gemi
gibi uzaklaşırken ordan
yakamozlar kalıyor geride
balkıyan acılar gibi
Eskiyen neydi günboyu
yaşanan neydi
hangi bıçağı biledi deniz
ey bulutlar
ey martılar
ona sevdiğimi
söyleyin
rüzgârlı bir tepede
yan yana oturdular
adam kadına baktı
yavaşça sarıldı
biraz çekingendi kadın
öylece kaldı
sonra birbirine yaslanan
adaları gösterdi adam
öpüşen martıları
kucaklaşan bulutları
işte her şey böyle dedi adam
uzandılar sonra
gökyüzüne baktılar
iki yaprak vardı üstlerinde
bir değiyorlar
bir ayrılıyorlardı
bak herkes sevdiğiyle
beraber dedi adam
şarap içtiler sonra
yazdıkları şiirleri okudular
bildikleri şarkıları
bir şiir ötekine benzemiyordu
bir şarkı diğerine
ellerini üst üste koydular
adamın parmakları uzun
kadınınkiler kısaydı
yalnız o kadardı benzerlikleri
sonra birbirlerinin
dudaklarına baktılar uzun uzun
gözlerine
saçlarına
çiseleyen yağmura
yaklaşan vapura baktılar
vakit geldi dedi kadın
adam eğildi
kadının gümüş yüzüğünden
öptü
bırak zamanı dedi
biz olmasak
zamanın ne anlamı var
kalktılar sonra
patikalardan yürüyüp
kıyıya geldiler
deniz öylece duruyordu
dünya böyle dedi adam yine
işte aşk böyle
şiir böyle
Nurullah Can
Mucize, nerde saklı o? Bulutlarda mı? Yağmurun yağması belki.Goncaların gelin gibi süslenip gül olmaya hazırlanmaları… Erguvanların eflâtuna çalan renkleriyle donatmaları taş kaldırımları. Ya da belki yağmur sonrası bir renk cümbüşü, bir coşku şeridi. Bir gülümseme hayata… Gökkuşağı… Belki de, belki de sadece bir tatta. Dondurma? Onun kadar tatlı ve huzur verici bir şeyde. Belki de kavun kokusu ya da çilek kokusu gibi bir kokuda ya da vişne kızıllığı…
Kalemi oynatamıyorum.
Güneşi yolladık bütün renklerle…
-30.03.2006/ Perşembe – 15.15
Bir varmış bir yokmuş. 3 yıl önce Özel Ege Lisesi Krallığında prensler ve prensesler buluşmuşlar.Altı güzel prenses ve beş prensin yolları krallıktaki son senelerinde kesişmiş. On bir yıldızdan ilki güzel prensesimiz, Rapunzelimiz, nazlı kızımız, saf, masum bakışlı ışıl ışıl yürekli, dinginliğin egemen olduğu bir zekanın ışıltısında gülümsemesiyle bizlerle olan Nazlı Gönülşen…
Krallıkta günler kimi zaman vals yaparak kimi zamansa şarkılar söylyerek geçiyordu. Güneşli günlerin ışıltısıyla yaşam devam ederken on bir yıldız arasındaki bağ daha da kuvvetleniyordu. Engin denizin kızı, Çılgın dalgaların renkli sörfçüsü, “amin” leriyle herkesin en sadık duacısı, güneşin hayata yansımalarından en renkli olanı, tartışılmaz bir soluk, alevin en kızıla çalan bölümü ve cennet prensesi yıldızımız Nil Osmanoğlu…
Gündüzler geceleri, günler ayları kovalarken, yıldızlar bulutlara göz kırparken, pofuduk pembe gülücükler krallığın etrafında dolaşırken, melodilerin çevrelediği, renkli rüzgarların doldurduğu krallıkta, prenseslerden pofuduğumuz, cincin pemboşumuz da şarkısını söylemeyi sürdürüyordu. Al al yanaklarıyla, kocaman masmavi cam gibi gözleriyle, İzmir masallarının sevdalısı ışıltımız Eda Kaymakçı…
Günlerin getirdiği sürprizler ve renkler yeni ışıltılar saçıyordu on bir cincinin üstüne. Mevsimlerden kış: bembeyaz on bir kar kristali. Bahar: on bir kızıl, kan kırmızısı gelincik. Yaz, ateşten bir güneş dilimi, mavinin her tonundan dalgalar. Güz: sararmış, kavuniçi yapraklar. Gökkuşağının alacasında yeni ışıklar. Bu yansımalardan bir neşe patlaması, kahkaha tufanı, dans kraliçesi, heyecanın ve coşkunun, gülümsemenin hüküm sürdüğü bir coğrafya Yasemin Çalışkan…
Bu dinginliğin arasında eğlence, coşku tabii ki krallığın vazgeçilmeziydi. Herkesteki heyecanı yaratan, gülümsemelere sebep, çocuksu neşesini, pozitif enerjiyi aşılayan, coşkusundan hiçbir olumsuzlukta en ufak bir şey kaybetmeyen krallık soytarısı on kişinin de kalbinde taht kurmuştu. Araba sevdalısı, başkanımız, şanımız, gülüşümüz, “Şoförsen bas gaza, aşıksan vur saza” sloganıyla her daim yanımızda ve gönlümüzde yeri başka olan yıldızımız Efe Ersoy…
Bu coşkuya, bu mutluluğa tek düşen gölge ÖSS adlı alevler püskürten ejderhaydı. Bir anda valsleri yarıda bıraktıran ama umut kıvılcımlarını söndürmeye gücü yetmeyen bir canavardı. Melodileri tüketmeye alevleri yetmese de kara bulutları üstümüze toplamayı başardı. Kıvır saçlı, sevimli, siyahın karanlığı, beyazın aydınlığıyla dengeyi kurmayı başarabilen, araba sevdasını krallık soytarısıyla da paylaşan kardeşimiz, yıldızımız Melih Öztekin…
ÖSS canavarının gazabı krallık üyelerinin üzerinde hüküm sürerken, tüm krallık başka krallıkların ‘test’ kağıtlarından geçilmez hale gelmişken, 11-C krallığı farklı kişiliklerin oluşturduğu enteresan manzaralara sahne oluyordu. Bunlardan en görülmeye değer olanı da, krallığın bilim sorumlusu, teknoloji uzmanı, aslan ünvanıyla krallığa her türlü donanım ve desteği sağlayan, efendi görünümlü yıldız Adem Elgit...
Krallık bilimsel gelişmelerle güç kazanıp, teknolojik donanımının doruklarında dolaşırken, ÖSS mücadelesi canla başla devam ederken, silahlarımız, testlerimiz krallığımızı çevrelerken müziğimiz hala içimizdeki varlığını koruyordu. Ortalarda dolaşan bir tombik pisi, kalem- kağıt sevdalısı, incik- boncuk süslemeleriyle krallığın yazı işleri sorumlusu, derin suların maviliği, renk düşkünü, krallığın tahtasını boş bırakmaya gönlü elvermeyen yıldızımız Deniz Marmasan…
Zaman zaman krallığın on bir yıldızı, canavar ve savaştan yorgun düşüyor, isteksizliğin kıyısında oturup, birbirlerine umut ve güç aşılamaya çabalıyorlardı. Böyle zamanlarda güneş yeniden doğuyor, çiçekler yeniden gelin gibi süsleniyor, içlerindeki umut alev alev oluyordu. Farklılığıyla, ani tepkileriyle, aynalarla olan arkadaşlığıyla, saçıyla olan kavgasıyla, tarih sevdalısı, sarı- kırmızı suların kızı, lezzet düşkünü yıldızımız Mahmurcan Akdaş…
Krallıktaki on bir kişi arasındaki bağ zamanın yıpratamadığı, olayların aşındıramadığı kuvvetli bir sevgiye dayalıydı. Zorluklar karşısında birbirlerinin yolunu aydınlatan on bir meşale olmayı öğrenmişlerdi. Ne düşmanlar, ne karanlıklar, ne ÖSS ruhlarındaki ezgiyi, zincirin on bir halkasını yok edemeyecekti. Bu on bir halkadan biri vardı ki, krallık feylesofu, mükemmel ışınlanma üstadı, sürekli düşünen sürekli yazan adam, ömrü saat saymakla geçen aziz, krallık derslerine giriş-çıkışları meşhur olan yıldız Remzi Serhat İşbecer…
Bugün bizi bir araya getiren ve birlikteliğimizin kanıtı olan bir gün. Son değil, başlangıç belki de. On bir farklı coğrafyaydık biz. Bir araya geldik bambaşka bir sentez oluşturduk. Eşsiz bir lezzet, benzeri olmayan bir renktik. Dostluğun, kardeşliğin, ‘aile’ kavramının temel olduğu bir zincirdi bizimkisi. On bir farklı ruhtuk, sonunda bir bütün olduk. Biz birbirimizi gerçekten çok sevdik, gelecek için sözümüzü verdik.. Masalımız devam edecek. Krallığımızı sağlam yapan kişi, ağır abimiz, öfkeli babamız, sert ama samimi, daima sığınabileceğimiz limanımız, müziğiyle bizi biz yapan kralımız, Sinan Biçer…