15 Ocak 2018

süveyda*


Doğru nerede başlayıp yatağına kavuşur ve yanlış kime göre biçimlenen bir şey; hepsi birbirinden farklı hislerle kavrulan buyrukları varken günlerin; kim nasıl tamamına erdiriyor bunları.

Yargılanmadan akan bir su olmak ne zor, duran bir su, gerinen bir su. Oysa su olmanın berraklığı kendisinde. Değil mi. Hareketi özünde taşımak. Sözlükte bulunmayan her ton, her dalga birilerinin yanlışlarına meylediyor. Oysa ne rüzgâr olup esmek, ne de dağ olup dikilmek değiştirilebilecek bir şey. İnsan olmak yeteri kadar hoyrat ve yıkıcı bir şey değilmiş gibi, insanın insanın kuyusu olması çok savaş gerektiriyor.

Cümleler, bakışlar, bakamayışlar, yollara çıkamayışlar, göğsünün orta yerine toprak atışlar, kılıçları savuruşlar, dişlerden kan damlatışlar, kılıçları savuruşlar, cümlelere özne, hayata yüklem oluşlar, kaleyi boş bırakamayışlar, saramayışlar, sarılamayışlar, bırakıp kaçamayışlar...

Her yoksunluğun ve her taşımın bir yere varışı zamanı yoruyor ve ölümlülüğünü hatırlatıyor varlığa. Seçemediğimiz bir yaşamın, seçebildiğimiz bir yaşayışı olma ihtimali nasıl bu kadar yukarıdan bir arzu olarak görülüyor? Bazen amacımızı şaşırıyorum bu dünya mahallesinde.
Mal edileceğimiz şeylerin bir diğeri tarafından cetvellerle çizilmesi aklımı karıştırıyor. Denklemlere bu kadar bel bağlanması kalbimi kırıyor.

Yeni bir sözcük. Kalbin ortasındaki gizli günahların saklı olduğu sanılan siyah birikinti, benek, karanlık anlamına gelen.

Nefesimin üşüdüğü yerde, dudaklarımı öpüyor oysa tirşe titreşimleri enginliğin. Ama karanlığın, güneşin halledeceği bir mevzu olduğunu kimse kabul etmiyor.

Değmek, değinmek, değer vermek zamanla unutulup yiten, yitirildikçe hiç var olmayan kurmaca bir anıya dönüşüyor. Oysa gönüllü olmasa da, çıkılan yolda gönül gönüle olmak var. Okşamak başını hataların, paylaşılan gün dönümlerinin hatrına insan olan yerlerimizi unutmamak var.

Birlikte burulmak, hayatın içine doğru birlikte yürümek, güneşin birikintilerimize sızmasına birlikte izin vermek var.

Bir kuzey masalını senelerce saklamak, bir üşüyüşün sırtında yürüyüşüyle aşk arasındaki kutsal bağa inanmak, tren raylarından el yazıları biriktirmek, sokak isimleriyle evsiz ceplerimizi doldurmak, affetmek her şeyi ve düğümleri çöze çöze rüzgâra, yağmura, sise, pusa eyvallah edip, anda kalmak var diğer tüm zamanların şahitliğiyle.

Özünde berraklaşmak, başlamadan ve bitmeden, yaşamın nabzına tutunmak.

Hiç ölmeyecek gibi.
Hiç ölmemişiz gibi.

Oysa...
Belki de..'

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder