Tebessümlerin sonsuza dek kalpteki çerçevelerin içinden güneş sızdıracağını düşünüyorsun. İnatla düşünüyor, inatla düşüyorsun bu inancın uçurumlarından. Hikâyelerin hep aynı yere yuvarlanıyor.
Yazamıyorsun. Sen yazamıyorsun ve bunu kabullenemiyorsun.
Kırgın, toprağından beslenemeyen, toprağına tutunamayan çiçekleri gibiyim evimin. Neyi büyütemiyorsam ona dönüşüyorum. Nihai son hep bir öfke seliyle yıkanmak oluyor.
Hissetmediğim ne varsa aleyhimde delil, tartışmadığım ne varsa sözsüzlüğümde avukat, yaşamayı seçtiğim ne varsa cinayete teşebbüs...
Yorgunum. Bir mevsime ilişip kalma arzumun bunca imlâ, bunca özne, bunca yüklem fırtınası arasında perişan olmasından.
Kendi içimin mavisiyle geçirmek istediğim zamanların bunca kalabalık arasında bırakılması, dalga dalga sesimin keskin, metal cümlelerle susturulması karartıyor gökyüzünün sevdiğim renklerini.
Lavanta kokulu, temiz çekmecelerde düşlediğim dünler, yekten ah...
Üzerime birer birer işaretlenen sıfatlardan arınmak her seferinde bir umut, her yeni gibi görünen hikâyede aynı biçimde imkânsız.
Üzülüyor anılar, anılaşan yolculuklar. Adresler birer birer çıkmaz sokak, dönülmez ufuk, unutulması mecbur bellek.
Naif dünler kumbaramda, birikmiyor hiçbir şey. Her atacağım gökyüzü parçası, şimşeğini gösteriyor.
Yolunu yordamını bilemiyorum, öğrenemiyorum el değmemiş bizliklerin.
Acıyor mevsimlerim.
Suç, akıp gitmiyor üzerimden.
Üzgünüm, üzülmem yetmiyor.
Tarih beni hiç affetmiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder