26 Aralık 2017

'dokuz


Ağzımın içinde eriyen, tenimin üzerinden kayan bir mevsim bu. 
Buzlu kirazları hatırlıyor musun.
Bir kokusu var; öyle ayaz, öyle nefes kesici bir ferah, neredeyse kar. Kar kokusu. 
Bunu anımsamak bile mutluluğu göz pınarlarıma çıkarıyor. Özlemi. 

Tadı; tarçınlı akide. Hem evde gibi, hem evden çok uzakta. 
Çok özlediğim manzaraların içine yerleştiebiliyorum kendimi böylece; senden gizli değil.
Gelirsen; o sahadayım, ve işte suları tarayan o vapurda, piyanolu o girişte, belki daha derinde, balkonundaki fesleğende. 
Buz tutmuş mahalle kaldırımında ve o çok sevdiğim pastane kapısında. Penceresine yenidünyaların dayandığı yaşımda, 1 Kasım 1912'nin yıkılmış duvarında ve güvercinlere yaslanarak uyuduğum yeşil odada.
Her yerdeyim ve bazen hiçbir yerde. 
Sevdiği cümleleri gibi sevdiğim kadınların, kaybolmayı sevdiğim dehlizleri gibi. 

Özgürleşiyor muyum kendimle, 
Belki. Çoğunlukla öyle..

Çok sene devriliyor arka arkaya. Renkli ışıkların kendilerini bıraktığı caddelere adımlarımla yazıyorum yaşlarımı, büyümelerimi, büyüyemeyişlerimi.

Biliyor musun.. Biliyorsun; Narmanlı Han artık yok. Bilmelisin. Kendime benzetiyorum bazen, sonra dayanamıyorum. Acısına. Şöyle diyorum kendi kendime: 
"Beni perişan ettiğin mevsim İstiklâl'i  darmadağın ettiler. Yaşadığımız ve büyüdüğümüz, genç kızlığımızın sokaklarına buldozerlerle girdiler. Sen beni bu şehirle birlikte katlettin. Ve ben hiçbir şeye bu kadar üzülmedim." 
Sonra susuyorum. 
Dehlizlerinde kaybolduğum kadınlar... 
Kendi geçitlerime, kendi kuytumun kurallarındaki korunaklılığa dönüyorum. 
Bildiğim bir geceye. 

Yeniden hatırlıyorum temizleyeceğini karın, dikenli neşesiyle kokinaların, mevsim normallerinin üzerinden seyreden sıcaklığıyla kalabalık sofraların, kahkahası çınlayıp aramıza düşen umarsızlıkların, biri bitip biri başlayan mevsimlerin. 

Öyle olunca..

Dalga dalga, şehvetengiz ve doyumsuz, cüretkâr bir yaşamak yerleşiyor aniden içime. Dikeniyle kanatan, kanattığıyla alenen varlığımı kanıtlayan. 

Şimdi, geçen bir yılın kumbarasını kırıp, dökeceğim ne var ne yoksa, belki ilk kez bu kadar cesurca, belki de hayatımdaki tüm kalp zamanlarımın ortak kanaati gibi; her zamanki bencilliğimle.

Yorgunum. Yorgun ve huzurlu.

Nahifliğiyle içime üfleyen her şeye doluyor artık gözlerim. Yorgun, huzurlu ve duygulu.

Daha sık özlüyorum sırtımı döndüklerimi, yarısında kaldıklarımı, çekip çıktığım kapıları, yıkılan binalarını içimin. Acıyan yerlerimi anneme daha çok öptürmek istiyorum.

Sessiz ve kimsesiz sahillerin kışına karlar çalmayı.
Yalın ayak kalmayı kavrulan kumlarda.
Sessizliğini ve çıplaklığını dünyanın.

Yorgunum ve kırgın biraz da. 

Yorduğum her şey; hoyratlıklarım ve acıttıklarım için bir affediş dileyebiliyorsam,
tek dileğim bu olsun.

Hoşça kal yirmi sekiz-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder