22 Eylül 2017

kozalak


Müziği kapatma ve saate bakma.
Işıkları sarı şehrin, ne tuhaf. Bize bunca düşman etmeye çalışmalarına rağmen sokakları, gece sararıyor lamba diplerinde, yağmur birikintilerinde. 
Sonunda sonbahar geliyor ve köşe bucak tarçın taşırmaya hazırlanıyor evler, kapısından ayaz sızan balkonlar.

Bu mevsimi en çok arnavut kaldırımlarında ve ıslaklığıyla koyulaşan ağaç gövdelerinde izlemeyi seviyorum. Yağmurlu şarkı listelerimi saklıyorum ve çoraplı akşamlarda dergilerden kek tarifleri kesmek, kaneviçe iğnesini parmaklarıma alıştırmak için gün sayıyorum. 
Mahallede yaşlı amcaların salep yapmaya başlayacakları gün için kurabiye tepsileri hazırlıyorum.
Avuçlarımızın leblebi karasıyla yıkanacağı, serin akşamlarda uzun ve sessiz yürüyüşler yapacağımız zamanlara yer açıyorum yünlü hurçların yanında.

Erik rengi bir rüzgâr dolanıyor şimdi günlerin etrafında. Biraz poz yapar gibi, gözlerini devirirken yanağımızdan makas alır gibi, kibirli ama çekici, baharatlı ama evcil.

Mevsim geçişlerinde iyice sabırsız bir kadına dönüşüyorum. Yola çıkacak gibi, vapurlara yetişecek gibi, kaçırmama ramak kalmış gibi, sana bir şey söyleyeceğim deyip yok olanları arayışım gibi. Bir anın gerçek mi rüya mı olduğunu kestiremeyip etrafı telaşla arşınlamam gibi.
Yaklaştıkça daha çok özlüyorum. Özledikçe kavuşmak için daha da sabırsızlanıyorum.
 
Sevdiğim şehirlere giydirip çıkarıyorum renklerini kapıdaki mevsimlerin.

Geçen sene bu zamanlar, kocaman bir pencerenin önünde yavaşça renk değiştiren,  bir sonbahara varlığını adayan yüzlerce ağacı izleyerek geçmişti. Yaşıyorsun demişti ağaçlar hep bir ağızdan, bak neredesin, bak nasıl da karşı karşıya birbirimizin değişimine şahit oluyor, kuruyor ve yeniden yeşermek, doğmak için yaprak döküyoruz..

Bir sır gibi geçmişti geçen sonbahar.

Şimdi yeniden hazırlanıyor gövdelerimiz; ıslanıyor, koyulaşıyor ve yapraklar...

Bu kez bir başka coğrafyada öpüşelim.
Çünkü telefon kulübeleri var.*

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder