2 Aralık 2016

sonbahardan sonra, kıştan önce-




*bir biletin çıkardığı yollardan,
artan anılardan,
gündelik yorgunluklardan,
üşümeli hastalıklardan sonra..,
ve her şeyden önceydi...

Soru işaretlerini bir bir götürmek için bazen, tüm hareket akışı. Müdahale etmeden beklediğim mevsim geçişlerinin ardından, sanki mahcup bir çocukluğa dönüyorum. Saçlarımın örülmesi ve mandalina kokulu ellerle bir bardak süt getirilmesi kirpiklerimin yüzümü gıdıklamasına sebep oluyor.

Babamın, elimi sıcacık montunun cebinde tutması ve sahiller boyu benimle incir ezmesi yiyişi aklıma düşüyor. Ne kadar zaman önceye tekabül ettiğini bilmiyorum bu an, anı parçalarının, ama sanırım birkaç badem şekeri uğruna kenara çekildiğim o pazar gününün dahil olduğu senelerdir. 

Çocukken üzüldüğüm ve sevindiğim şeyler neye dönüştüler, hangi duyguyla çırpıldılar içimde, bilmiyorum. Sadece bu yaşta, ayakkabıma dökülen ekşili köfte karşısında hâlâ çok utanıyorum ve saklanmak için babamın omzunun kokusunu arıyorum.

Her şey başladığı yere yuvarlanıyor belki de. Bir omuz edinmek. Mahcubiyetimi okşayacak sıcak avuçlara sarılmak. 

Uzun, bulutlu bir yol, çok tanıdık ve çok yabancı sokaklar, zamansız el ağrıları, kırgın ve üşümüş akşamlar, kalabalık sofralar, yalnız uykular. Hiçbirinden eksilmeyen o güven dolu "kaçabilirim" hissi. 

Sana kaçabilirim.

Sana sığınabilirim. Ve gittiğim yerde sessizce utangaçlığımı öpeceğini, ortak bir dil edinmiş gibi aynı sözcüklerle birbirimizi taşıyacağımızı bilirim.

Suda kaybolmayacağımı, üzerime sıçrayan ne varsa silkip atacağını bilirim. Bir avuç dolusu çiğdemi tek tek ayıklayışındaki şefkatli sabrı, aldığım her nefese, tüm çatık kaşlı anlarıma ve bir şehrin kimsesizleştirdiği yanlarıma taşıyacağını bilirim. Ve bütün bunları bilmek, göğüs kafesimin orta yerinde sonsuz bir mayısın tohumunu filizlendirir. Papatyalı bir esintinin hatrına unuturum, unutmaya razı olurum dünün kesiklerini. 

Bir şeyleri anlamanın kıyısındayım. Zaman, algımı uzunca bir süredir buna hazırlıyordu belki. Yeni görüyorum, seni okumayı yeni söküyorum, cümle içinde kullanmak istediğim farklı sesler yan yana düşüyor, bunca zamandır yan yana olan bizin üzerine. Bir çoğalma mı denmeli buna, zenginleşme mi, artırma mı... Dönüşüm belki. Kabul eşiğini geçmek. Kimbilir... Kim bilir...

Göz kapaklarıma göç kuşlarının şevkli kuyruk tüyleri dolanıyor. Rengârenk bir uykuya sürüklenecek gibiyim. Sen varsın diye korkusuz kapanıyor gözlerim ve belki de barışıyorum yavruağzı utangaçlığıyla on yaşımın. Belki de senin on yaşına yaslandığımın ayırdına varmanın çocuk birliği, çocuk yan yanalığı...

Şimdi bu kanatlarının arasına sıkışmış mahzunluğum bana, okul gömleğimin kurşun kalemle kirlenmiş manşetlerini uzun uzun izlediğim ahşap sıraları anımsatıyor.

Sanki yirmi yıldır bir şeye üzülüp susuyorum, ve bunun anlaşılmasını bekliyorum. Sanki yirmi yıldır sessizce annemin sağ elini, babamın sol omzunu bekliyorum günün üzüntüsünü sessizce bırakmak için. Şimdi yirmi yıl sonra senin o bir bakışının biçeminde görüyorum yaşımı, susumu, sözümü. Tadını unutamadığım ama ismini asla hatırlamadığım zamanlar geçiyor bir bir nefeslerimden.

Gözlerinin içine kıvrılıp uyumaktan başka hiçbir şey yetmiyor şimdi dinlenmeme. Göz kapaklarını üstüme örttüğünde hiçbir kış üşütmeyecek gibi.

Tam da o sahlepin üzerinden tozu kalkan tarçının neşeli şefkati gibi. 

Ve kışın alt katın ısıttığı yerleri keşfedip orada yalın ayak durmak gibi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder