7 Kasım 2016

birkaç sonsuzluk anı*


Günler ve mevsimler geçtikçe, açılan perdeleri, pencereleri, çiçekleri daha çok seviyorum. Kurumuş süs biberlerimin dibinden boy veren maydonozun susamasını önemsiyorum. Onu doyurmayı, güneşe çıkarmayı... 

Ekmek kırıntısından melodiler çıkarak birkaç santimlik serçeyi izlerken, hayatın ne çok şey kapsadığını ve nasıl da hiçbir şey görmüyor olduğumuzu...

Dağınık tüyleri ve çapaklı gözleriyle yavru kedilerin kendi eksenleri etrafında aralıksız dönmeleri, başımı döndürüyor. 

Her gün en büyük buluşma gökyüzüyle gibi sanki.... Büyüdükçe havaya, toprağa, nefese meylim artıyor. Yaşamak, üzerinden fazlalıklarını atmak istiyor. Bir kokunun peşine takılıyor, avuçlarının ısındığı anları toplatıyor sana... İnsan, insanın mimiklerinden kendine adres bulmaya başlıyor. İstekler arzuya, arzular nabız değişikliklerine yuvarlanıyor. 

Daha az saate bakıp, daha umarsız ama daha sorumlu oluyor insan zaman geçtikçe.. Düşen bir yaprağa bin anlam yüklüyor da yük gelmiyor içine.
Ellerinin ağrısı dokunuyor kalbine, omuzları üşümesin istiyor. 

Bir vapuru bir çayı tamam belliyor.
Varlığını unuttuğu, ansızın duyup derinden özlemini hissettiği bir şarkıyla uyuyup uyanıp, tekilden çoğula geçiyor. 

Sevdiği insanlara gerekmeden kurduğu birkaç cümlenin, göz harelerinde yarattığı değişimden hoşlanıp, bununla saatlerce, günlerce mutlu oluyor insan. 
Sadece iki üç noktaya anlam yükleyip ömürlük anlamlar ediniyor.

Zaman hız kazandıkça, teker sol kolunda değil, sol yanında dönmeye başlıyor.
Göğüs kafesi filsiz kalmak, saçları otla, çiçekle, yaprakla dolmak istiyor.
Zamanı, değerli bir taş gibi üzerinde taşımak istiyor.

Kalp çarpıntılarına yenik düşmeden, birkaç zeytin, biraz deniz ve bahçeler arasında, sadece güzelliklerle yaşamak,
yaşlanmak...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder