2 Şubat 2016

serin yer


Kahve fincanının izlerinden bilet toplayamıyorum.
İçimdeki gitmek zamanına bir takvim uyduramıyorum. Olmam gereken bir yer, görmem gereken bir sen var. 

Çok kararlı, en kendimden emin adımlarımın, bir durağa geldiğimde bana dil çıkartıp, yalınayak hissettirmesi acizleştiriyor nefesimi. Yardım isteyemeyeceğim durumların yalnızlığında türlü olasılıksızlıkların provasını yapıyorum. Dünya bu kadar büyükken ve biz bu kadar küçükken her şeyin kararını verme gerekliliği çok canavar.

Anıların hafızası bizi nasıl giydiriyor acaba. Biz kendimizce unutulmazlarımızdan kuleler dikerken, sahiden hangi rolle yer alıyoruz dün hikâyelerinde?
Ciğerime düştüğün anlardaki tanrı biçiminden haberdar mısın mesela. Poseidon. Evet. Belki de bunu ben düşünmeliyim..; Julia.

Bir takım şeyleri, farkına varmadan iyi öğrendiğimin ayırıdına varıyorum şimdi. Ve bazısını da sormaya bile yeltenmediğimi. Sahi gözünün önüne gelen kadın, kime, neye benziyor?
Benim aklıma şu geliyor; mutfakta bir şeyle uğraşıyorum ve çıplak ayaklarımdan birinin parmaklarını kıvırarak yere basıyorum. Bu. Bu bir tanımdı.
Bilmediğim, farkında olmadığım. Sonra başka türlü yere basmak istemediğim bir şeydi. Ama. Ama başka tanımlar var mıydı. Olmalı. Bir pazar alışverişinin neresindeyim. Bir teker turunun. Apartmandaki hangi basamağım eğilip bağcığını bağladığın.

Her şey çok zor ve her şey çok üzücü hikâyeleşiyor; mutluluklar da dahil. 
Eyvallah diyebildiğim bir hayat yitiminin ardından neyin dalgasını çıkarıyorum sularımdan böyle.
Belki sadece yorgunluk. Pişmanlık değil. 

Zamanı ileri almak mı istiyorum öngöremediğim şeyler için. Korkuyor muyum.
Neyi biliyorsam ve bilmiyorsam kayıp.

Bir hayatı kucaklamışlığı öyle çok hatırlıyorsun ki altında ezilirken. Rüya olduğuna inanmak, kendimi inandırmak istiyorum. 

Bazı şeyleri yaşarken boşluk boşluk hissetmek ve görüntüyü netleyememek çok, çok kötü. Nasıl bir suyun içinde yüzdüğünü bilmeden açılıyorsun açılıyorsun, kıyı nerede, ufuğa kaç var, derinlik ne kadar; fikrin yok. Sonra bir şey seni alıp karaya fırlatıyor ve dönüp bir bakıyorsun ki maviden camgöbeğine yürüyen, pembeden kızıla çalmış, eflatun bir gökyüzüyle öpüşen bir şeyin içindeymişsin. Güneşe yaklaşacak kadar açıktaymışsın ki, fırlatıldığında bu kadar çok acıdığına göre epey ilerlemiş olmalısın.

Üzülüyorsun işte. Üzüntü bu. Tekrar adım atmaya yorgunsun, derinleşmek için atacağın kulaçlara mecal gerek. 
İlk seferinde dönememekten korkarken, şimdi varamamaktan korkuyorsun.
Korkuyorsun. Hep korkuyorsun.
Olamamak bu.

Bu aralar.., iki patlıcan közleyip yoğurtlamak lâzım.
Yemek yapmayı, yemek yapmanı, mutfakta yalınayak ve parmaklarımı kıvırarak rakıya buz kırmayı özledim.

Korkarım ki bu bir rüya değildi.

 29.01

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder