18 Ocak 2016

Bir elmanın iki yarısı gibi değil..;


Bu bir mektup.
Günleri, geceleri parçalayan bir ayazın ayak izlerini bir kâğıda toplama çabam.
Özlemle, çaresizlikle, kırgınlıkla, öfkeyle, büyük ve küçük olan şeylere isyanla, ılıklıkla, alevle, bildiğim, hayal ederek kendimi varlığına inandırdığım, belki hiç olmayan, belki de çok çok gerçek ve sahiden var olan bir dolu şeyle başına oturduğum beyaz kâğıt.
Birkaç zaman üzerine eğilinen, çalışılan sonra yoran, kalabalık gelen, anlaşılması için zaman harcamaya değmemeye başlayan cümlelerim.
Bu bir mektup. 
Oku diye değil. 
Kelime yığınlarını boşluk boşluk ısıramadığım için. Susuşumun gevezeliğinden. Susamayışımdan. Konuşup konuşup ses çıkaramayışımdan.

İlk kez bir şey oluyor. Koşup sana anlatmak istiyorum. Bir yandan da bir tek sana anlatmadan yaşamanın yollarını arıyorum. Bir teraziyle karşı karşıyayım sürekli. "Ağır mı hafif mi, hangi yıl kaç çeker, kalp hangi renge akar gider" derken tarihler düşüyor mevsimlerin üzerinden. Hayat üçer beşer atıyor kendini oradan oraya.

Yanındayken olduğum insan; o kadın olmamaya gayret ediyorum. Yorucu bu. Bir yandan da zaten her ne yaparsam yapayım asla o olamayacağımı hissediyorum. İçimde bir şey mi öldü benim? Ya da yeni bir şey mi doğurdum kendimden? Veya olmamaya çalışmak yetmiyor belki, ister istemez taşınıyor varlık. 

Senin olan, seninle olan şeyler yoluma çıkmasın istiyorum. Onlara dolandığımda gülümsemem takılı kalıyor. Sahiden gülümseyip gülümsemediğimi düşünmek kalbimi kırıyor. 

İyi olan bir şeylerin orta yerinde, iyi olmuş başka bir şeyleri düşünmeye boyum yetişmiyor. Ellerim böyle sımsıkı tutulmuşken kendimi yapayalnız hissediyorum. 

Bir daha asla bir bütün olamayacağımı hissediyorum. Zaman diyorum, oluru olan şeyleri oldurur, olduruyor. Sonra acı acı gülüyor içimin yumuşak toprağı, ansızın çoraklaşıp canımı yakıyor çatlaya çatlaya. 

Temmuz sıcağının kollarındayken üşümeye hakkı olmamalı insanın. Mevsimlere haksızlık etmek istemiyorum. Hayat yaramın mikrobunu bulaştırmak istemiyorum güzelliklere. karşı da koyamıyorum. Bir halt edemiyorum anlayacağın.

Hayat sanki kendini sonsuz bir rölantiye aldı.  Adım atmaktan da gerilemekten de ölesiye korkuyorum. Sevdiğim ne varsa sevmediğim şeyler yapıp öfkelendirsin, mesafeye düşsün diye bekliyorum. Belki bunun ortasında yaşamaya alıştım. Sevdiğim ne varsa hayal kırıklığına eklendiğinden. Buna alıştığımdan belki, acıya da alışıyor insan ve mutluluk da korkutan bir şeye dönüşebiliyor. 

Çok korkuyorum. Hayalini kurduğum yerden uzaklaşmaktan, idare etmekten, edebilmekten korkuyorum.

İyi olmak, ama acı acı hatıraya sarılarak belki.. Ölüm de hayata dahil. Ve beklemek.. 

İsmini bu kadar çok söylediğim bir zaman dilimi hatırlamıyorum. İsmini bu kadar çok bir ölçü olarak kullandığımı da. Soğuttuğum ne varsa ciğerimin orta yerinde parça parça kor.

Çok zorlanıyorum.
İyiyim ve zordayım.

Çarem de çaresizliğim de, biliyorsun ya işte; asla edinemediğim o cesarette.
Korkuyorum ve bu yine her şeyi çok ama çok kötüleştiriyor.

Bu bir mektup.
Mahvolmaya yüz tutmuş ömrümün en çok sarmalandığı, kendine yuva edindiği yere bir mektup.
Eve. Uykuya. Bir'liğe.
Oku diye değil.

İç organlarından birini feda edip de eskisi gibi yaşayamayacağın için.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder